29 Kasım 2011 Salı

Birşeycilik Akşamları

Evcilik oynamayı unutmuşum..
Nasıl uyutuyorduk bebekleri, nasıl yedirip içiriyorduk?
Plastik çay takımları ile çay yapıp, masuscuktan içiyorduk ama nasıldı?
Bunları okuyan bir kızım var sanabilir ama evcilik oynamayı çook seven bir oğlum var benim, bir de bebekleri.. Baba oluyor, abi oluyor, amca oluyor, oluyor da oluyor..
Babası evde yoksa o baba ben anne oluyorum genelde.
Hatta Deniz bebek aşkına bazen o Ozan ( gerçek Deniz'in babası ) ben Canan ( gerçek Deniz' in annesi ) bile olabiliyoruz. Elindeki plastik, çıplak, uyduruk bebek ise Deniz bebek..Sonrasında takılıyoruz. Seviyoruz, oynatıyoruz, ağladığında eline oyuncak veriyoruz , böyle uzayıp gidiyor senaryolar.. Ama hep çok seviyoruz bebeği. Okşuyoruz, neyi yapmak istediğini yada istemediğini soruyoruz.
Eğer baba evdeyse o zaman o da büyükbabası oluyor bebeğin.. Mutfak bezlerinden kundak yapıyoruz bazen..
Bazen de bu uyduruk market bebeği ( evet çocuk bebek seviyor ve biz eline şöyle güzel bir bez bebek veremedik hala ve hala, ne ayıp ya! ) sadece Arda' nın bebeği oluyor, adı da Sıpal oluyor o zaman. Sıpal ne demek hiç birimiz bilmiyoruz ama bir adı var ve o isim Sıpal! İşte Sıpal olmadığı zamanlarda da ya Deniz, ya Öykü, ya Ela .. Bir şey oluyor, bir kimliğe bürünüyor mutlaka.. Oyunlara dahil oluyor..
Bu şekilde oynadığı çok sayıda peluş hayvan da var, bir köpek, bir kedi, bir koyun ve hatta bir yılan..Ha bir de salyangozlar var.
Kafalarını sevip, konuşturduğu..
Bebeği anlayabiliyordum ama peluş hayvanların çocukların dünyasında nerede olduğunu anlayamıyordum, taa ki Arda benim peluş oyuncaklarım ile bu kadar içli dışlı olana kadar.. Onları giydirip, arabaya bindirip dolaştırana kadar..
Evcilik, okulculuk, marketçilik, itfaiyecilik, tamiratçılık, aşçılık, öğretmencilik gibi sürü sepet oyun yarattığında pek çok şey gözlemliyoruz. Önce kendimizi, sonra mesela öğretmenini, onunla nasıl konuştuğunu ve iletişim biçimini.. Sonra peluş hayvanları kendi arasında konuşturduğunda arkadaşları ile arasında geçen diyaloglara - büyük ihtimalle - tanık oluyoruz.. Garson, aşçı, itfaiyeci, kasiyer ve akla hayala gelmedik bir sürü karakterde ise o insanları nasıl gözlemlediğinin farkına varmak çok acaip bir his.
Bir de oyuncak bebek ve peluş hayvanlardan başlayıp bunların gerçeklerine uzanan bir sevgi gösterisi kısmı var ki, aynı ses tonu, aynı gülümseyen bakış, aynı nazik dokunuş.. Biz de mi böyle seviyoruz acaba bebeği, kediyi, köpeği diye düşünmeden edemiyorum bazen. Herhalde böyle seviyoruz.
Özellikle de kız arkadaşlara yada kız bebeklere karşı, kıyamamakla hayran olmak arasında kaldığı sevecen haller..
Ve sürekli bir yaratma hali ve olma hali, kaplumbağadan kuşa, kuştan balığa, balıktan prense..

İşte akşamlarımız, bizim takatimiz kalmayıncaya kadar herhangi bir -cilik oyunu daha sonra da biz pestil vaziyette otururken onun halıda legoları ile uzun uzun uğraştığı, uçaktan, itfaiyeye, ordan traktöre, ordan vinçe, hatta eyfel kulesine salındığı saatler ile geçiyor.
Legoyu icat eden amca cennete gidecekse bu benim sayemde olacak, dualarımı hiç eksik etmiyorum üzerinden..


25 Kasım 2011 Cuma

Büyüme Ağrısı

Bizim evde geçen yazın baş aktörlerinden biri bacak ağrılarıydı..
Ve arada bunlara eşlik eden karın ağrıları..
Bir anda anneee bacağım acıyoooor feryadı, azcık öp - kokla - ovuşturdan sonra işine devam eden bir çocuk..
Aynı işlem karın ağrıları için de bu şekilde devam ediyordu.
Sürekli olmaması, sancı gibi gelip geçmesi , yada en en fazla 10 dk sürmesi acaba arada numara mı yapıyor bu insan yavrusu bile dedirtiyordu bana. Bacak ağrılarının büyüme ağrısı olabileceğini düşündüğüm için de çok endişe etmemiştim.
Ama karın ağrısı için aynı şeyi söyleyemeceğim.
Bir de yaz sonu bir kaç hafta evimize uğrayan kusma döngüsü ile birleşince bayağı huzursuzlanmıştım. Ben huzursuzlandım ama doktorumuz pek oralı olmamıştı. Nitekim geçti.
Geçti geçmesine de ben bugün öğrendim ki büyüme ağrısı denen şey illa bacakta olacak diye bir şey yokmuş. Yüksek oranda bacakta olmak üzere karın, göğüs, sırt, kol ağrısı da büyüme ağrısı olabilirmiş.
Büyüme ağrısı 3-12 yaş arasında, yoğunlukla da 3-5 ve 8-12 yaşları arasında görülürmüş. Gece uyandıracak kadar şiddetli olabilirmiş ki bizimkiler gündüz ağrısıydı genelde. Hızlı büyüme dönemlerinde ve sıpanın zıvanadan çıkıp deli divane koşup atladığı günlerde daha çok görülürmüş.
Bunları Arda' nın değişmesi gereken tabanlıkları için ortopedistimizi aradığımda öğrendim. Kemiklerin hızlı büyümesi sırasında kasların onlara uyum çabasıdır diye de kısa bir tanım yaptı doktorumuz. Yani göğüs kafesi de büyüyor sonuçta değil mi, en basitinden..
Ve durum aydınlandı:
Birincisi bu sıpanın boyu yazın bir anda uzadı, şimdi durdu gibi
İkincisi oram ağrıyor buram ağrıyor mızlanmaları bahçeli evi kapayıp buraya döndüğümüzden beri yok. Orda sabahtan akşama kadar çimen üstü aktivite ve suyla oynama varken evde bir halt yok tabii. Çok çok okulun bahçesinde koştuğu maksimum bir saat o da koşuyorsa..
Sonuç olarak ateş, kızarıklık, şişlik, morluk yada döküntü yoksa, kısa süreli ağrılarsa masaj yapıyoruz, azcık öpüp okşuyoruz ve takılmadan geçiyoruz. Ama masaj ile de geçmesi, en azından hafiflemesi gerekiyor ona göre..

23 Kasım 2011 Çarşamba

Dilek

Her insan öyle yada böyle öğrenir, az yada çok, içinden gelerek yada zorlanarak..
Ama öğrenir, öğrenme yetisi ile doğar..
Oysa her insan öğretemez..
Bir başkasına ufacık bir şeyi öğretmek ne zor bir eylemdir..
Kendimden pay biçiyorum.
3 senenin sonunda çocuğumun bilmesini istediğim bir şeyi ona vermeden önce,
yada edinmesini umut ettiğim bir alışkanlığı kazandırmak için çabalamadan önce,
onun öğrenme stiline uygun yolu seçmeye çalışıyorum.
İlk başta nasıl öğretebileceğimi düşünüyorum, onu kırmadan, üzmeden, istemesini sağlayarak, ilgisini çekerek, örnek olarak öğrenmesini nasıl sağlarım diye kafa yoruyorum ve ben bunu tek bir çocuk için yapıyorum ve 3 sene sonra ancak yarım yamalak yapabiliyorum..
Üstelik kendi çocuğumla aramda ucu bucağı olmayan bir sevgi, güven ve gönül bağı varken..
Bir öğretmenin tek bir çocuğa bile bir şey öğretebilmesi için önce gönül bağını kurması gerekiyor, güven vermesi, sevmesi, örnek olması ve daha nicesini yapması gerekiyor.
Zaman zaman kendi çocuğumuza sabredemezken, onun onlarca çocuğa aynı sabrı ve özeni göstermesi gerekiyor..
Hani sevilen öğretmenler vardır, bir de sevilmeyenler..
İşte o gönül bağını kuranlar ister istemez seviliyor.
Ağızlarından çıkan her söz, yaptıkları her hareket genç beyinler tarafından emiliyor..
Çok güzel anılarım var benim öğretmenlerimle..
Biraz ürktüğüm ama sonsuz bir saygı duyduklarım da oldu, içimde en ufak bir korku / çekingenlik kırıntısı olmadan karşısına çıkıp, sorabildiğim, konuşabildiğim, tartışabildiğim ve özlediğim öğretmenlerim de oldu..
Gençlik hezeyanları ile gözlerim kızarmış girdiğim okul tuvaletine arkamdan girip, bana kocaman sarılan ve ne oldu diye bile sormayan öğretmenlerim oldu, çok şükür..
Kötüleri de oldu ama ilk anda hiç biri gelmiyor aklıma işte..
Geçen sene allah karşımıza iyi öğretmenler çıkarsın diye dilemiştim.
Çocuklarımız adına dileğim hala yerinde duruyor..
Benim güzel andığım gibi, anılarında sıcacık kalan öğretmenleri olsun oğlumun ve tüm çocukların..
Ve öğretmenler,
hani daha yeni 75 tanesini duvarların altına gömdüğümüz öğretmenler..
Hayatta kalan ama deprem bölgesinde okullar kapalı olduğu için ücretlerini alamayan öğretmenler..
Bu 24 Kasım asıl onların olsun,,
Hem savuralım onları bir yana, çektirelim, zora koşalım.. Hem de çocuklarımızı çok sevsinler, koruyup kollasınlar, çocuklarımızın karşısına çıktıklarında akıllarında bir tek bizim yavrularımız ve onların geleceği olsun isteyelim..
İsteyelim bakalım.. Belki olur..
Yüreğinde sevgi olan tüm öğretmenlerin öğretmenler günü kutlu olsun!



22 Kasım 2011 Salı

Herkes boyamayı sevmek zorunda mı?

Yok delirmedim..
Alfabe, okuma, yazma, sesleri tanıtma gibi bir çabaya da girmedim..
Son günlerde 'A' harfine karşı duyduğu sempatiyi daha eğlenceli hale getirsin istedim ve o kadar yaratıcı! bir anneyim ki, eğlenceli hale getirmek için sadece çocuğun sevmediği boyama faaliyetlerini bulabildim!!
Ama bu arada bir kaç şey farkettim..
Şimdi bu çocuk kağıt, kalem, boya sever bir çocuk değil..
Boyalara karşı ilgisi onlarla ilk tanıştığı dönemde daha yoğundu,sonra sonra çizmek, boyamak, hadi resim yapmak diyelim genel olarak hiç çekici gelmedi ona..Gelmeme nedenini de biliyorum, ince motorda hiç başarılı değil kendisi ve yapamadığı şeyle uğraşmak istemedi..
Başlarda ben bunu masa başında oturma süresinin kısalığı ile ilişkilendirip, konsantre olamama problemi ihtimali ile bir güzel düğümleyip bir miktar endişelendim. Ne de olsa anneyim değil mi?
Bir de üstüne okuldaki boyama faaliyetleri sırasında sözlü itirazlarda ve neden bu faaliyetin yapıldığı ile ilgili sorgulamalarda bulunduğunu öğrenince iyice huysuzlandım.
Ama konuyu takibe aldığım süre sonucunda vardığım noktada bir kaç madde var.
Birincisi, anaokullarında sınırlı boyama yaptırılıyor, gerekçesi ise yazmaya hazırlık..Gerekli mi? Bence değil. Ama madem bu okulu seçtim, şimdi de neden boyama yaptırıyorsunuz gibi bir eleştiri ile gitmeyi doğru bulmadım.
Benim geçen seneden beri deştiğim konu, bu sınırlı boyama ve herhangi başka bir faaliyet dayatılıyor mu yoksa istemeyen yapmamakta özgür mü? O kadar çok sordum, o kadar çok dürttüm ve dikizledim ki sonunda istemeyen her çocuğun masayı terk edip gidebildiğine ve istediği diğer bir işle meşgul olduğuna ikna oldum. Arda' nın bu olaydaki farkı( farkı derken farklı davrandığı durum), masayı terk etmeden önce neden boyama yaptıklarına dair bir cevap almaya çalışması..
İkincisi, evet yaz başından beri fiziksel hareketliliği kendi sınırları çerçevesinde çok arttı, evet durağan faaliyetlerden daha çabuk sıkılır oldu ama öte yandan işin içine makas, yapıştırıcı, yırt yapıştır işleri, baskılar gibi şeyler girdiğinde çok daha uzun süre konsantre kalıyor ve ortaya bir şeyler çıkarıyor, en azından çabalıyor..
Üçüncüsü, durağan faaliyetlerden sıkılıyor ama legolar, kaplalar, tahta bloklar zaman zaman da hamurlar gibi kur-yap-boz oyunlarını uzun sürelerle oynuyor. Peki bunlar da el, parmak ve bilek kaslarını geliştirmez mi, hani madem amaç yazmaya hazırlık?
Gelelim yukarıdaki ' A' mevzuuna, A harfinin kendisi ile değil, Arda' dan beklenildiği üzere sesi ile ilgili daha çok. Büyük AAAA diyerek yüksek perdeden, küçük aaa diyerek alçak perdeden bağırarak kendince espri yapıyor. 'A' ile başlayan kelimeleri seçiyor ve bir kaç gündür de kitap metinlerindeki 'A ' harflerini buluyor.
Boyama işi kendisine zul gelse de, işin içine A harfi ve A ile başlayan bir takım nesneler girince, oturup bal gibi de boyadı işte..Başka var mı diyerek ve hatta ambulansın üzerine aydede yapmaya çabalayarak..
Yani herkes boyama yapmayı sevmek zorunda mı? Hayır, sevmek zorunda değil..
Hele ki sınırlı boyama gerçekten sevilesi bir şey mi? Bence zaten hiç değil..
Peki yaratıcılık sadece resim yaparak mı gelişir yada belli olur? Bence bu da hayır.. Bambaşka nesnelerden bambaşka şeyler yaratabilmek, birşeyleri altalata - üstüsüste - yanyanda koyup bir şeyler ortaya çıkarmak da yaratıcılık değil midir? Benim hiç ama hiç yapamadığım şeydir mesela bu. Olanı sadece kendi işlevi için kullanır daha da başkasına akıl erdiremem.
Sonuç olarak sevmediği bir şeyi çocuğa yaptırmak anlamsız, o da zaten neden yapıyoruz ama ben bunu yapmak istemiyorum diyerek kendini gayet net ifade ediyor. Evde de okulda da istediği şeyi yapmasına müsade eden bir ortam varsa, gerisi önemsiz gibi geliyor.. Şimdilik..
Çocuk bu sağı solu belli olmuyor, bugün resim sevmez dediğim çocuk yarın öbür gün kafasını kağıttan kaldırmazsa ona da şaşırmamalıyım..



Bir Kahve

Hava buz gibiydi, puseti arnavut kaldırımda itmekten yorulmuştuk, bir de yürümekten,,
Pusetin taşların üzerinde zangır zangır sallanması beşik etkisi yapmış Arda uyumuştu,,
Saat de öyle fenaydı ki, hani uyumasa iyiydi aslında ama o anda uyumasını da istiyordum bir yandan,,
Hava karardı kararacak ama incik boncukçular hala açık,,
Tur otobüsleri gitmiş geriye kendi arabası ile gelenler ve yerliler kalmış sadece,,
Bir ısınsak diyoruz, bir çay, bir kahve deyip oturmadan geçemediğimiz Arasta Cafe' ye giriyoruz, çünkü canımız eve de girmek istemiyor, hava güzel, soğuk ve güzel,,
Sütlü nescafe istiyorum, bir yandan da şimdi sıcak suya süt damlatıp getirecekler çay mı içseydim diye düşünürken bu tepsi önüme konuveriyor,,
Hazine bulmuş gibi seviniyorum!
Daha fazla keyif isteme hakkım yok, zaten daha fazlasına da gerek yok,, Buz gibi havada, yorgunluğun üstüne nasıl iyi geliyor o kahve,,
İşte şimdi de kendime öyle güzel bir kahve yapacağım, kırmızı dalım yok ama komik çubuklarım var kahve karıştırmalık, onlardan birini de içine atacağım,,
Ve dileyeceğim: o kahve öyle iyi gelsin ki bana , yapılacakları bir çırpıda sıraya dizivereyim, bir dee hani o habire aradığım daldan dala uçtuğum da bir tülü konamadığım durağı hemencecik buluvereyim, olmaz mı? :)
Hadi bakalım..


21 Kasım 2011 Pazartesi

Fıstık Yeşili

Bu paketleri görüp de sevinmeyecek çocuk var mıdır? Sevinmesi için içini açmasına gerek bile yok, paketin rengi yeter.. 
ve aslında düşünülmüş olmak yeter de artar bile..
Umarım boş bir kibrit kutusu bile olsa verilen hediye, hatırlanmış olmaya sevinebilen, gözden uzak olanları gönülden ırak tutmamayı becerebilen bir çocuk yetiştirebiliriz..


20 Kasım 2011 Pazar

Uyuyan çocuk iyidir

Dünkü uzun öğle uykusu gece bize 11.30 civari artık ne yapacağını bilemeyen ama uykusu da yeni yeni gelen, vidaları gevşemiş bir çocuk olarak geri dönmüştü. 
Biz alışık değiliz öyle geç yatan çocuğa..
'Ah dostlar biz alıştırdık erken yatmaya' mevzusu değil bu.. Kendisi uyku sever bir bünye de ondan..
Bayram seyran misafir durumları hariç dokuz buçuk - on civarı sızmamış olursa - ki parmakla sayılır böyle geceler - bizde ( ben ve Çağlarda ) ayar kaçıyor. 
Dün gece evde arbede çıkmadan uyudu uyumasına ama bu gece kendisini dokuzda yatağa sokmayı kendimize görev bilmiştik. Neyse ki öğleden sonra kudurmasına olanak sağlayan Nil kızın doğum günü bu akşam daha dokuz olmadan kuzu kuzu yatmasına olanak sağladı..
Uyuyan çocuk, uykusunu alan çocuk, keyifli uyanan çocuk iyidir.. Uykusunu alamamış çocuğun gazabından korkarım ben :) 
Geniş alanı test etmece
 Totosunun bile sığmadığı düdük kadar bir araba ile hız yapmaca
Aynı araba ile balon biçmece, kimselere kaptırmamaca
 Boş anlarda koşmaca, atlamaca, zıplamaca
 Hacıyatmaza kafa atmaca
Pastadan şeker çalmaca
ve şekerleri hüpletmece
'Ve sakin bir keyifteyiz şimdi'  diye bitirecektim ki yazıyı ' Arda uyuyunca da evde ses kalmıyor yahuu, böyle de keyfi yok' deyiverdi koca kişisi.. Eh be kocacım dün akşam kendi kendine bu evde 9'da u-yu-na-caaak diye dolanan sen değil miydin? Ne yardan ne serden derler bu yaptığına..


16 Kasım 2011 Çarşamba

Güneş Böceği

Bu tek gözlü yampirik robotu geçen cumartesi günü Santral Atölye' de yaptık..
Organize bir etkinlik içerisinde birlikte (ailece) birşey yapmanın keyifli bir şey olduğunu Music Together'da öğrendik ilk defa. Evde hep birlikte oynadığımız oyunlardan, danslardan, sohbetlerden farklı birşeydi bu. Herkesin hoşlandığı ortak bir paydada buluşmak gibiydi.
Aynı zamanda başka insanlarla da kaynaşmak için bir fırsattı..
Ayrıca hiç yaratıcı anne babalar olmadığımızdan ufkumuzu açan olaylardı bunlar..
Santral İstanbul' a ise hiç gitmemiştik..
3-6 yaş etkinlikleri Arda için uygun gözüküyordu..
İşin içinde robot olması babanın ilgisini çekiyordu..
Ben ise sadece merak ediyordum..
Tüm bu nedenler yüzünden Cumartesi sabahını soğuğunda üşenmedik gittik, her ne kadar evden çıkışımız biraz acılı olsa da..
Santral İstanbul ' un çocuk atölyelerinin bir kısmı 3-6 yaş aralığı için hazırlanmış ve atölyelerin öğretici olması hedeflenmiş. Bu yüzden de robotu yapmaya başlamadan önce uzun sayılabilecek bir girizgah yaparak güneş enerjisi nedir, ne işe yarar, nerelerde kullanılır gibi minik bilgileri basitçe vermeye çalıştılar. Ancak 3-6 yaş büyük bir aralık ve 3 yaşındaki bir çocuk ile 6 yaşındaki bir çocuk bu girizgahı aynı dikkatle takip edemiyor. İçeriye girmeden önce herkesin gelmesini beklediğiniz süreyi de işin içine katarsanız, çocuğun robota ulaşması için oldukça uzun bir süre sabretmesi gerekiyor.
Sabır kısmında bir sorun yaşamadık, erken erken 'kreş çocuğu' olan Arda ( ki bu iyi mi kötü mü hala bilemiyorum ) zaten etkinlik, faliyet, atölye kelimelerine aşina olduğundan, bütün bu uzun bekleyiş ve dinleme seansının sonunda hedefe ulaşacağını biliyordu. Yine de asıl dikkatinin yoğunlaştığı an malzemelerin tanıtıldığı an oldu. Teller, kartonlar bir de o telleri kesmek için kargaburun ve keski kullanacak olması onu yeterince motive etti. İkinci yoğunlaşma anı ise robotun hareket edip etmediğine baktığımız andı.
Geri kalanında biz, bize öğretildiği ! :) gibi robotumuzu yaptık, o da biraz kıvırdı büktü kesti..Sonlara doğru zaman zaman sandalyesinde ayağa kalkarak, zaman zaman güneş böceği diye robotu çağırarak, 'bana uzun geldi bu mesai'  sinyallerini verdi.
Katılımcıların yaş ortalamasına bakılarak konunun yönlendirilmesi ve örneğin kömürü anlatmak için yer altından çıkan taş gibi siyah şey, hani ellerimiz kara kara olur diye sormak yerine, kardan adamın gözlerini neden yaparız demek çocukları aktiviteye daha çok ısındırabilirdi.
Tüm bunlara rağmen elimizde robotumuz ve ona yaptığımız kafes ile ara sıra yeniden gidilebilir diye düşünerek çıktık, özellikle de geniş bahçesinde koşmak için güzel havalarda..


14 Kasım 2011 Pazartesi

Boş Ev

99 depreminden sonra yurdun camlarındaki demir parmaklıklar üstüme üstüme gelince, sanırım bir daha asla oturamayacağım güzellikte bir öğrenci evim olmuştu. Anadolu Hisarının tepesinde, mahalle içinde, üstelik bahçeli, kocaman balkonlu, köpekli kedili, hem de manzaralı..
O evin kirasının nelerle ödendiği, annemle babamın bir yandan deprem anısı, diğer yandan çocuklarını kocaman bir şehirde, tek başına oturtmanın verdiği iç huzursuzlukları ile nasıl başa çıktıkları başka başka hikayeler..
O evdeki ilk kışımda hiç yalnız kalmadım ben..
Kızların biri yoksa biri gelirdi..Yalnızlıktan ürktüğümü, uykularımın aylar sonra hala bölündüğünü bilirlerdi, hiç ses etmezler sanki zaten orada yaşıyormuş gibi damlarlardı eve.. Onların varlığı çok iyileştirdi beni o sene..O evde okuduk, eğlendik, sıkıldık, misafir ağırladık, yeni yıllar kutladık, bahçedeki azgın ve kızgın köpeğin elinden kıl payı kurtulduk defalarca..O zamandan sonra evim hiç boş kalmadı. Daha sonra Canan' la birlikte oturduğumuz bekar yıllarımızda, yine dolar taşardı evimiz..Kardeşler, sevgililer, arkadaşlar, eş dost, kediler..
Zamanla hepimiz yalnızlaştık, küçük ailelerimiz minik arkadaş gruplarımız oldu.. Hepsini çok sevdik, öyle de mutlu olduk, hem de çok.. Ama son haftalarda kapımızın çokça çalınması, evin bir dolup bir boşalması, araya bir de bayram girmesi, büyükler küçükler herkesin ister istemez bir araya toplanması o günlere götürdü beni..Bayram dönüşü biraz dinlenip Canan- Ozan- Deniz üçlüsünü beklerken, aradığım arkadaşlarımın hiç biri nerede buluşuyoruz demedi, herkes evin yolunu biliyordu ve zaten hep buraya gelinirdi..
Bir hafta önceki doğumgünü toplaşmasından sonra da böyle güzel bir his kalmıştı içimde, evet bu aynı histi işte..
Hızlı bir yemek organizasyonu yaptık ailecek ve sanırım yıkadığı brokolilerin, rendelediği kerevizlerin, tencereye attığı barbunyaların arkadaşlarımız için olduğunun farkındaydı cüce, pek hummalı çalıştı..
Evrim - Demir ikilisinden her zamanki gibi bomba bir oyuncak seçimi kalabalık evde uykuya direnme saatlerinin acısını azalttı..Kulakları bol bol çınladı :)
Bu sabah boşaldı tüm ev.. 
Babalar işe, sıpalar okula, bu yamuk emzikli gülen surat anneannesine yol aldı..
İşte şimdi üstüme yıkılıyor duvarlar..
Yaşlandıkça annesine benziyor insan, birileri gittikten sonra içime çöreklenen boşluk hissini biz evden çıkarken annemin yüzünde de görürüm hep.. Bu his o his işte..
Ama olsun evimizi dolduracak kadar çoklar ya varsın olsun onlar gittikten sonra ben bomboş kalayım :)

4 Kasım 2011 Cuma




Bir kaç gündür gündem yoğundu..
Erken erken doğumgünü kutladık ve 
bu sene gerçekten kendi istediği için kutladık..
Anlayıp, sevinmesinin tadı bir başkaymış..
Şimdi yolculuk zamanı..
Güzel bir bayram, güzel bir mola olsun herkes için..

1 Kasım 2011 Salı

Bugün ayın biri..

Dört dilek diledim bugün..Dört minik dilek..
Gerçekleşmesi yada gerçekleşmemesinden öte uzun süredir birşey dilemediğimi, gerçeklikle çok fazla haşır neşir olduğumu farkettim.. 
Dileyecek birşeyler bulabildiğime, umutların şöyle bir üfleyip tozları aralayınca ortaya çıkabildiğine ise çok sevindim..


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails