28 Ocak 2011 Cuma

Anne oldum olalı bir şey daha öğrendim.

Bu sabah açık oturum vardı bizim evde. Arda Bey okula gitsin mi gitmesin mi oturumu.  Salı akşamı çıkan ateş Çarşamba akşamı düştü ama burun duvar gibi tıkalı, gece uykusu yok gibi neredeyse, iştah hiç yok. Ama gelin görün ki Salı ve Çarşamba çok halsiz ve uykulu iken ateşi düştüğünden beri  enerji tam gaz. Babaanne ve dede evde olduğu için pür neşe, hastalık huysuzluğu da  şimdiye dek gördüklerimizin en azı.
Bu sabah babaanne ve dede döneceklerdi evlerine.
Neredeyse bir aydır buradalar. Çağlar’ ın arka arkaya gelen seyehatleri nedeniyle beni yalnız bırakmadılar. Sağ olsunlar ama yoruldular, bunaldılar, evlerini özlediler. Bizim keyfimiz çok yerinde, Arda çok mutlu ama eziyet de bir yere kadar yapılır.
Biz de dün akşam Arda’ nın evde yayından fırlamış bir ok gibi dolaşmasına güvenerek  artık kreşe gitsin, hem bir hava alsın, arkadaşlarını görsün , nasılsa ertesi gün haftasonu diyerek akşamdan okul hazırlığını yapıp öyle yattık. Böylece babaanne ve dedeyi de gözleri arkada kalmadan evlerine yolcu edebilecektik.
Ama bu sabah bir kalktık ki, gözler yeniden yarım bakmaya başlamış, ellerinin bütün parmakları ağızın içinde( bu bana büyük azıları düşündürdü ) ateş yine 38 lerde gezmeye başlamış. Bir anda planlar değişti tabii. Ama o kadar kolay mı plan değiştirmek?
Çağlar “annemler gitmesin yarın gitsinler” dedi.  Erkek çözümü basit işteJ
Ben ama biletlerini aldılar olmaz hem çok yoruldular, bunaldılar burada dedim.
Annem kalırız kızım ne olacak da bu bilet yanar dedi.
Babam sessiz izlemede bir yandan da içinden hay allah demekte.
Arda gözler yarım ve kırmızı tvde Paytak seyretmekte.
Hiç içime sinmese de Arda gitsin okulda dedim, benim annem de binsin otobüse, öğlene burada olsun, öğlen ben Arda yı kreşten alır eve gelirim, anneannesi ile oturur. Herkes OK dedi.
Son anda Çağlar caydı. Yok dedi ben beklerim annemi evde öğlene kadar. Arda’ ya da yazık, diğer çocuklara da. Ve oturum dağıldı.
Tüm bu konuşmalar sırasında, anneanne uyandırıldı. Temizliğe gelecek yardımcımız yoldan geri çevrildi. Arda soyuldu, babaanne, dede ve ben çıkmaya hazırlandık.
Bunlar bizim şu ana kadar geçirdiğimiz en hafif ve en sorunsuz hastalık günlerimizden bir kaçı. Bu sabah evden endişeli çıkmadım. Biliyorum bu halleri, daha kötülerini geçirdik.  Belki o yüzden de elim yazmaya elverdi.
Hasta olan çocuk anneye yapışıyor. Kimseyi istemiyor, her şeye itiraz ediyor, en sevdiği oyunlara bile çemkiriyor. Durduk yere huysuzlanıyor, hiçbir ilacı ve yardım önerisini kabul etmiyor. Başucunda duran iki dolu bardak suya rağmen, babam yenisini getirsin diyerek ağlayabiliyor. Zaten hasta olması, halsiz olması, kırmızı ve gözleri ve yanakları insanı üzerken bir yandan da sinirlerinizi sonuna kadar zorluyor.
Onu hasta iken evde bırakıp işe gelmek   bana göre yapılan en zor şeylerden biri. Bir kere o anneyi istiyor. Tek derdi anne. Siz işte iken, çocuğunuz gözünüzün önünde olmadığı için, telefonda size iyi ya da kötü denmesi bir şey ifade etmiyor. En kötü hali bile olsa sizin gözünüz   görsün, bundan daha ötesi yok. Bıraktığınız kişi isterseniz en güvendiğiniz olsun, babası, babaannesi, anneannesi, bakıcısı fark etmez. Çocuk  hasta iken onu bırakmak, iyi iken bırakmaktan çok daha başka bir durum, başka bir ruh hali.
İşin bir de bambaşka bir boyutu var.
Arda kreşe başladığından beri doktorumuzun söylemine şu eklendi:  “Tam olarak iyileşene kadar, eğer imkanınız varsa göndermeyin kreşe. Hem o yeni mikroplar alıp, daha tam iyileşememişken tekrar hasta olmasın, hem de başka çocukları hasta etmesin. “  
Evet haklı.
Arda her hastalığa meylettiğinde aklıma geliyor bu cümleler. Ama çalışırken o kadar kolay mı buna uyabilmek? Sadece benim için değil, okula giden diğer çalışan anne babaların çocukları ve o anne babalar için de kolay mı?
Bugün okula gitmesin demek, bir anda pek çok insanın planını değiştirmek ve başka bir organizasyon yapmak demek. Hani   çocuğun halsizliğini, anne babanın üzüntüsünü filan bir kenara bırakıyorum.
En basit örneği işte bu sabah yaşadığımız. Bir sürü insanı sabahın köründe ayağa dikip, beş on dakika içinde çözüm bulmaya çalışmak  kolay değil.
Eskiden çocuğum yokken etrafımda kreşe çocuklarını gönderen, bugün ateşi vardı ama gitti diyerek anlatan annelere bakar, allah allah derdim, nasıl gider ateşli çocuk kreşe? Çocuğa yazık değil mi, oradaki diğer çocuklara yazık değil mi? Ama başa gelmeden anlaşılamıyormuş bazı durumlar. Onu hasta halde kreşe göndermek zorunda kalan annenin vicdan azabı, hasta çocuğun sadece anne isteyen halleri, başa gelmeden pek de yorum yapılacak şeyler değilmiş.
Şu ana kadar Arda hasta iken bir şekilde ona evde bakmanın ve baktırmanın  yolunu bulduk. Üstümüze bir de onu okula göndermek zorunda olmanın yükü binmedi. Ama bu bundan sonra olmayacağı anlamına gelmiyor. Bu sabah işte gidiyordu neredeyse. Son anda Çağlar işini ayarlamasaydı, ben de ateşli çocuğunu kreşe göndermiş anne olmayacak mıydım?
O yüzden artık hasta çocuğunu okula gönderen anneleri de kınamıyorum, ben yine sonuna kadar diğer çocukları da hasta etmemek adına, Arda’ nın tekrar tekrar hasta olmaması adına şartlarımı zorluyorum ama Arda ile aynı anda okul kapısından giren, hali olmadığı gözlerinden belli  bir miniğe rastladığımda da huzursuzlanmıyorum.  Biliyorum ki bazen çözümsüz kalabiliyor insan.
Paylaş

17 Ocak 2011 Pazartesi

Şarkılardan bir demet

Hep O mu bizden öğrenecek? Biz de ondan öğreniyoruz. 
Ben de öğrendim :) Ağzıma yapıştı bir de, söyleyip duruyorum :)

Bay mikrop bay mikrop
Beni hasta edemezsin
Dişlerimi böyle fırçalarım
Ellerimi böyle yıkarım.
( Hareketlerle desteklemeniz tavsiye olunur :))


Bir de Music Together..
Çok garip,, Gelişmeyi izlemek heyecan verici,,
Acayip, inanılması güç bir etki bırakıyor çocuklarda..
Henüz çözemedim program mı o etkiyi bırakan yoksa Yapıncak mı? O' nun enerjisi, mimikleri mi?
Yapıncak' tan kopyaladığı 'Pa-pa-pa-pam' larla bildiği bütün şarkıların melodilerini söylemesi..
Tezahürat yapmadan izliyoruz, şaşırıyoruz, heyecanlanıyoruz,,


Paylaş

14 Ocak 2011 Cuma

Havuçtan sürpriz olur mu? Olur oluur, bal gibi olur..

- Batın batın süpiz detiidim sizeee
veya
- Anneee süpiz vey banaa. Yaa süpiz istooyuummm , bohuhuhu :(
Bu sürpriz konusu neymiş diye azıcık deşince anladık ki, bazı günler sınıf arkadaşlarının anne babaları çocukların çantalarına bisküvi,çubuk kraker, bonibon vs koyuyorlarmış.
Okulun talebi değil bu, öyle bir aburcubur günü yada evden bir şey getirin günü diye bir şey yok okulda. Neden koyulup gönderildiğini de bilmiyorum. Öğretmenleri de birinin çantasından böyle bir yiyecek maddesi çıkınca herkese paylaştırıyormuş. Verirken de arkadaşınız size sürpriz getirmiş diyor herhalde.
Öğretmeni ile konuşunca onun da bundan rahatsız olduğunu farkettim. Gerek yok diyor bu yiyeceklere. "Ama çantadan çıkınca, yada çocuk çantada onun olduğunu bilerek okula gelince illa ki ortaya çıkıyor ve paylaşılıyor. Keşke başka şeyler gönderilse, biber gibi salatalık gibi, yada hiç gönderilmese"  dedi.
Dün sabah biz de havuçları soyduk , ince çubuklar halinde kestik ve okula sürpriz götürdük. Daha doğrusu baba-oğul götürdüler. Arda bundan sürpriz olmaz diyerek itiraz ettiyse de havuçlar çantaya girdi.
Bu sabah Arda' yı bırakırken sormuş Çağlar havuçları yediler mi diye. Çok şaşırdılar demiş öğretmeni :) Ama sonra kıyır kıyır hepsini yediler kalmadı geriye ..
Sevindim mi? Sevindim.
Derdim ağzına hiç çikolata bisküvi koymasın değil. Zaten o kadar çok koruyamıyorum da. Bizim yanımızda da yiyor zaman zaman.
Ama birkaç günde bir az da olsa abur cubur yemesine de içim elvermiyor. Kaldı ki zaten yemekle arası iyi, ben eminim gidip bir ikincisini istiyordur, ki istiyormuş,,
Şimdi acaba bu konuyu diğer velilere bir şekilde duyurmalı mıyım diye düşünüyorum.
Çok mu çıkıntılık etmiş olurum?
Nasıl demeli, nasıl söylemeli acaba?



Paylaş

12 Ocak 2011 Çarşamba

Tiiçıı, mandallar ve kardanadam karışımı bir yazı

Almış eline şu resimdeki kutuyu gidiyor.
- tiiçıı oldum ben simdii, deliyooyumm, muzit çalcaam!
- ne oldun oğlum?
- tiiçııı
- tırtıl mı oldun?
- yaaaa tiiçıııııı !!!!
- hımm
- ne oldum ben?
- (haydaa) ne oldun annecim?
- uaaaaa, tiiçııı, uauauauaaaa tiçııı tiçıııı!!!!!
Anlamıyoruz işte bazı şeyleri, anlayamıyoruz. O da çok sinirleniyor böyle olunca. İnatla anlatmaya çalışıyor. Bir de anladık mı diye soruyor ne oldum ben diye. Genelde başka banzetmeler ve tariflerle anlatıyor derdini böyle durumlarda.Yeşil arabayı anlamadık mı, kepçesi olan diyor yada ne biliim üstüne adam oturmuştu ya, vs diye tarif ediyor. Ama bazen de olmuyor işte.
Bu sohbet bir süre daha uzadı sonra bende jeton düştü . Teacher olmuştu oğlum!!
Ah be kreş, iyisin hoşsun, bu miniklere olur olmaz dersleri dayamıyorsun ama benim oğlum işte elinde müzik kutusu ile gelen teacherı , diğerlerinin ona seslenişini görüyor, duyuyor ve bir de alfabenin daha yarısını söyleyemezken aynısını söylemeye kalkıyor. Ne yapayım ki :))
Ne oynasak ne oynasak sorunsalına acil çözüm bazen mandallar oluyor. Bıktırmayıp arada çıkarırsam mandallar binbir şekle giren oyuncak olabiliyor. Birbirinin ucuna takılıp tren oluyor mesela. Ama işte gerçek amacını kullanarak da oynadık , oynuyoruz.

Son günlerin favorilerinden biri bebekleri giydirmek. Eskiden karton bebeklere kağıttan giysiler giydirirdik ya, ben pek severdim. İşte onların çok basit olanına internette rastlamış ve kesmiştim. O oyun bizim evde ne tuttu ne tuttu anlatamam. Şapkasını çıkar, ceketini giydir diyerek, aa ayatları üşüdü anne ayaptabılayı needee diyerek, oynadı da oynadı.
Son sayısında meraklı minik ekinde bir kardan adam oyunu vermişti. Oyun biraz zordu Arda için, zarlı filan, biz de kestik kardan adam giydirmece oynadık.

Tavsiye ederiz :)



Paylaş

10 Ocak 2011 Pazartesi

Sabah sabah gırrr

Hani bazı insanlar vardır ya, ne yediğinize, ne giydiğinize, ne zaman evleneceğinize, ne zaman çocuk yapacağınıza herşey ama herşeyinize karışmaya, en azından yorum yapmaya bayılırlar. Kendinlerinde o hakkı görürler. Mutlaka kendi örneklerini verirler, sizin şartlarınızı kendi şartlarınıza benzetmeye çalışırlar da sizi iknaya uğraşırlar.
Yada kimi insanlar vardır en doğrusunu onlar bilir. Başkasının doğrusunu kabullenmek bir yana saygı duyma gereği de görmezler. Hayır en doğru benim bildiğim, en doğrusu benim yaptığım, sen de öyle yap emi diyerek bir de yol gösterirler.
İkinci çocuğu yapmanızı öneren teyzelerden, "çocuk 2 yaşına gelmiş hala mı şekerden sakınıyorsunuz  cık cık cık " diyen komşulara kadar pek çoktur bunlar.
Ama aralarında öyle bir grup var ki beni benden alıyorlar.
Bunlar çocuğunuzu sizin yerinize eğitmeye çalışan, kendi doğrusunu sizin çocuğunuz üzerinde uygulamaya hevesli bir grup. Anne arkasını dönmüşken yada eskaza anne yokken "aaa artık kocaman abi oldun , çişini söylemelisin" le cümleye başlayanından, "hııı hadi koş yatağına yat da uyu bakayım" diyerek azarlayanına, olur da yaptığı sizin tarafınızdan farkedilirse yada duyulursa da zeytinyağı gibi üste çıkıp bırak ağlasın, ağlaya ağlaya öğrenecek deme cüretini gösterenine kadar geniş bir grup bu.
Herkesin doğrusu kendinedir, herkes çocuğu için en doğrusunu en iyisini kendi bilir, aynı ne yemesi ne giymesi ve ne zaman evlenmesi gerektiğini en iyi kendi bileceği gibi.
İnsan her konuda eleştirileri, uyarıları ve önerileri, dinler, değerlendirir, uygular veya uygulamaz. Bu da kişinin kendisine kalmıştır.  
Üçüncü şahıs olarak bir kişinin müdahelesi en en en fazla bunu da böyle yapsanız daha iyi olabilir, demektir, hepsi o. İşte bu sınırı aşanlar benim de sınırımı aşıyor.

Paylaş

8 Ocak 2011 Cumartesi

İşte başladık :)

Kahvaltı masasındayken daha
' neyeye didicez taavaltıdan sona?' diye sormaya başlayıp,
'ditmeyelim hello Aada solemeyelim' itirazlarını takiben pes eden,
 'o naman siz söleyin ben seeyediim' diye anlaşmaya varan sıpaaaa,
Music Together kış dönemi ilk dersi sonunda , yani hemen hemen iki saat önce, dersi
 ' eve ditmeyelim, bitane daa şayti ( şarkı) çalsın öyetmen' diyerek,
 ' bitmedi deys bitmedi, bu numuutayı ( elinde çiki çiki ses yapan bir yumurta var da bu süre zarfında ) bıyatmayalım sepete, öyetmen deyi (geri) delsin' diye ağlamaya ramak kalmış bir halde bitirdi.
Ne zaman ki baktık olmayacak içeri gittik, Yapıncak teyzesi, pardon artık o ' Napınca öyetmen' i ona CD sini verdi ve 'ders bitti haftaya yine geleceksin yine şarkı söyleyeceğiz burayı kapatıyoruz şimdi, sen bu CD yi arabada dinle ' dedi, o zaman ikna oldu beyimiz.
'Numuuta' yı da sepete bıraktı, hem de kendi isteği ile! , çıktık.
CD' de çalan şarkılar ' Napınca Öyetmen Şaytısı' olarak isimlendirildi bile. Eve gelene kadar dinlendi. Yine yer yutarız biz o CD' yi, biz bayarız o baymaz, ben biliyorum :)
Ve bir şey daha biliyorum, Music Togerher Arda' ya çoook ama çok iyi geliyor...

Paylaş

7 Ocak 2011 Cuma

35 dakikada mutfaktan ne çıkar

Dün akşam, vakit kazanmam lazımdı.
İlk hamle, ertesi akşam biz ne yeriz sorusunu akıldan silmek oldu :) Yesek de olur yemesek de, zaten akşam yemeği benim için olmasa da olur bir öğün.
Peki Arda ne yiyecek?
Dolapta olanlar belli, kırmızı etli biber ve pırasa..Her ikisi de pek çabuk pişer diye sevinirken gözüm Arda' nın okul yemek listesine takıldı. Piramit pasta.! Piramit pasta mı??
Zaten burnu bir çeşme olmuş akan çocuğa mümkün değil bisküvi yediremem. Akşam akşam ne ile yaparım ben piramit pastayı ? Saat olmuş 9, Çağlar yok hani desem ki git bi koşu şunu bunu al. O ihtimal de yok.
Bir hız biberler , bir adet havuç ve patatesi buharda pişmeye bırakıp buzluğun içine daldım.
Annem aklı ile bin yaşasın ki daha önceden fazla pişirdiğim mısır unlu kurabiyeleri buzluğa koy demişti. Onlar çıktı ortaya. Buzluktan sonra bir de erzak dolabını deştim, pirinç unu yok ama hazır çikolatalı muhallebi var. Daha önce zor zamanlar için her bir hazır supangle, muhallebi , sütlü tatlı paketlerinin arkasını okumuş içinde buğday olmayanları çıkarmıştım. Supanglede un var, muhallebi de yok haberiniz olsun :) Muhallebi paketinin yarısını az süt ile çok iyi pişirip içine de mısır unlu kurabiyeleri ufaladık mı buyrun size bir porsiyonluk minik piramit pasta.
Buharda pişen biber, patates ve havuca, zeytinyağında çevrilip öldürülen bir adet pırasayı ekler, blenderdan geçirirseniz buyrun bu da size uydurma çorba, üstelik bol sebzeli. Et suyu yada tavuk suyu ile kıvamını seyreltmek de seçenekler arasında.
Bütün bunlar dahiyane mi? Tabii ki değil . Ama saat kaç olmuş? 9.35!
Bana da , kırmızı etli biberin her türlüsünü yalana yalana yiyen oğluma da yeter :)

Paylaş

6 Ocak 2011 Perşembe

Kocaman Bir Teşekkür

Geçen sene Arda' yı yine bu zamanlarda gönderdiği hediye paketleri ile sevindiren güzel arkadaşım, Umur'cuğum, bu sene de oğlumun Noel annesi olmuş. Kış dememiş, hastayım dememiş kocaman bir koli göndermiş bize.
İçinden çıkan kartı kendime özel saydım ofisteki masamda tam karşıma koydum.
Koydum ki bakıp bakıp mesafelerin anlamsız olduğunu, insanların hiç yüzyüze gelmeseler de birbirlerini ne kadar iyi anlayabileceklerini ve sevebileceklerini hiç unutmayayım diye.
Bir de tabi dönüp dönüp okuyayım diye :)
Arda' ya gelince bu paketler nereden geldi, Ada Abla'sı kim pek toparlayamadı. Sadece hediyee diye bir heyecan açtı hepsini. Videosunu günlerdir yüklemeyi başaramadığım görüntüler verdi bana, Umur' un kırılmamış değil mi diyerek özendiği kedili kumbaraya öpücükler yağdırdı. Ada'nın ona seçtiği kitaba bakıp bakıp tim almış bunu banaaaa diye sordu defalarca. Ama tabii ki favorisi bu araba oldu.



Tekrar tekrar ,çok çok teşekkür ederiz!
Bu sene yeni yıl oğluma geldi diyorum ya hep. O heyecanını, her bir paketi açarken neymiş, tim almış bunu diye sıraladığı sorularını, aaa ayabaymıışşş diye sevincini görünce, sadece oğlum adına değil, edindiğim güzel dostlar için kendi adıma da bir o kadar mutlu oldum.
Ne mutlu bana! :)

5 Ocak 2011 Çarşamba

Anormal değil mi sizce de? Yoksa ben mi anormalim?

Sabahın kör vakti ofiste ilk duyduğum sohbet, bir arkadaşımın yarım günlük kadın arayışı oldu. Bizim ofiste bu sohbetler bitmez, biri başlar sonuna yenisi eklenir..
Kadın çalışanı bol olan bir iş yeri benimkisi.  Herkes kadın, herkes anne neredeyse.. Her birimizin kurduğu başka düzenler var. Biribirimizden örnek aldıklarımız, ders çıkardıklarımız da çok oluyor hal böyle olunca.
Kiminin çocuğu küçük, kiminin büyük, kimi annesinin dizinin dibinde, kimi yapayalnız. Kimi tapıyor yardımcısına, kimi asla mutlu , memnun olmuyor. Kimi oluruna bırakmış, kimi mükemmelden vazgeçemediği için hep yorgun..
Ve hepsinin nedeni bence büyük şehirlerdeki bu anormal yaşam düzeni.
Sabahın erken saatlerinde çoluk çocuk sokağa dökülüp, kısacık mesafeleri hakkından çok daha uzun sürelerde kat ederek ofislerine, okullarına ulaşan, akşam aynı kaos içinde yollara dökülen, evlerine ulaştıktan sonra da koşturmacası bitmeyen şehir insanlarının yaşadığı, bir parçası olduğum bu düzeni anormal buluyorum.
Günün azımsanmayacak kadar çok bölümü yollarda geçiyor. Çocuk sahibi olmadan önce zaman yönetimi bu kadar hayati değilken, insan ne kadar çok zamanını boşa ve bir hiç uğruna yorularak geçirdiğini anlayamıyor. Araba kullanarak , ya da her hangi bir taşıtın içinde trafikte geçirdiğimiz zamana çok ama çok acıyorum.
Sadece o süreyi toplasam ve günümün diğer bölümlerine eklesem, yapamadığım pek çok şeyi yapabileceğimi farkediyorum.
Öte yandan  bir günün içinde kendimize ayırmamız gereken ve yetecek olan belki sadece bir yarım saat ama bazen o bile lüks kalıyor ya, aklım almıyor bunu.
Tüm bunları çocuğa endekslemek istemiyorum. Tabii ki çocuk büyütmek, ona vakit ayırmak, çalışan anne / baba olmak kolay değil. Ama çalışan anne / baba olmayı zor yapan biraz da bu kocaman şehirlerin bize dayattığı hızlı yaşam düzeni. Yetişilmeye çalışılan yerler, mesai saatleri, minicik bir alışveriş için bile kocaman kalabalıklara girmek zorunda olmak, oralarda vakit kaybetmek..
İşten çıkıp uçarak geliyorum eve. Çocuğumla geçireceğim vakit çok kısıtlı ve kıymetli çünkü. Üzerimi bile değiştiremeden, yemek yemeden onun uyku saatine kadar oyun oynadığım akşamlar oluyor. Keza Çağlar da öyle. Hem onun hem bizim ihtiyacımız var buna. Şikayetim buna değil asla..
Benim aklımın almadığı , kabullenemediğim nokta dayatılmış bir koşturmaca içinde yaşıyor olmak.
Çalışıyoruz, kazanıyoruz , peki kazandığımızı ne yapıyoruz?
Birileri evimizi temizlesin, yemeğimizi yapsın, çocuğumuza baksın yada okuldan döndüğünde karşılasın diye harcıyoruz. Şanslı isek  tüm bunları bizim için yapan kişilerle bir uyum içine giriyor, aklımızı geride bırakmadan evimizi, düzenimizi teslim edip çıkıp gidebiliyoruz. Yok şansımız yaver gitmedi ise bu sefer herkesi ayrı ayrı kontrol etmek zorunda kalıyoruz. Ne pişecek, evde ne yapılacak, çocuk kaçta gelecek, ne giyecek ne yiyecek, hepsini tek tek düşünüp, planlayıp bir de bir başkasına anlatmak, doğru anladığına emin olmak gerekiyor.
Paramız karşılığında yine yoruluyoruz. Hem de bu yorgunluk öyle bedensel yorgunluğa da benzemiyor. Ruhumuz , beynimiz yoruluyor. Bir gün, sadece bir gün hatırlatmayı unuttuğumuz, not bırakmadığınız bir konu, ne kadar önemli olursa olsun, es geçilmiş oluyor, bunun yükü de biniyor omuzlarımıza.
Bazılarımız organize etmekle uğraşacağıma kendim yaparım deyip başka bir yol seçiyor. Kendinden çalıp yemek yapıyor, ev temizliyor yada çalışmaktan vazgeçtiği bir yol tutturuyor.
Çalışmanın karşılığı elbette sadece para değil.
Sosyal statüler, kariyer sahibi olmanın getirileri, iş hayatında olmanın sağladığı çevre, arkadaşlar, hızlı bilgi akışı, başkaları ile artan paylaşımlar ve bunlardan kazanılan deneyimler, öğretiler, dünyaya daha bir bağlı olmak biraz da..
Halbuki bu kadar zor olmamalı yaşam dengesini kurmak. Makul saatlerde ulaşılabilen ofisler, makul saatlerde biten mesailer ve ufak bir destekle aslında çok daha kaliteli yaşamak mümkün olabilmeli. Mükemmeli istemiyorum, daha insanca olanı, daha orta karar olanı istiyorum sadece.
Hani diyeceksiniz ki sen de ne yardan ne serden vazgeçiyorsun. Ama öyle değil işte..
Bahsettiğim şey ya çalış ya evde otur kararı değil.
Bahsettiğim şey çalışırken aslında bizi yoran ve yıpratanın büyük şehrin kaosu, iş yerlerinin çalışanı bir insan olarak değerlendirmemesi olduğu.
Yaşamak için mi çalışıyoruz yoksa çalışmak için mi yaşıyoruz?
Bunun cevabını hiç unutmamak gerekiyor.
Çünkü bu anormal düzen unutturuyor..

Paylaş

3 Ocak 2011 Pazartesi

Tamaaamen Çalıntıdır!

Şimdi ben, düğme bile dikemem doğruya doğru. İnce iş de gelmez elimden pek. Hani şöyle göz kararı örüvereyim bir yelek diyemem, beceremem de..
Cicili bicili süslü püslü şeylere çok düşmezken eskiden , zaman geçtikçe parıltılı şeyler, minicik ıvır zıvırlar, binbir çeşit süsler, biblolarla gözüm dönmeye başladı nedense. Belki de hep içimde bi kokoş vardı da ben mi bilmiyordum, her neyse :)   Geçen sene başında dikiş dikmeyi öğrenmek istiyorum diye kendime bile büyük gelen bir dilek dilemiştim. Evrim' le Duygu da buradaki kocaman kırmızı kutuya her bir dileğim için bir başlangıç koymuşlardı doğum günümde. İşte onların arasında kocaman bir dikiş kitabı vardı. Kitaptan ne öğrendin derseniz sadece tuhafiyeye gidince üstüme güldürmeyecek kadar bir kaç şeyin ismini ne işe yaradıklarını öğrendim. Otursam okusam daha çok şey öğrenebilirdim de, anca bu kadarına zamanım elverdi.
Ama olsun bakın işe yaramış ki şu resimde görülen acemice yapılmış ağaç ve kuş ortaya çıktı.
Benim için büyük adımdır. Hani o kadar büyük bir adım ki, heyecanla fotoğraf çekeyim derken altındaki örtüyü bile düzeltmemişim düşünün artık..
Daha başka minik ufak tefek şeyler yapmış olsam da , bunlar ilk defa gözüme güzel gözüktü, bir şeye benzedi galiba dedim.
Ayrıca her iki motif de çalıntıdır diyebilirim rahatlıkla..
Ağacın bir benzerini Füsun' un bu yazısında görmüştüm, hatta deneyeceğim demiştim, denedim anca bu kadar oldu , hatta hiç benzemedi, o resimdeki kadar kalın keçem yok zaten. Kuş ise internetteki binlerce keçe kuş motifinden benzetme işte. Yine de kuşumu yaka iğnesi yapıp takmak isteyen bir arkadaşım çıktı bile , çok mutlu oldum çok , yaşasın !

Paylaş

2 Ocak 2011 Pazar

33

Daha sakin,
Daha emin,
Daha az endişeli,
Hiç olmadığı kadar hayalperest,
Daha ne istediğini bilen,
Daha anne,
Daha anneci,
Ve daha mutlu..

Bu da dinlerken sonunu anca kayıt altına alabildiğim doğumgünü hediyem :)

Untitled from Zeynep Kara on Vimeo.

Paylaş

1 Ocak 2011 Cumartesi

İşte gitti ilk yaprak

Yılın ilk gününü bitirdik bile.. Yedik hatta öyle diyelim :)
Zamanın hızına yetişmek mümkün olmadığına göre o akışın içinden çalabildiklerimiz, keyfini çıkarabildiklerimiz, kendimize anılar yaratabildiklerimiz yanımıza kar kalıyor her zaman.
Son iki haftayı hiç yaşamamış gibiyim ama ben.
Hastalıklar, duymayan iki kulak, ofisteki hızlı değişimler, hastalıkların sonucu eve gelen anneler babalar, curcuna..
Bu iki haftadan kendime çalabildiğim 'an' annemin gelip ortama hakim olması ve kendimi kanepeye bıraktığım bir akşam üstü, geriye kalan tatlı 'anı' ise yine iki annenin sayesinde bana sadece oturması ve keyiflenmesi kalan, sakin, huzurlu, bol sohbetli bir yılbaşı gecesi oldu.
Ah bir de bugün Çağlar' la yaptığımız Kadıköy turu..
İyi ki varlar diyorum..
Arda' yı iyileştirip kendi derdime düştüğüm günlerin başında O'na olan sözümü tutup bir ağaç kurmuştum acele ile. Önce ağaç şarkı söylemediği için bozulup, sonra yeniyıl şarkısını kendisinin de söyleyebileceğine karar vermişti. Sonrasında çok bir şey duyamadım zaten :)
Son iki gündür kulaklarım biraz açıldı, dünya ile bağım tekrar kuruldu diyebilirim. Ne zormuş duymamak..
Yeni yıl eski yıl değerlendirmesinden öte ben ancak anı değerlendirebiliyorum, Çağlar' ın bunları unutmaa diye dürttüğü anları videoya almaya çalışıyor, o kaçan, yavaşlatamadığımız zamanı daha verimli , daha güzel hale getirmek için bir takım planlar peşinde koşuyorum.
Bu arada Arda büyüyor, değişiyor ama hala bizim yaptığımız herşeyi ama herşeyi kendisinin de yapabileceğini iddia ediyor. Bu aralar bizi en zorlayan konulardan biri bu. En tehlikelisinden en basitine, ne gördü ise o anda hemen dahil oluveriyor. Ben de yapiim mi? Ben de açiim mi? Ben de koyiim mi? Ben de tatayım mı?
İşte en basiti babasının gitarını çalabileceği fikri..
Bu ara favori oyuncakları arabaları, geç oldu oğlumun araba sevdasına kapılması :) Hala da tam sevda diyemem buna, kitaplar, boyalar, yedirip uyuttuğu bir bez bebek ve bolca yemek pişirdiği çay demlediği tencereleri de var oyun hayatında..Ama birinci tercihi arabaları..
Böyle park ediyor, yada otoparka sokuyor sıra ile. 
Yada legolara adamları bindirip , benzin almaya filan götürüyor..Pısss diye benzin doluyor Arda' nın benzinleri nedense :)
Legoların kule olma eziyetleri bitti ama başkaları başladı. Gemi yapalım diye geliyor mesela, yapalım ama yaparken sen de eşlik edeceksin, soracak sana ' bu demiye tim binsin?' yada acele ile penguen aranacak penduven de binsiiin denilecek. Bunu buraya tatalim mii? diye onay alınacak. Çıkarıp takması zor gelirse senin eline tutuşturacak sen tak diye..
Yeni yıl O' na geldi aslında bu sene. 
Perşembe böyle döndü okuldan.
Ne taktın sen öyle sorusuna Yılbası cini oldum ben deyince pek eğlendim. Ne demek o yılbaşı cini? :)
'Bööle bööle paymak bastım, tayt yaptım.' Peki biz de asarız o zaman :)
Okul hakkında genelde olumlu görüşlerimiz olmasına rağmen bir takım parti vs uygulamaları zaman zaman düşündürüyor bizi. Arda ise mutlu gidip geliyor okula, öğretmekten çok sevmek, eğlenmek ve paylaşmak üzerine kurulu bir sistemleri var, bu hoşuma gidiyor benim. 
'Moyel bana gelmiş, nanili ayaba' getirmiş bizim sıpaya. Sabahtan korkmasın diye sen Noel Baba kim biliyor musun diyerek ona anlatan ben değilim sanki, ilk defa ondan duyuyormuşum gibi anlatıyor o gün olup bitenleri :)
Bir gün okulda parti, ertesi gün evde ma-aile curcuna olunca O' na geldi yeni yıl tabii.
Çok güldü çok eğlendi, bol bol şarkı söyledi, çünkü cebren ve hile ile şarkı söylemeye teşvik edildi habire :) 
 Yemekte sohbete ortak oldu, bolca katkıda bulundu hatta..
 Nedense hep bu kapının yanında pozlar verdi , hadi fotoğraf çekme yapalım diyerek..
12' yi görmeden de uykuya yenildi..
Herkese mutlu seneler! :)  

Paylaş

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails