30 Nisan 2014 Çarşamba

PiPaPe Yemeği

Sabah kötü bir bel ağrısı ile uyandım.
Bu sıpa bitirdi beni. Gülle taşıyorum her gün saatlerce. Bir de kucakta ve ayakta uyumak istemesi cabası da neyse konu bu değil.
Konu kendisinin şişko olmasından yola çıkarak habire sebze pişirmeye çalışmakta olan annenin çıkmazları.
İşte belim ağrıyarak uyanınca günün gerisi de çok iyi devam etmedi haliyle. Can sabah uykusuna yatınca dolabı açtım, ne yedireyim ben buna öğlene diye bakınıyorum. İki tane ince pırasa var ama yanına katacak ne havuç var ne biber. Bende de Can'ı taşıyıp dışarı çıkacak ve alışveriş yapacak bel yok. Var aslında fasulye, ıspanak birşeyler de yeni yedi onları hani değişik olsun, biraz da derdim o. Pırasanın yanına ne koysam ne koysam derken dedim bir ilk olsun patates yesin çocuk. Şişko ya vermiyoruz :))
Pırasa ve patatese ne yakışır peki en çok? Peyniiiirrr! Sabah kahvaltısı da aceleye gelmişti bunun peynirini suya koyamamıştık, peynirsiz etmişti kahvaltısını. Hah dedim tam oldu.
Pırasaları ve küçük bir patatesi zeytinyağında çevirdim. Sonra üzerine su koyup iyice yumuşayana kadar pişirdim. Ezerken de içine peynir ve dereotu.
Valla ben yaptım diye demiyorum ama çok acayip birşey oldu. Acayip derken yani pek güzel pek leziz. Can içine düştü yedi zaten bir dolu. Aslında içine bir tutamcık un katılsa filan daha bir leziz olurdu da malum bizim bey toraman. Gerek yok una filan.
Geriye az birşey kalmıştı, onun da üstünü dereotu ile süsleyip Arda' ya sundum. Can'ın maması desem ağzını sürmez. Çok zorladı ne bu içinde ne var diye ama çevirdim lafı, çünkü peynir de yemez arkadaş.. Baktım yemiş bitirmiş!:)
Ama dayanamadım söyledim sonra içindekileri. O da ismini koyuveredi PiPaPe yemeği diye :) Gel gör ki bir daha yapsam , peyniri duydu ya öldür allah yemez. 
Olsun boğazından geçen yanıma kardır deyip, deneyin sevebilirsiniz diye bitiriyorum.
Ha bir de siz tuz koymayı unutmayın olur mu?:)

28 Nisan 2014 Pazartesi

Empati-Sempati

Bir kaç haftadır Arda'nın okulunda anne-babalar için düzenlenen sohbet toplantılarına katılıyorum.
Bizim bu okulda veli olarak geçirdiğimiz ilk senemiz, o yüzden benim için bu toplantılar bir ilk ama bu yıllardır süregelen bir uygulama imiş.
Bu toplantılardan birinde de Empati ve Sempati hakkında rehber öğretmeni dinledik ve üzerinde konuştuk. Aldığım notları burada biraraya getireyim istedim.

Empati ve sempati birbirine çok karışan iki kavram ama içerik olarak da birbirine bir o kadar zıtlarmış meğerse.
Yakın ve uzak çevremizden sevdiğimiz pek çok kişiye sempati duyuyoruz. Sempati duyduğumuz kişilerin sevincine yada üzüntüsüne tanıklık ederken ise genellikle biz de onların duygusunu alıyoruz. Yani üzülüyorsa üzülüyor, seviniyorsa seviniyoruz. Sevince ortak olmak kolay da iş üzüntüye, kızgınlığa, kırgınlığa gelince karşımızdakinin duygusunu alıp onunla birlikte üzülmek, yani sempatik olmak, aslında onun yaşadığı duyguyu çoğaltmaktan başka bir işe yaramıyor. Burada yaptığımız şey empati olmuyor.
Sempati duyduğumuz kişilerin üzüntülerinde genellikle olaya iyi tarafından bakmak, teselli etmek, başka alternatifler sunmak gibi yollara başvuruyoruz. Bunlar da çoğu zaman karşımızdakinin duymak istedikleri olmuyor.

Bu noktada yapmamız gereken empati.
Empati karşısındakinin duygusunu anlamak ama o duyguyu almak değil. Onun yaşadığı histen olabildiğince arınarak (çünkü sevdiğimiz kişilerin üzüntüsünde elbet üzülürüz) onun bakış açısını anlamak, anlamaya çalışmak. Kendimizi onun yerine koyarak aynı şeyi hissetmek değil de, olaya onun gözlükleri ile bakabilmeye çalışmak. Zor aslında.
Empati yaparken karşımızdakine onu anladığımızı söylememiz yada bunu hissettirmemiz gerekiyor. Karşıdaki insan için o anda anlaşılmak çok önemli. Eğer yaşanan olay bizim de başımıza geldi ise empati yapmak çok daha kolay ama tecrübelerimiz arasında olmayan bir konuda empati yapmaya çalışıyorsak bir de işin içine değer yargılarımız giriyor ki, onlardan sıyrılmadığımızda empati kurmamız çok zor.
Toparlamaya çalışırsak değer yargılarımızı bir kenara bırakarak, karşımızdakinin gözlüklerini takıp olaya bir bakmak, onun hissettiklerini anlamaya çalışmak ve anladığımızı da ona hissettirmek yada söylemek gerekiyor.
Empati ilişkiyi her iki taraf için de güçlendiriyor. Anlayan taraf da haz duyup mutlu hissediyor. Karşı taraf da anlaşıldığı için mutlu ve tatmin oluyor. Ve hatta karşımızdakinin müteşekkir olduğunu görmenin hazzı genelde anlaşılmaktan daha fazla oluyor.

Bunu çocuklarımıza yapabilmek işin belki de en çetrefilli kısmı.
Çocuklar dinlenmek istiyorlar. Öncelikli ihtiyaçları dinleniyor olmak. Dinlediğimiz her sorunu da çözmek zorunda değiliz. Onlar da çözmek zorunda değil. Yardım isterlerse zaten ya anlarız yada söylerler. Asıl olan doğru şekilde dinleyip anlayabilmek.  Dinlerken yapacağımız en büyük hata da nasihat, yargılama yada eleştiri yapmak.
Dinlerken onu doğru anlamak, anladığımızı yüz ve beden mesajı ile göstermek ve onu anladığımızı kendi duygularımızdan arınarak ifade edebilmek, bir de üstüne, bunu doğru zamanda yapabilmek önemli.
Çoğu zaman kızgınlığını, üzüntüsünü içimizde duysak da bunlardan arınarak ona kendi duygusunu yansıtmayı denemek gerekiyor.

**Burada küçük bir not, özellikle anaokulu çağında çocuklar anne- babanın duygusunu alıyorlarmış. Yani sevincimiz, üzüntümüz, kızgınlığımızı hissedip kendi hisleri gibi yaşıyorlarmış.

Halbuki şu hayatta en çok sempati duyduğumuz kişiler çocuklarımız. Olumlu duygu ile yaklaşmak, hislerini paylaşmaya çalışmak, içtenlikle, sevgi ile yaptığımız bir şey. Zaman zaman da yapılmalı ama sempati empati kurmayı engelliyormuş.  Onunla üzülmek en doğal davranış şeklimiz olsa da onun ne için ağladığını anlamaya çalışmak ve uygun tepkiyi vermek daha doğru. Bunun için de onun yaşadığı duygudan arınmamız gerekiyor.

**Burada bir not daha bağımlı anne- baba-çocuk yada bağımlı öğretmen- çocuk ilişkisinde sempati var, empati yapılamaz.

Diğer yandan empati öğrenilebilir ve öğretilebilir de bir kavram. Çocuklar bunu daha çok bizleri izleyerek, ilkokul 3-4 sıralarında da yaşayarak ve dinleyerek öğreniyorlar. Empati yapabilmek özgüveni artırıyor. Basit bir örnekle, arkadaşı düştü. Onunla ağlamak yerine kolundan tutup revire götürmek, hemşireye olan biteni anlatmak, arkadaşına canın acıyor biliyorum diyebilmek. İçinde hem yardımlaşma, hem empati e tabi biraz da sempati barındırıyor.
Tek bir çocuğu on kişilik bir arkadaş grubunun revire götürmesinin altında da bu yatıyor. Yardım edebilmek, zor anında sağlam durup yanında olabilmek ne büyük bir gurur.:) 

Ve notları aşağıdaki video ile bitireyim, iyi seyirler :)


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails