Benim arkadaşlarımla kahvaltıda buluşmaya gittik Arda ile.
Küçücük kafenin içinde nasıl zapt ederim ben bu çocuğu acaba diye diye geldim.
Geldim derken, geldim de çok zor park yeri buldum. Oldukça uzağa park etmek zorunda kaldım arabayı. Bir yokuş indik, bir yokuş çıktık Arda ile yürüyerek. Kucağımda taşıyamıyorum artık ben Arda’ yı, nefesim kesiliyor. Taşımak da istemiyorum ama yanımızdan vızır vızır geçen arabaların olduğu bir yolda, daracık bir kaldırımda yürümek de kolay iş değil. Ah ülkemin yolları..
Ama şaşırttı oğlum beni.
Hiç mızlanmadan, upuzun yolu yürüdü hem giderken hem dönerken. Ben onun hızına indim tabii ama o da hiç sapıtmadı.
Önce masada bir kucak turu attı.
Sonra azcık oturup etrafı inceledi. Yanımızdaki oyuncak ve boyalara hiç yüz vermeyince bir an için ürküttü beni ama sonra gidip, kış bahçesi gibi camekanla kapatılmış yerdeki koltuğu kendine gemi yaptı.
“Bu” dedi “demi olsun anne, ben dötüyiyim ( götüreyim ) demiyi denizde.. “ Şaşırdım, tamam dedim hadi bin bakalım.
Garson abla ona bir iki kırılmayacak şey verdi.
Bir mum, tepsi, plastik bir yumurta, metalden bir şekerlik, kürdanlık vs.
O gemiden indi, kıyıya taşıdı içindeki yüklerini, sonra beğenmedi geri koydu gemisine. Yüzdü, yürüttü fış fış yaptı deniz..
Bir ara sıkıldı “ aaaa” diye bağırarak bir iki tur atti kafenin içinde, sonra kendini yakalayıp öpmeye çalışanı gemisine götürdü yine..
Ben mi ne yaptım? Az biraz sohbet ve bol gözlem..
Hayali oyunları bayağıdır var ama gemi bir ilkti mesela, ya da ben denk gelmemiştim.. Deniz, dalga sesi.. Beni görmediği bir alanda, kendi oyununu kurup, yanına geleni dahil ederek.. Kendine sunulan yiyecek ve içeceklerden istediğini yiyip istemediğine istemiyorum diyerek oynadı oyununu. Kendini idare ederek yani.
Ve tabii bir de çocuklara ait özel bir alan olmasa bile çocuk dostu oldukları her hallerinden belli Biber Cafe’ nin dürtmeyen, kaş göz etmeden, oyununa izin veren ve destek olan çalışanları sayesinde.
***
Yağmurlu İstanbul sabahında insanın içini sıkan trafikteyiz ailecek. Radyo açık.
Küçücük kafenin içinde nasıl zapt ederim ben bu çocuğu acaba diye diye geldim.
Geldim derken, geldim de çok zor park yeri buldum. Oldukça uzağa park etmek zorunda kaldım arabayı. Bir yokuş indik, bir yokuş çıktık Arda ile yürüyerek. Kucağımda taşıyamıyorum artık ben Arda’ yı, nefesim kesiliyor. Taşımak da istemiyorum ama yanımızdan vızır vızır geçen arabaların olduğu bir yolda, daracık bir kaldırımda yürümek de kolay iş değil. Ah ülkemin yolları..
Ama şaşırttı oğlum beni.
Hiç mızlanmadan, upuzun yolu yürüdü hem giderken hem dönerken. Ben onun hızına indim tabii ama o da hiç sapıtmadı.
Önce masada bir kucak turu attı.
Sonra azcık oturup etrafı inceledi. Yanımızdaki oyuncak ve boyalara hiç yüz vermeyince bir an için ürküttü beni ama sonra gidip, kış bahçesi gibi camekanla kapatılmış yerdeki koltuğu kendine gemi yaptı.
“Bu” dedi “demi olsun anne, ben dötüyiyim ( götüreyim ) demiyi denizde.. “ Şaşırdım, tamam dedim hadi bin bakalım.
Garson abla ona bir iki kırılmayacak şey verdi.
Bir mum, tepsi, plastik bir yumurta, metalden bir şekerlik, kürdanlık vs.
O gemiden indi, kıyıya taşıdı içindeki yüklerini, sonra beğenmedi geri koydu gemisine. Yüzdü, yürüttü fış fış yaptı deniz..
Bir ara sıkıldı “ aaaa” diye bağırarak bir iki tur atti kafenin içinde, sonra kendini yakalayıp öpmeye çalışanı gemisine götürdü yine..
Ben mi ne yaptım? Az biraz sohbet ve bol gözlem..
Hayali oyunları bayağıdır var ama gemi bir ilkti mesela, ya da ben denk gelmemiştim.. Deniz, dalga sesi.. Beni görmediği bir alanda, kendi oyununu kurup, yanına geleni dahil ederek.. Kendine sunulan yiyecek ve içeceklerden istediğini yiyip istemediğine istemiyorum diyerek oynadı oyununu. Kendini idare ederek yani.
Ve tabii bir de çocuklara ait özel bir alan olmasa bile çocuk dostu oldukları her hallerinden belli Biber Cafe’ nin dürtmeyen, kaş göz etmeden, oyununa izin veren ve destek olan çalışanları sayesinde.
***
Yağmurlu İstanbul sabahında insanın içini sıkan trafikteyiz ailecek. Radyo açık.
Arda: Ne şaatısı bu?
Baba: Bad Medicine. Bon Jovi söylüyor.
Sessizlik.. Şarkı bitiyor..
Arda: Anne dit yap radyoya boncut solesin.
Anne: Boncuk mu söylesin? Anlamadım Arda.
Arda: Boncut çaasııınnn :(
Anne: haa Bon Jovi annecim boncuk değil.
Arda: :)) bon doviiiii!! çaasııınn :)))
***
Aynı yolun dönüşü, ana oğul yalnızız bu sefer.
Aynı iç sıkan trafik ve yağmur. Bomba soru gelir:
- Anne tız mıyım ben?
- !!!??
- Hayır sen erkeksin.
- Aadayım ben.
- Evet Arda’ sın ve erkeksin. Erkek çocuksun.
- Tız neede?
- Mesela Duru kız, Gözde kız, Ela bebek kız.. bla bla ama Barış erkek, sen erkeksin,,,,Kafa fena karışmıştır.
-Aadayım ben.
-Evet Arda’ sın sen annecim.
Bir süre hazmetti sanırım. Biraz vakit geçti.
-Anne ben eetetim ve Aadayım.
-Hah şimdi oldu, aferin sana
-Tız neede anne? ( veee başa döndük )
Şu konuşmada anne kız - baba erkek desem belki daha net olacaktı herşey onun için. Gelmedi ama aklıma. Gözüm yolda kulağım arkada anca bu kadar oldu.
***
Mutfaktan kulak kabarttığım sohbette, oyuncak kurbağa ve timsah Arda' nın elinde hayat bulmuşlar:)
- Tubaa 'Hayıy o benim' demiiişş
- Timsah da demiş ki 'hayııy o benim!'
Neyi paylaşamadıklarını uzaktan anlayamayıp yanaştım kapı kenarına. Ortada benim arabamın anahtarı!
Fotoğraf makinesini alana kadar oyun bitti, Arda anahtarı alıp, arabayı kendinin ilan etti:)
***
Karalamadan öteye geçmez, yaptığı hiç bir karalamayı da anlamlandırmazdı ama bu işte benim gördüğüm , isimlendirdiği ilk resim. Yeltenli çizdiim diye geldi. Üzerine suluboya ile kargalar, bir sürü arabalar da çizildi günler boyu ama bu yelkenli ilk göz ağrım.
Baba: Bad Medicine. Bon Jovi söylüyor.
Sessizlik.. Şarkı bitiyor..
Arda: Anne dit yap radyoya boncut solesin.
Anne: Boncuk mu söylesin? Anlamadım Arda.
Arda: Boncut çaasııınnn :(
Anne: haa Bon Jovi annecim boncuk değil.
Arda: :)) bon doviiiii!! çaasııınn :)))
***
Aynı yolun dönüşü, ana oğul yalnızız bu sefer.
Aynı iç sıkan trafik ve yağmur. Bomba soru gelir:
- Anne tız mıyım ben?
- !!!??
- Hayır sen erkeksin.
- Aadayım ben.
- Evet Arda’ sın ve erkeksin. Erkek çocuksun.
- Tız neede?
- Mesela Duru kız, Gözde kız, Ela bebek kız.. bla bla ama Barış erkek, sen erkeksin,,,,Kafa fena karışmıştır.
-Aadayım ben.
-Evet Arda’ sın sen annecim.
Bir süre hazmetti sanırım. Biraz vakit geçti.
-Anne ben eetetim ve Aadayım.
-Hah şimdi oldu, aferin sana
-Tız neede anne? ( veee başa döndük )
Şu konuşmada anne kız - baba erkek desem belki daha net olacaktı herşey onun için. Gelmedi ama aklıma. Gözüm yolda kulağım arkada anca bu kadar oldu.
***
Mutfaktan kulak kabarttığım sohbette, oyuncak kurbağa ve timsah Arda' nın elinde hayat bulmuşlar:)
- Tubaa 'Hayıy o benim' demiiişş
- Timsah da demiş ki 'hayııy o benim!'
Neyi paylaşamadıklarını uzaktan anlayamayıp yanaştım kapı kenarına. Ortada benim arabamın anahtarı!
Fotoğraf makinesini alana kadar oyun bitti, Arda anahtarı alıp, arabayı kendinin ilan etti:)
***
Karalamadan öteye geçmez, yaptığı hiç bir karalamayı da anlamlandırmazdı ama bu işte benim gördüğüm , isimlendirdiği ilk resim. Yeltenli çizdiim diye geldi. Üzerine suluboya ile kargalar, bir sürü arabalar da çizildi günler boyu ama bu yelkenli ilk göz ağrım.
Paylaş
2 yorum:
Aramıza hoşgeldin Aaada :))
yerim ben senin gemini :) bocuğunu :))
allahım büyüdüler dimi ya?? daha neler bekliyor bizi allah sağlık versin hepsine..
Aay öldüm gülmekten sen yılların Bon Jovi'si ni kalk boncuk yap. Allah iyiliğini versin e mi Arda :) Zaten bunlarla bedava stand up var her evde :)
Bu arada Demir'in ilk somut resminin araba olmasını beklerdim ve beklerdin her halde ama o da day(dağ) ve memi(gemi) çizmişti. Ama teyzemdeydik. Kaynadı gitti arada saklayamamıştım :( Ama şimdi yine en başarılısı araba. Kendince farlarını bile çiziyor arabanının :))) İstedikleri kadar üç yaşına kadar somut şeyler çizmeyin ve çizdirmeyin desinler o bildiği nesneleri yapmaya uğraşıyor istediğinde...
Yorum Gönder