13 Aralık 2012 Perşembe

Günün yetmemesinden tek yakınan ben değilim, ne çabuk akşam oluyor, ne çabuk kendimizi uykuya teslim ediyoruz belli değil..
Ama sanırım aynı anda da yaşlanıyorum ! :)
Sabahları saat 5.30 ben hop ayakta!. Bu ne yahu?
Sabahları 5.30' da kalkınca gün yetiyor mu? I-ıh!
Daha gün aymamış,kimse ayılmamış, daha sabah soğuğu var, karanlık..Güne yetişmek için birşey yapasım gelmiyor o saatte içimden.. Tek isteğim okumak oluyor, al kitabını eline ve güneşi bekle, miss..
Uzun zamandır okuyamadığım kadar çok kitap devirdim sabah saatlerinde :)
Arada kalkıp kendimi ev işine de vurduğum oluyor ama yine de kahve-kitap yada kahvesiz, sıcak yatakta kitabın keyfi başka oluyor..
Bu sıralar eve dönüş de gecikiyor..
Arda'yı babası topluyor okuldan..Dükkan koliden, paketten geçilmiyor..
Sağır sultana duyuracak kadar yazdık orada burada fuara gidiyoruz diye..Pek heyecanlı, pek koşturmacalı ama gel gör ki bir o kadar da stresli ve yorucu..
Aklım fikrim standın önüne dizdiğimiz kolilerde :)
Ya bir şey olursa? Ya birşey devrilirse üstüne? Ya biri alır giderse? Se'ler sa'lar uçuşuyor kafamda..
Daha önce de fuar organizasyonu yaptım ama hiç bu kadar incik cıncık ürünle yapmamıştım..
Paranoyak mıyım neyim?
Kapıdaki güvenlikçilerle ahbap oldum stand kurulurken :)
Biraz önce son posta da çıktı yola..
Bayağı bayağı minik İyi Cüceler kurduk oraya! :)
Kitaptan oyuncaktan başladık, cücettolarımız, boyalarımız, kağıtlarımız, aylık programlarımız burada ne varsa herşeyden bir parça götürdük. Çocuklar yere otursun diye halı bile attık standın ortasına. Latife okurken etrafında toplaşıversinler diye düzenek, aynı dükkanda yaptığımız gibi..
Heyecanlı ve yorgunum nitekim :)
Şu üç günde çocuğumu ne kadar görebileceğim, kendisi okul, baba ve kocaman hala döngüsünde ne kadar rahat edecek bilemiyorum ama her güzel işin de bir zor yanı var, değil mi?
Yarın okulda, babası yine bir tiyatro ayarladı Cumartesi günü için, birlikte gidecekler, Pazar günü de halası ile başka bir yerdeki bir şenliğe gidecek, derken haftasonu bitecek..Fuara da gelir elbet bir ara :)
En çok hayal oyunu oynamayı seviyormuş kendisi, o yüzden oyuncakları ile çok oynamak istemiyormuş..
Bu sıralar inci inci üstüne çıkıyor ağzından, bir kısmı da inci değil, kocaman yorgan iğnesi kıvamında..
Evvelsi akşam yalnızdık, mutfaktaki işimi bitirene kadar oyalanması için, yada yanımda oynaması için bir nevi yalvardım, olmadı..
İşim bitince odasına gittik, hem oynuyoruz hem konuşuyoruz, daha doğrusu ben konuşuyorum, yok efendim işimi çabuk yapabilmem için izin verirsen oynamaya daha çok vaktimiz kalır vs vs.. Bağırmadım, kızmadım ama artık ne hissetti ise, durdu
 "Anne, ne zaman bitecek bu bana kızman şu anda?" dedi!!
Kızmıyorum dedim, hala açıklıyordum ki saf saf, kendimi tuttum sustum bir yerde..
Aynı akşam kitaplarımızı alıp yatağa gittik ama onun aklı hala akşamki konuda.
"Ama anne dedi, ben bazen ne oynayacağım bilemiyorum, senin bana söylemeni istiyorum".
Ben yine başladım, söylerim ama sen kendin de bulabilirsin, canın ne istiyorsa yapabilir beni de çağırabilirsin vs vs. Bu sefer de;
"Tamam anne tamam hepsini anladım söylediklerinin, hadi kitap okuyalım" dedi tıktı lafı ağzıma!
Çok konuşma dedi bir nevi. Söyledim işte ne istediğimi, yapıver dedi belki de..Bilmiyorum..
Tek bildiğim, bu işe soyunma sebeplerimden biri olan, işimden, kariyerimden vazgeçme nedenim olan sakin düzen moduna, Arda' yı karşılayabileceğim, onunla aynı anda evde olduğumuz saatleri mutfakta harcamayacağım moda en kısa zamanda dönecek olmam.
Şükür ki bunu yapmak eskisinden daha kolay..
Ve şimdi tekrar başa dönüyorum: )
14-15-16 Aralık tarihlerinde Lütfi Kırdar Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı'n da düzenlenen IBS Anne Bebek Çocuk Fuar'nda 2. Salon Stand 17-18'deyiz, bekleriz :)

6 Aralık 2012 Perşembe

Empati

Azıcık geç geldim.
Uyumuş sıpa.
İyi ki de uyumuş, bu sıralar sabahları kendisini kazıyoruz yataktan. Geçen sabah 4 yaşında uyandıramazsak, 14 yaşında ne yapacağız diye iç geçirtecek kadar kalkmamakta direndi hatta.
Ve iyi ki de uyumuş, sanki 4'ü devirdiğinden beri daha bir kolay herşey. 4 yaşına ramak kala geçirdiğimiz azap dolu günler sanki bir sakinledi artık.
Daha makul, daha bir kocaman çocuk gibi..
Ya da bilmiyorum, fırtına öncesi sessizlik belki bu geçirdiğimiz dönem..
Ne olursa olsun soluklandık bir,  iyi geldi..
Yorgun hissediyorum son günlerde.. Bıkkın hatta.. Bazen enerjim tavan yapıyor hemen ertesi gün ise sönük bir balon gibi bırakıldığım yere yapışıp kalabiliyorum. Çok fazla okumak, çok fazla birşeyler seyretmek istiyorum, genellikle de yarım kalıyor hepsi..Sonunu getiremiyorum,, Yada çoğunlukla hiç başlayamıyorum,,
Her zamanki gibi listelerim var, yapılacaklar, yapmak istediklerim vs vs :) Bitmez bu listeler, ne biter ne yetişir :) Biliyorum artık :)
Tabii ki her şey bu kadar sıkıcı ve boğuk değil, arada hatırladıkça gülümsediklerim de var, mesela:
Tam da küçük adamla gündemimizde diğer insanlara karşı nasıl nazik oluruz, nasıl saygı gösteririz konuları varken ve haftasonu dükkan şu aşağıdaki fotoğrafı yaşarken, kendisi kulağımın dibinde müzik!! yapıyordu..


Annecim dedim, istersen etkinlik bitince müzik yapalım. Şimdi kitap okumaya ne dersin? 
Aldığım cevabı ve yüz ifadesini hiç unutmayacağım: 
' Ama anne ben senin şu anda çok yorgun olduğunu biliyorum. O yüzden kendim müzik yapıyorum. Sen nasıl kitap okuyacaksın ki bana?'
Ve okudum, tabii ki okudum.. Hem de en uzunundan Yemeğini Arayan Tırtıl'ı okudum. 
Ve günlerdir bu empati-sempati örneğine seviniyorum, garip mi? :)

22 Kasım 2012 Perşembe

Bol kitaplı bir günaydın yazısı :)

Bir gece önce fiki fiki bilgisayarın başında tee kaça kadar oturduğumdan olsa gerek, dün akşam oğlanla birlikte küt diye sızmışım ve tabii saat 6.00 olmadan dikildim ayağa.. Ama ne dikilmek. Oğlanın yataktan uçuşunu son anda engellemek üzere, yatağın öbür tarafına kendimi fırlatmak sureti ile ayıldım!
Kendi yatağına götürmeyip, kitapla sızdığımız gecelerde olası yataktan düşme ihtimalini bu sefer de uyku içinde önledim, nasıl oluyorsa artık..
Çok düştü bu sıpa yataktan.
Ama bizim yataktan düşmesinden korkuyorum. Hem yüksek, hem komidinler var iki yanda..Eskiden yastık vs koyardık yanına yöresine, şimdi yastığa tekmeyi vurduğu gibi uçuyor yastık. Kendi yatağı zaten yerden bitme, düşse de birşey olacağı yok.
Aslında asıl konu Arda'nın yataktan düşmesi filan değil.O kafamı toplamak için girizgah oldu :)
Bu aralar eve iş taşıyoruz Biranda ile. Zaten kafamızın içinde hep taşıyorduk da, şimdi elimizde, çantamızda, bilgisayarımızda da taşıyoruz. Hadi hop açtım dükkanın kapısını, birileri gelsinle olmuyor. Yapsan olur aslında da insanın içi durmuyor.
Geçen haftalardan birinde, günü gerçekten çok çok kötü geçen bir arkadaşım ağlamaklı bir halde geldi cücelere, kimse de yoktu şansına. Azıcık konuşup onu rahatlatmaya çalışırken içeri giren çocuklarla birlikte sohbet de yarım kaldı ama yarım saat sonra uzaktan baktığımda artık gülüyordu. Çocuk gürültüsü bazen insanı ezse de genelde olumlu bir hava, iyi bir elektrik yaratıyor ortamda.
Dün kitap fuarında da aynı hissi yaşadım. Bir sene önce, daha İyi Cüceler' in esamesi okunmazken, biz kendi kitapçımız için didinirken, fuara gitmiştik. İki adet aklını oynatmış kitapçı açmaya çalışan kadın olarak birileri ile tanışıyor, kendimizi anlatıyor, fikir almaya çalışıyorduk. Etrafta dolaşan çocuk grupları, onların aralarında sürükleniyor olmamız, uğultu ve binlerce kitap ile gözümüzün dönüp, bir o kadar da ne yapacağız korkusunu içimizde hissetmemiz çok da uzak değil işte.
Ama bu sene o uğultu beni yerden yere vurmadı! Sanırım öğretmenler de böyle böyle sese bağışıklık kazanıyorlar zamanla (Kulakların nasır bağlaması da diyebiliriz )  :))
Etrafta gezen çocuk gruplarına iki şey düşünerek baktım: Umarım bir gün neye baktıklarını bilerek, ne aradıklarını bilerek gezerler, çünkü şu anda bedava ne var burada diye yanaşıyorlar standlara :)) veee  bunların başında kimse yok muuu!!!???
Aralarında sürüklenmek koymadı ve konuşmalarından hayrete düşmediğimi farkettim.
Ve tabii bi zahmet olması gereken bir şey, kitapların arasında kaybolmadım, kaybolmadık..
İyi hislerle çıktık fuardan.
Organizasyondan filan hiç bahsetmiyorum, merak edenleri Yıldıray' ın yazısına alalım burdan..
Ama ne var ki o kadar dolaşıp kendimize bir kitap almadan çıktık..Evdeki sıpaların payına düştü tabii birşeyler ama bize düşmedi :) Hatta o kadar ki, kendime kitap almak için kitapçı raflarında dolaşmayı özlediğimi farkedip, dün akşam daldım bir yere. Ama aradıklarım yoktu ve sipariş verdim, gelince arayacaklar!! :)))
Sonuçta benim için bu hislerle ayrıldığım ilk fuardı ve tadı damağımda kaldı.
Bir sürü kitap var aklımda şu anda..
Buraya kitap yazmaya, önermeye de çekiniyorum artık, sanki bunları da benden alın dermiş gibi :( Ama öyle değil aslında durum..
Kitap satan bir anne olmanın ötesinde Arda' nın sevdikleri, benim okurken sevdiklerim ama onun pek takmadıkları, ikimizi de bayanlar, babayı uyutanlar gibi pek çok kategori var bizim evde..Anne olarak paylaşasım var. Bir sonraki posta artık, şimdi gidip sıpayı uyandırma vakti.
Herkeslere günaydın! :)

8 Kasım 2012 Perşembe

Ağlak anne pasta süsü arayışında..

Çocuk demiş ki, pastamın üstünde krallı bişi olsun.
Anne de dümdüz normal bir çikolatalı pasta üstüne kral tacı ve kılıç yapar mısınız demiş pastacıya, pastacı da tamam demiş.
Sonra pastayı bir almış ki anne üzerindeki taç da kılıç da kırık..
Çocuğun gözleri sulanmış, kaldı ki kendisi biraz safmış. Çünkü daha o sabah öğretmenine "Ben bugün doğumgünü çocuğuyum ama annem pastayı çantama koymadı. Unuttu galiba"  demiş!! :)
Kapıda da önce pastayı görünce sevinip, sonra üzerindekilerin kırık olduğunu görünce üzülmüş çocuk..
Sonra da hemen çark etmiş: "Ben zaten kralla kraliçe istemiştim pastamın üstüne..hıh"
Ağlamamış ama çok içerlemiş.
Anne gözünden anlamış durumu..
Zaten keşke ağlasaymış daha kolay olacakmış..
Tamam demiş anne , yetişmemiş kralla-kraliçe, ama ben yetiştirip getireceğim parti zamanı, sen merak etme!..
Demiş ve çıkmış..
İşte o andan sonra anne olan bendenizin maratonu başladı efendim. Önce pastacı ile telefonda dalaştım. Ardından ağladım ağlayacağım , pastaneleri geziyorum ki pasta üzerine süs bulayım.. Vaktim dar, hava yağmurlu, trafik fena.. Aradığım şey de kralla kraliçe!!
Bir anda aklıma pastanın üzerine pasta süsü yerine oyuncak kral ile kraliçe koysam fikri geldi ve oyuncakçıya çark ettim. Yol üstünde de başka bir pastacı görüp, bir anda oyuncak fikrinden tekrar çark edip içeri daldım.
Durumu anlattım, çok acil, ağlıyor çocuk ( halbuki ağlayan benim o anda! ), çok üzüldü bana bir minik süs ne olur derken, yok dediler sadece süs yapamayız. Sonra benim halime acımış olacaklar ki tamam dediler ama  sizin istediğiniz saate yetişmez. Tamam olsun dedim, yetiştirebildiğiniz zamana yapın.
Ordan çıkıp yine de girdim oyuncakçıya, o muydu bu muydu derken, iki adet playmobil adamcığı, biri şovalye, biri kraliçe,  ilişti gözüme. Kaptığım gibi doğru okula geri.. Mutfağa girip koydum pastanın üstüne, sanırım o an deli olduğumu düşündüler :)

Sonuçta Arda pastaya bakıp adamları görünce keyiflendi..
Ve annenin pastayla ilgili vicdan azabı hali de o anda bitti..
Anne olmak böyle birşey sanırım. Sürekli muhakeme yapmak, olur olmadık şeye içinin cız etmesi mesela..Kendine kızmak, başka bir zaman olsa asla istemeyeceğin ricacı olmayacağın şeyler için , tanımadığın insanlarla ilişkiye girmek, birşeyler istemek..
Belki hatırlamayacak Arda 4 yaş doğumgününü ama ben hiç unutmayacağım :)
Daha sonra o pasta süsleri için yalvar yakar olduğum pastane de aradı geriye beni. Çok şeker bir kral ve kraliçe yapmışlar yanyana. Diyorum ya çok acıdılar bana :)
Gösterdim Arda' ya, haftasonu anneanne ile Defne gelince minik bir pastaya yine mum dikeriz bunları da üstüne koyarız dedim ama o playmobil adamları ile daha mutluydu sanırım. Tamam dedi çekti gitti :)

4 Kasım 2012 Pazar

Çıkartmalı Canavarlar Kitabım


Bizim evde çok sevildi bu kitap.
Evde kendi canavarını yapmak isteyenlere şiddetle öneriyoruz :)



31 Ekim 2012 Çarşamba

Bu seferki ani geldi fena afalattı

Okul kapısında dikiliyorum.
Arda binbir oyalanma taktiği ile ayakkabısını ve üstünü güymiş, çantasını sırtına takmış ama öğretmeni ve anneyi aynı anda bulduğundan bir gösteriden ötekine geçmekte. Yok bilmemne dansı, yok bir anneye bir öğretmene sürpriz öpücük filan..
Derken telefonum çalıyor. Biranda Günün Çorbasını okudun mu diyor.Yok diyorum, hah diyor hani terrible two, incredible three var ya , sonrası da fucking four'muş!! Gülüyor:) Haa diyorum o bizim evde şu anda işte!! Beni de bir gülme tutuyor ama neye güldüğümü ne Arda' ya ne de öğretmenine anlatmam mümkün değil çıkıyoruz.
O anda Yeliz' i görsem alnından öpeceğim, hay ağzına sağlık diye.
Adını koyamadığım delirme hallerine belki kendi koymuş o ismi belki de benim cahilliğim ama son bir haftadır yaşadığımız anlamsız bütüün sinir harplerinin açıklaması o işte: Fucking Four! :)
Ben kibarca döndüreyim günlerdir yok yaş dönümü yok bilmem ne diye arkadaşlarıma. Yok anacım kibarlığa gerek yok, adam kan kusturdu bana geçen hafta. Ama gururluyum ki hayatımda olmadığım kadar sakin kalmayı başarabildim, yehu! :)
Habire küsüyor sıpa. Ota boka küsüyor desem yeri..Ellerini kendine dolayıp şişiveriyor birden. Yada bir inat silsilesine tutuluyor, anlatıyorsun, güzelce, tamam anladım amaaaa diyor ben yine de öyle olsun istemiyorum. Benim istediğim gibi olsun! E be çocuğum  ben ne konuştum bir saattir, neden konuştum?

Oyalamak, unutturmak yaptığım bir şey değildir. Böğürsün tercih ederim. Kolay kolay a bak kuş geçiyora getirmem konuyu. Ağlar, zırlar, öpüşür koklaşır biter mevzuu-ya da bitmez- ama en azından neye ağladığını bilir. Gel gör ki geçen hafta yok olmadı. Ağlamanın da sonu yok, anneye babaya ya sabır çektirmenin de.
İtiraf ediyorum bir kaç sefer oyaladım aklını.
Yahu 50 mt lik yol yarım saatte yürünür mü? Durup durup bir bahane uyduruyor, dikiliyor yolun ortasında,gelmiyor, küsüyor bişiler..Bir de boyundan büyük laflar, 'ikimiz de sinirliyiz anne!' filan..
Bir kaç kere Çağlar' ın nevri döner gibi oldu ki hayatta yapmaz, ben cırlarım daha çok, aman dedim dur. Karşımızda bilemediğimiz bir vak' a var:)
Anladık yaşı dönüyor tamam da, bu bir garip..Günaydın diyorsun ona bile kızıyor. Asabiyetin böylesini görmedik daha önce.
İte kaka, bolca derin nefesler çekerek tatili tamamladık.
En son Pazartesi günü sabah mecburum dükkana gideceğim, Arda' yı Çağlar' la başbaşa bıraktım ama sanki kocamı bir canavarla başbaşa bırakmışım gibi huzursuzum.Çünkü cücenin neye ne zaman delireceği belli değil.
Çağlar beni sepetlediği anda ( çünkü ben ödül ceza mevzularında pek başarılı değilim)  almış eline kağıdı kalemi, bak demiş yaptığın her zırvalığa bir ağlayan surat, yaptığın her aklı başında harekete de bir gülen surat çizeceğiz. Beş gülen suratın olursa bu bezeleri yersin ( beze vakası da ayrı, anısı var! ), yok ağlayan suratlar beşi bulursa sen bu bezeleri unut!
Sabahtan öğlene  üç tane ağlayan suratı alınca eline bu sıpa, Çağlar da usanmadan ona her seferinde durumu anlatınca, bu bir kendine gelmiş toparlanmış. Öğleden sonra bir geldi ki pamuk!
Yahu ne bezeymiş dedim içimden ama sonra baktım aslolan beze değil.
Çünkü bu zavallım o suratları kendi çizmiş kağıda. Gaddar baba hem çizdirmiş hem de boyatmış o suratları :)) Ama tahminimce o sayede bu kendini az da olsa kontrol etmeyi başarmış. Ağlak konuşma hali, her söylediğine ben küstüm puff halleri azalmış.Üstelik bezeleri de bir kere olsun yemek istemedi hala aynı tabakta durmaktalar. Oysa yese yer yeterli gülen suratı var elinde.
Sonuç olarak, dur dedim Çağlar' a. Her şeye ödül ceza verme, çocuk nefes alsa gülen surat vereceksin. Bir amacı olsun bari, tek bir şeye odaklan. Hak verdi kocacım.
Salı sabahı okula gitmesiyle büyük oranda kendine geldi ama ne kadar sürer bilinmez.
Bir 2.5 dönümü bir de 3 yaş dönümü yormuştu beni, araya altı aydan fazla girince unutmuşum olan biteni.
Şimdilik asayiş berkemal, şükür! :)

16 Ekim 2012 Salı

Bu, blogtaki üçücü kayıp hikayesidir..

Sıpa küçükken, hayat ister istemez daha organizeydi ama kafa dağınıktı.
Hayatında hiç birşeyini kaybetmemiş, unutmamış ben, Arda' dan sonra ohoo neler unuttum, neler kaybettim..En basitinden biri burada, biri de burada kayıp hikayelerinin..
Sonra sıpa büyüdü, kafa rahatladı bu sefer ev dağılmaya başladı.
Hem de ne dağılma. Her odada bir oyuncak yığını, yeri değişen ve yerine dönemeyen ıvır zıvır. Elinde taşıdığı herşeyi bulduğu ilk yere bırakan, arkasına bile bakmayan bir sıpator.
Arda' dan önce Çağlar'ın da poposunu toplardım az biraz. Daha çok hatırlatır, daha bir düzene koyardım. Sonra çocuklu ev moduna geçince baktı ki koca benden ona hayır yok. Anca kendimi ve çocuğu toparlayabiliyorum, o da ne yapsın kendi işini kendi yapmaya başladı.
Son durumda evimizde benim her daim sağı solu toparlayıp, onu bunu yerine koyma çabalarımdan zaman zaman bunalmış ama üç kişilik ailemizin malına en sahip çıkan ve ne nerededir bilen kişisi koca kişidir.Amaa o da dün sabah ipin ucunu kaçırdı.
Sabah 8.15 evin kapısında ailece hazırız. Lakin gelin görün ki arabanın anahtarı yok! Bir on dakika kapıda oyalandık Çağlar anahtarı "hep bıraktığı" yerlere baktı filan ama yok. Neyse el mecbur girdik gerisin geriye eve başladık aramaya.
Saat 8.15' ten saat 10.00 ' a kadar anahtar aradık. Bahçe,kapı önü, evin her köşesi .. Yok yok..
Araba kapının önünde, akşam çok rahat bir giriş yapmışız eve, Arda'sız, çantasız, torbasız (ki genelde öyle olmaz, çanta torba, laptop çantaları, Arda derken , eve girmez kapıdan yuvarlanırız içeri genelde )..Yani ya anahtarı kapıda düşürdük biri aldı gitti, yada evin içinde ama nerde?
Artık iki saatin sonunda umutlarımız tükenmişti. Şirketi arayıp yedek anahtarı kuryeye verdirdik. Sitenin güvenliğine haber verdik anahtar getiren olursa diye. Kapıcı , komşu, hatta Arda' nın servis şöförü Ender Amnca ve okuldaki bilimum insan herkes durumdan haberdardı.
Tamam dağılabiliyoruz ama bu kadar da değil, aklım almıyor diye söylene söylene, bir azim evi tekrar deşmek için bu sefer hazırlanıyordum. Eşofmanlarımı filan giydim yani o kadar..
O sırada Çağlar' ın buldum diye bağırdı.
Düşünmüş, bebek milleti nasıl olur olmaz şeyleri bulup çıkarırlar diye. Ve salonda kendini göbek üstü yere atıp etrafı taramaya başlayınca anahtarla gözgöze gelmiş :) O" her zaman" bıraktığı masanın üzerinden, yemek hazırlama esnasında büyük ihtimalle masa örtüsü ile birlikte yere düşmüş ve perdenin arkasında kadar gitmiş. Masa örtüsünü kaldırmışız ama anahtarı görmemişiz tabii.
Sonuçta saat 11.00 civarında işlerimize ulaşıp, evimize en acilinden bir anahtar askısı almaya karar verdik.
Akşam dönüşte bütün komşularımız, Arda, herkes anahtarı tek tek sordu sağolsunlar, böylece sarsaklığımızı bütün mahalle öğrenmiş oldu. Gizlimiz saklımız yoktur artık :)

FaceBook ta paylaş

6 Ekim 2012 Cumartesi

Gün Aydın Olsun!


Sabah 4.35' te koca adam gibi burnum tıkandı anne, ne yapsak da açsak diye yanıma gelen cüce, hızlıca ve karanlıkta yaptığım burun açma çalışmalarına rağmen ayıldı ve oyuna başladı!
4.35' ten itibaren uyumaya çalışarak arada sıpaya cevap veren anne, şu anda tükkanda gözlerini açmaya çalışıyor.
Cüce mi?
O sporda!!
Ne diyim bugün akşam olur mu? :)


FaceBook ta paylaş

27 Eylül 2012 Perşembe

Horhor Çeşmesi

Okul başladı, sonbahar geldi ve kaçınılmaz olarak evdeki cücenin horhor çeşmesi akmaya başladı.
Küçüklüğümdem böyle bir deyiş hatırlıyorum. Burunlarımız için hor hor çeşmesi derdi biri.. Ama kim? Anneannem mi? Babaannem mi? Onu hatırlamıyorum işte.
Bazı anlarda Arda soruyor, anne/ baba sen küçükken ne yapardın diye. Hani aslında içinde bulunduğu durumdan çıkış arıyor o anda. Anne ne yaparmış acaba çocuk olsa?
Ah çocuğum anne hatırlıyor mu o kadar detayı acaba?
O anda annelik halleri devreye giriyor, hemen nasıl olması gerektiğini, ne yapması gerektiğini kendi çocukluğum üzerinden anlatırken yakalıyorum kendimi.
Sonra baktım yok, bu tatmin etmiyor onu. Aslında aradığı cevap, o yapamadığı şeyi benim de çocukken yapamıyor olduğumu bilmek..
Ters döndürdüm oyunu: Ben de bağlayamazdım bağcıklarımı biliyor musun? Hatta bir keresinde üstüne bakıp yuvarlandım bile.. diyerek, azcık komik, azcık sakar hikayeler anlattım. Yarısı gerçek,yarısı ise hayal.. Gerçekten de çok becerikli bir çocuk sayılmazdım. İp atlarken 4'leri yapamazdım mesela. Asla bacaklarımı o kadar yukarıya çekip zıplayamazdım. Melike diye bir arkadaşım vardı, benim yerime hep o oynardı 4'leri..
Bağcığıma basıp merdivenlerden yuvarlanmışlığım ve bunu evdekilere hiç söylememişliğim var mesela.   Düşününce ne tehlikeli aslında..
Ve işe yaradı bu taktik.. Nedense bir hırs, bir çaba geliyor o zaman üzerine. Annem / babam da yapamıyormuş çocukken, ben de yapamıyordum ama bak denedim denedim yaptım sonunda! cümleleri duyulmaya başlandı yavaş yavaş..
Ne ilginç aslında, tek istedikleri anlaşılmak, çoğu zaman onaylanmak.. Herkes gibi olduğunu bilmek, üzüntüsünün, heyecanının, korkusunun normal olduğunu hissetmek.. Biz de hala taktik, tavsiye, telkin vereduralım.
Ne için? Bir kulağından girip, ötekisinden çıkması için..
Horhor çeşmesini azıcık viks mahareti ile açtık, öğle uykusunu uyumayan bir çocuğun yorgunluğu ile uykuya gitti cüce.
Yeni hedef tek ayak üzerinde zıplamak..
Babanın tek ayak üzerinde zıplayamadığı bir zaman dilimi varmış desem o bile inanmaz, o yüzden annenin tek ayakla zıplayamadığı bir sek sek hikayesi yakında kapıyı çalar bizim evde :)

FaceBook ta paylaş

18 Eylül 2012 Salı

Tutkularını tutkuyla sev çocuğum!

İnsanın vazgeçemediği, herşeye tercih edebildiği, yaparken, izlerken, dahil olurken keyfin doruklarında dolaştığı bir tutkusu varsa, aslında hayatı boyunca sıkılmayacağı, boşluklarını keyifle dolduracağı, ruhunu besleyeceği bir uğraşı da olmuş oluyor.
Benim yok mesela..
Hobiler, tercihler, sevdiklerim ve sevmediklerim konusunda hep geçişken, kaygan zeminler üzerinde dolaşırım..Yapmak istediklerim pek çoktur da hakkıyla yapabildiklerim pek az..
O yüzden Çağlar' ın hoşuna gidenlerin peşinden gitmesini, zaman ve enerji harcamasını, bundan keyif alabilmek uğruna vakit yaratmaya çalışmasını hep takdir ettim. O da benim kendime bir uğraş bulamayışımdan, yapmak istediklerimi ertelememden, önceliklerim arasında katmamamdan hep yakındı.
O yüzden 18 aylıktan beri Arda' nın vazgeçemediği müzik ve tınıları, bazen bana fenalık gelse bile desteklemek, ona doğru seçimleri yaparak sunmak adına anne - baba olarak çok çaba harcadık. Hala da harcıyoruz.
Kendisinin müzik sevgisinin çalan müzikte dansetmek, yada duyduğu melodiyi hatırlayıp mırıldanmaktan öte olduğunu anlayıp, kabul edip, destek vermemiz biraz zaman aldı.
Şimdi 4 yaşına 2 ay kala artık bizim anlamak için çaba göstermemiz gerekmiyor, o seçimleri ile karşımıza geliyor.
Birşey dinlerken, dinlediğini içinde hissediyor..Beden hareketleri konusunda o kadar beceriksiz ki, ritme uygun dans etmesi zaten mümkün değil, ama elleri, ayakları, parmakları ile tuttuğu ritmler, kendisine bizden geçmiş genler değil onu biliyoruz. Bu çok da kelimelerle anlatabileceğim bir şey değil. Gözlerinin içi gülüyor, kalp atışları hızlanıyor. Müzikle ilgili ne yapıyor olursa olsun, hali tavrı duruşu dikkati değişiyor.
Yaşı 4 olmamış bir çocuğun 45 dakika boyunca Vivaldi' nin Dört Mevsim Konçerto'sunu kesintisiz dinlemesi, çalan kemanları ayırd etmesi, geçişlerini farketmesi bizi bir yandan da korkutuyor.
Birsürü parça dinlettiğinizde arasından seçimi hep klasik müzik yönünde oluyor. Ama diğer yandan okulun etkisi ile şimdilerde yavaş yavaş ağzından popüler kültür mırıldanmaları da çıkıyor.
Bu ilgisinin takıntı halinde olmadığına, ve aynı zamanda gelip geçici de olmadığına ikna olduk. Sevdiği ve bir süre sürekli oynadığı ama sonra unuttuğu bir oyuncak gibi değil. Oyunlarının arasında serpiştirdiği bir etkinlik gibi, günde bir iki sefer duymak istedikleri ile kulaklarını buluşturduğunda mutlu olduğu bir şey gibi. Değişik yani..
Uyuyamadığında birşey dinlemek istemesi mesela..Kendine iyi geleni bilmesi ne garip..
Uyuyamayınca kitap okumak, tvyi açmak gibi belki..Bende olmayan, babada olmayan garip bir şey.. Rastladığımız her dinletinin sonuna kadar kalmamızı gerektiren, bilmediğimiz türlü müzik aletini bize öğreten bir merak..
Yazıyorum, çünkü ne kadar süreceğini ve sonunun gelip gelmeyeceğini merak ediyorum. Tutku ile sevdiği bir şey olmasından ve ayrıca bunun müzik olmasından memnun olmakla birlikte, hayatı boyunca kendisine bıkkınlık getirmeyecek ölçüde ilgilenebilecek mi, yoksa annesi gibi ayran gönüllü mü olacak, onu merak ediyorum.
Music Together' ın Arda' nın ritm duygusuna katkısını konuşmama bile gerek yok. Onun Yapıncak aşkını, Yapıncak' ın yaptığı her derste kendinden geçmesini filan bunları müziğe değil de bu hayattaki ilk öğretmeninin Yapıncak olmasına bağlasam bile, Yapıncak'sız ve Music Together' sız ortamlarda da gözlerinin parladığı çok melodiye şahit oluyoruz.
İşte bu yüzden, doğru desteği verebilecek miyiz, güzel bir müzik zevki geliştirmesini sağlayabilecek miyiz soruları kafamda devamlı dönmekte.
Kendisinden, hele ki şu yaşta, ileride müzisyen olmasını, bir enstrüman çalmasını bekleyen, hatta bunun hayalini kuran bile yok. Tek isteğim, bu kadar sevdiği bir uğraştan kalbini soğutmadan,ilgisini söndürmeden, doğru adımlarla onu büyütebilmek. Ama işte kendim bu konuda çok dirayetsiz ve beceriksiz olduğumdan bu süreçte Arda'dan çok kendimden şüphe duyuyorum.
Kimbilir belki o da ben de hakkını veririz bu işin..

FaceBook ta paylaş

15 Eylül 2012 Cumartesi

Üstümüzden bir Londra geçti..

Sanırım biz de elimizde bir sıpa ile Londra' nın üzerinden geçmeyi başardık..
Dün sabaha karşı İstanbul' a vardığımızda, aklımda kalan yeşil, yemyeşil parklar bir de akın akın hiç durmadan hareket eden insan topluluğuydu..
Çok yol yürüdük, şanslıydık hiç yağmur görmedik, zaman zaman kalabalık ve şehrin hiç durmayan döngüsünün bizi yorduğunu hissetsek de, çimen keyifleri yaptık, sessiz köşeleri bulduk dinlendik..
Bu şehirde turist olmak diye birşey yokmuş gibi geldi bize. Şehir yaşıyor, insanlar akıyor ve siz hiç bir şey bilmeseniz de mecburen o akışa ayak uydurup devam etmek zorunda kalıyorsunuz. Bir de Londra bitmiyor. Şimdi gideceğimiz yer sakin olabilir, merkezden uzak demek çok anlamsız. Benim anladığım yerleşim yerleri haricinde her yer kalabalık ve her an hareket var. Bir metropolden diğer bir metrolopole gidip yine de bu kadar afallayacağımı hiç düşünmemiştim açıkçası.
Diyorum ya üstümüzden bir Londra geçti gerçekten de..
Sevdim mi?
Bilemedim. Görümüş olmaktan memnun olduğum ama içinde olmak ister miyim bilemediğim bir şehir oldu benim için. Yine de sanırım elimde çocukla dolaşmama rağmen, aklımda çok fazla kare kalmış olması etkilenmiş olduğum anlamına geliyor.






Londra gezisinin Arda ayağı ise tahminimden çok daha az yorucuydu.
Uçaktan indiğimiz gecenin sabahında Arda' nın karnım ağrıyor, midem bulanıyor, ayaklarım ağrıyor diye uyanması bir anda bizi küçük bir paniğe sürüklese de, kısa süre içinde bir puset sahibi olup küçük beyi rahata erdirdikten sonra paniğimiz geçti. Zaten kendisinin anlamsız ağrı ve hafif ateş hali akşam saatlerinde geçip gitti ve ertesi sabaha zımba gibi kalktı. Ama lütfen hakkını yemeyelim, o hafif ateş giderken son anda Londra metrosunu ağlamaları ile bir miktar titretti:)
Ve şans bu ya o ağlama seansı anında Biranda-Deniz- Mert üçlüsü dibimizde bitti. Tabii ki birbirimizden haberli :) ama farklı gezi rotaları ile ayrı ayrı gittiğimiz Londra' da bir ağlama krizinin ortasında karşılaşmak Arda' yı susturdu! :)
Ertesi sabah uyandığında gördüğünün rüya olduğundan emin olamamış bir çocuk vardı: ' Anne Biranda'lar da mı Londra' ya gelmişler? Ama ben onları uçakta görmedim ki!' Çünkü tek uçak O' nun bindiği ne de olsa :)
 Ağlama krizinden önce ateşin toprağa bırakıldığı anlar.. Baba da ayakkabılı duramaz, yasak!
 Parkta kitap molası, morale de iyi gelir :)
 Ve ertesi sabah uyanan cin! 
 İlk iş anneyi yalvar yakar sarayın bahçesindeki askerlere götürür vee demirlere tırmanır.. O askerlerin uğruna sıcak havada 5 gün boyunca yağmur botları ile gezmesi de cabası..
 National Gallery bahçesi.. Ben sana dayandım burayı gezdim sen de bana dayan, şimdi  oyun zamanı anne demenin bir başka yolu bu poz..
 Natural History Museum.. Bir çocuk için göz döndürücü..
 Natural History Museum

                                                                                Sabahlarımızı kurtaran kitaplar, legolar ve playmobiller.. 

 Hamleys.. Oyuncakçı sevmeyen çocuk var mı? Yok değil mi?


İki günü Londra sokaklarında Çağlar olmadan Arda ile başbaşa geçirdik. Başta biraz gözüm korkmadı değil ama allahı var hiç sorun çıkarmadı sıpa..Benimle uzun kahve molaları verdi, bazı binaları çok 'iştişamlı' buldu mesela.. Parkları ise çok büyük ve boş. Gözü hep çocuk parkı aradı, bulamayınca boş boş koşmanın da keyifli olabileceğine karar verdi sanırım.
Tamamını olmasa da National Gallery' i bayağı bir dolaştı. Van Gogh' un Ayçiçekleri ve Monet' nin Sihirli Bahçesi haricindeki tabloların sadece boyutları ile ilgilenmesi en azından çaba gösterdiğinin kanıtıydı :)
Saat farkından doğan sabah erken uyanma boşluklarını lego ve playmobiller doldurdu ki, bu oyuncaklara duacıyım :)
Yalnız geçirdiğimiz ilk günün sonlarına doğru evvelsi günün ateşi ile pek bir şey anlamadığı dev oyuncakçıyı doya doya gezmesi için serbest bıraktım kendisini. İçeride kaç saat geçirdik bilmiyorum ama akşam Çağlar bizi oradan topladı, o kadar diyeyim.
Uzunca bir süredir dagıl dugul uyduruk bir lisanda konuşup, ben ingilizce konuştum şimdi diye açıklamalar yapıyordu. Londra ise ufkunu açtı. Asansörde yolda mağazalarda heryerde gördüğü herkese kendinden emin bir şekilde adını söyleyip gerisini dagıl dugul uydurdu. Biz Arda' nın suratına anlamsız ama gülerek bakan herkese 'ingilizce konuştuğunu sanıyor ehehe kusura bakmayın' mealinde açıklamalar yapmak zorunda kaldık.
Müzeleri biraz itiraz biraz ilgi ile gezdi. Baktım mesela Science Museum' da hiç doğru dürüst fotoğraf çekmemişiz. Çünkü Arda müze içinde koşmayı tercih etti uzunca bir süre.
Herşeye rağmen, ağlamasız (metroda yankılanan böğürdemeleri saymıyorum ), mızmızlanmasız, saçma saatlerdeki uçak yolculuklarını başarı ile tolere ederek, gezenti olduğunu bir kere daha kanıtladı bu adam.
Yorulmuşuz..gezme yorgunu nasıl oluyorsa öyle artık..
Şimdi tam zamanlı çalışmaya ve okula dönme zamanı ve hatta ayağımızın tozuyla döndük bile. Bugün İyi Cüceler de dolup taşan bir Okula Merhaba partisi vardı. Evde bavullar boşalmayı bekleyedursun, biz çoktan full- time mesai yapıp günü bitirdik bile.. Güzel haberler, güzel resimler var o tarafta da. Durmazsam hepsini yazacağım, o yüzden onlar da başka posta deyip kendimi durduruyorum.

FaceBook ta paylaş

7 Eylül 2012 Cuma

Yaya A(l)t Geçidi

Bilmediğim ne çok trafik işareti varmış meğerse.. Cüce sorunca mecbur öğreniyorum tek tek hepsini. Arabalarla oynamaz, kamyon vs sevmez, araçlarla ilgisi olmaz ama trafik işaretleri başka..Heralde bir dönemde çocukların hepsi yol kenarındaki kocaman tabelaları haklı olarak merak ediyorlar.
Bizdeki favoriler bunlar:


Yaya kelimesine, neden farklı farklı yaya geçidi işaretleri olduğuna sık sık kafa yoruyor bu ara.. Geçen akşam Yaya Alt Geçidi işareti ile tanıştı. Ancak tanışmanın pek doğru ilerlemediğini arka arkaya gelen sorulardan farkettik.
Neden üzerinde adam var, neden merdivenlerden iniyor, aşağıda ne var diyerek ortada bir karışıklık olduğunun sinyalini verdi. Ben de yayanın ne demek olduğunu bilen bir çocuğun alt geçidi defalarca tarif etmeme rağmen anlayamamasını anlayamıyordum.
Bir süre sonra oturduğumuz yerden arabamıza yürürken cevap geldi:
-Anne ben anladım adam neden aşağı iniyor.
-Neden annecim?
-Atlar var orda ya onların yanına gidiyor!! Atlar ordan geçiyor ama biz göremiyoruz da sevemiyoruz da geçerken!
Alt kelimesini At olarak anladığını farkedince bizden daha çok gülüp eğlendi bu duruma. Yine de onca süre boyunca o işaretle atları bağdaştırmak için kafasında neler neler kurmuş olabileceğini düşündükçe benim azıcık içim eziliyor.
Çocuk olmak bazen cidden zor :)


FaceBook ta paylaş

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails