31 Aralık 2014 Çarşamba

Bu sene dilek yok, beklenti yok.. Tek bir hedef var tamam mı?

Geçen sene 27 Aralık'ta bir yazı yazmışım, evdeki sessizlik savaşları üzerine, sonra taa 30 Ocak' ta bir yazı daha o da Can'ın 6 aylık halleri üzerine.. Arada 2014 gelmiş, pek güzel, pek kalabalık bir yılbaşı geçirmişiz ama not düşesim gelmemiş. Gündemim bebekmiş.. 2014 'e dair beklentilerim, umutlarım karışıkmış.. Karışıktı..

Geçen sene yılbaşına dair içimde kalan, hala hatırladıkça burulduğum bir olay geliyor aklıma sadece..

Yeni yılı bizde bol çocuklu, bebekli, gürültülü kutlayıp ertesi gün dostlarımdan ayrılırken, onları bir daha belki taa 2016 yılbaşına kadar göremeyeceğimi düşünememiştim. Onlar düşünmüştü oysa, hallerinden, tavirlarından, hüzünlerinden belliydi de, ben önümde duran kocaman karmakarışık bir taşınma senesinin hengamesinde kaybolmuş, ne hissedeceğimi bilemeden ortalıkta dolaşırken, sanki iyice bir sıkı sarılmadım onlara, sanki üç beş ay sonra yine bizim evde toplanacağımıza inancım tam olarak ayrıldım.. Oysa ne çok özledim.. Burnumun direğini sızlatacak kadar çok özledim şimdiden..

Ev boşalıp da balkona oturunca, arabalarına arkadan el sallayınca anladım az önceki bir kaç dakikanın aslında ne değerli olduğunu.. O'na bile oturup ağlayamadım..

Sonrasında akıllanıp ara ara görüşüp hoşçakalın dediklerime hep daha sıkı sarıldım..

İşte bundan sebep öyle umutlar, beklentiler filan yok gündemimde.. Hayatın ne hızlı değiştiğini gördüm ben bu sene. Ne beklersen bekle, neyi ümit edersen et, bazen baş döndürücü bir hızla esiyor rüzgar ve sen bakıyorsun ki, o beklediklerin, ümitlerin çoktaaan hükmünü yitirmiş, bambaşka bir noktadasın artık..

Beklenti, umut filan değil tek bir hedefim var 2015 için: An'da kalmak, kalabilmek,..

Hiç yeni yıl ruhuna giremeden, güneşli, çiçekli bir yılbaşı yaşayacağız burada. Çok şükür , pek şükür yine arkadaşlarımız olacak, yine çocukların sesi evi dolduracak ama sanki benim için bu gecenin diğer gecelerden pek bir farkı olmayacak..

Oyse severim yılbaşlarını.. Hep özenir, hep ıvırzıvırlarla, süslerle, püslerle oynamanın keyfini çıkarırım.. Arda için de özel olsun diye debelenir dururum, dururdum yani..

Bu sene olmadı.. İçimden gelmedi, aylardan Aralık olduğunu, koşturduğumuz, bebek büyüttüğümüz, hayatımızda kocaman bir dönemeç döndüğümüz bir yılın gidişini bir türlü anlayamadım..

Belki aylarca süren koşturmacadan sonra an'da kalamadım, unuttum durmayı, hep birşeylerin olmasını bekler ruh halimden çıkamadım..

Hayır hiç mutsuz değilim, sadece coşkum yok hepsi o kadar.. Ama dedim ya 2015 e dair tek ve bana, aileme, hepimize iyi geleceğini adım gibi bildiğim bir hedefim var..

Sağlık, huzur, çocuklarımızın büyüdüğünü görmek zaten yeni yıla ait değil her güne ait dileklerimiz değil mi hepimizin? Biz onları dilemeye devam edelim yine , 2015 de hedeflerimize ulaşacak gücü ve azmi getirsin bize..:)





17 Aralık 2014 Çarşamba

Bir Bisiklet Hikayesi ve Ardındaki Bambaşka Şeyler

Dün instagram 'da Arda'nın korkunç çorap ve ayakkabı kombinasyonunu göstermek için aşağıdaki fotoğrafı paylaşmıştım. Korkunç değil mi ama? :)


Buradaki her daim güneşli hava nedeni ile evimizde yaşanan ayakkabı- terlik sorunu tek başına bir post konusu olabilir, o yüzden bu konuyu uzatmayacağım.
Fotoğrafın altına arkadaşlarım iki teker' e geçmişsiniz diye yorumlar düşünce, Arda'nın iki teker macerasını ve iki tekerin arkasında yatan bambaşka bir noktayı yazmak istedim.
Malum bizim elimizde 6 yaşında inadım inat bir velet var. Hatta öyle ki kendisine hiç bir 6 yaş çocuğuna yiyen ödül, ceza yemiyor.
Yeri geldiğinde cezamı alırım, sesimi de çıkarmadan katlanırım ama yine bildiğimi yaparım deyip devam etmeyi, yada istediğini yapabilmek için ödülden vazgeçmeyi gayet rahat tercih edebiliyor.
Bazen çok zorda kalıp vicdanını dürtelim diyoruz. Bak ama arkadaşların ne der, yada gel biz de bilmem kim gibi yapalım , yada sınıfta böyle yaparsan ismin artık güneşte değil bulutta duracak gibilerinden.. Farkediyor mu? Hayır..
Arda için kendisi bir şeye inanıyorsa ve doğruysa, başkalarının ne dediği, ne düşündüğü, onu gruba alıp almamaları filan vız gelip tırıs gidiyor..Ha ödül-ceza vererek yada ama bak seni aralarına almazlar diyerek doğru yada yanlış yapma durumuna hiç girmiyorum. Bazen doğruyuz,  bazen yanlış. Ama anne - baba olarak insan çıkmazda kalınca elindeki bütün kozları bir anda oynayabiliyor…
Bu ön bilgiden yola çıkarak Arda'nın iki tekere geçişinin benim için neden bir milat olduğuna geleyim şimdi.
Aralık ayı başında burada National Day kutlamaları nedeni ile okul üç gün tatil oldu. Sıklıkla görüştüğümüz Arda'nın sınıf arkadaşlarından biri Sebastian'ın annesi de bu ara tatilde bize doğru gelin, bisikletinizi de getirin, çocuklar biner , biz de yürürüz diye bir teklifte bulundu.
Sebastian dünya tatlısı bir çocuk. Çok canayakın, çok hareketli, çok konuşkan. Yani bizdekinin tam tersi:))) Ama işte iyi oluyor birbirlerini dengeliyorlar zaman zaman..
Ben de Pazartesi günü okuldan dönerken bu planı Arda' ya söyledim, büyük ihtimalle Perşembe buluşacağız dedim. Ve ilk şoku orada yaşadım. Anne, Sebastian'ın bisiklerinde destek tekerlekleri var mı? Bilmem.. Peki Alisha'nın? Bilmiyorum olabilir de olmayabilir de.. Eğer onların yoksa benim de olmasın, çıkaralım. Peki nasıl bineceksin yavrum evladım? Öğreneceğim!
Şimdi araba sürerken o an yaşadığım coşkuyu ve sevinci nasıl saklarım diye debelenişimi, Arda' ya çaktırmamaya çalışmamı anlatmam mümkün değil… 6 senedir ilk defa çocuğum bir arkadaşına özeniyor ve onlardan eksik kalmak istemiyor. Bir nevi rekabete giriyor ki Arda'nın asla yapmadığı şey. Yapamazsa, yapamam deyip çeker gider normalde..
Çok sevindim ama içimden bir ses de çok sevinme arabadan indiği anda yada bir kere düştüğü anda vazgeçebilir diyordu.
Sonra ilk işim yan tekerlekleri yok etmek oldu tabii:) Neyse baktım unutmuyor, Perşembe
'ye gün sayıyor. Bir iki çalıştık ama bu sefer başka bir sorunumuz vardı. Arda o kadar çok konuşuyor ve bisikletle alakalı olmayan milyonlarca soruyu sormak için o kadar çok duruyordu ki, bir gıdım ilerleme sağlayamıyorduk. Anne fransızcada fransızca nasıl denir? Anne dünyada kaç ülke var biliyor musun? vs vs.. Ben iki akşam belimin ağrımasıyla kaldım, oğlan ayaklarını kesemedi yerden..
Çağlar'ı da kattım işin içine, dedim bu işi babalar yapar hadi bakayım. Arda her hatırladığı ve hatırlattığı anda attık kendimizi sokaklara.. Ama baktı ki bunca çene ve dikkat dağınıklığı ile bu iş perşembeye yetişmeyecek, üzüldü önce..
Bu sefer hevesi kaybolmasın diye ben planı değiştirdim. Sebastian'ın annesi ile konulup bisikletsiz bir plana çevirdim ve Arda' ya da bunu anlattım. Onlara hala bisikletli bir gün için sözümüzün olduğunu ve isterse tekrar destek tekerleklerini takabileceğini.. Takmak istemedi.. Biraz ara verdi çalışmaya..
Sonra bir akşam diğer korktuğum başıma geldi, düştü! Kolu çizildi, canı acıdı. Hemen ilk tepkisini verdi: Demek ki bisiklet can acıtan bir şey, binmeyeceğim.
Ses etmedik, evden bant getirdik, oturduk havadan sudan sohbet ettik. Ben bu iş bitti derken baktım kalktı devam ediyor! Bu da ikinci şokum oldu.
Sonra bir iki gün önce babası ile çıktılar. Çağlar oldu bu iş diye geri geldi. Nasıl oldu dedim.
'Konuşma, dikkatini yaptığın işe ver ve küçük s ler çiz ' demiş. O da dinlemiş!
Neyse sonunda bizim oğlan çıktı iki tekerin üstüne. Hala uzun gidemiyor çünkü söyleyecek çok lafı var. Kalkarken desteğe ihtiyaç duyuyor, 20 metre gidiyor hop aklına birşey geliyor, duruyor, konuşuyor, bazen pedalları çevirmeyi unutup devriliyor.
Nitekim kısacık ömründe ilk defa bir işi hem de fiziksel beceri gerektiren bir işi, arkadaşlarına yetişebilmek için yaptı.
Bu onun için de bizim için de bir milattır.
Biliyorum ki ben istesem, yalvarsam, zorlasam yapmazdı..
Şimdi devamı nasıl gelecek diye bekliyorum. İki seçenek var, ya sevmediği şeylerde yaptığı gibi bir kere azıcık başarınca oldu deyip bırakacak, yada sevdiği işlerde yaptığı gibi mükemmele ulaşana kadar çalışacak.
İlki büyük ihtimal ama bu sefer büyük konuşmayacağım. Bir kere daha gördüm ki büyüyor ve büyüdükçe değişiyor.. Bu durumda analara da hoop değiş ton ton deyip onun meylettiği yöne meyletmek kalıyor..

Oturduğum yerden.. Daldan dala..

Burayı bir adam edesim var..
O kadar çok yazasım var ki ve yazıyorum ki aslında, Çağlar dalga geçiyor, yıl 2015 sen hala kağıt kalemle mi yazıyorsun diye, ama buranın bu dağılmış, terk edilmiş hali yüzünden bloga girip de yazmak istemiyor canım.  Bir de seviyorum kağıt kalemi ben, hala..
Blogun tepesinde saatler geçirmek lazım. Çok çok saatlerim yok benim ama hevesim var.. Dur bakalım yapacağım bir şeyler.
Hani yeni yıl yaklaşıyor ve bu yeni ülkede çılgınca bekleniyor, her gün ayrı kutlama yapılıyor filan ya ve biz daha yeni yıl ruhunun r sine yaklaşamadık ya ailece, işte o yüzden aslında aklımda, defterlerimde liste liste dizili yapılacaklar ve yapmak istediklerim konulu notları kendime yeni yıl hedefi yapabilirim. Hatta yaptım gitti..
Bir de hala mobilyacı dükkanı gibi perdesiz ve bana göre yerli yerine oturamamış evimizde beni dürtenler var. Şu anda oturduğum yerden mesela şu karşıdaki siyah saksılar, hadi diyor kalk bizi beyaza boya! Siyah saksı ne yahu? Çiçek gibi güzel insanı mutlu eden bir şeyi neden siyah plastik bir kaba koyarlar ki? Saksının siyahına da kahverengisine de kılım!


Ve tabii bugüne kadar geçirdiğimiz, sancılı, sıkıntılı, heyecanlı, koşturmacalı bir kaç ayı düşününce çok şükür diyorum. Bin şükür ki burada oturup iki kelime karalayabiliyorum..

Yarın okulun son günü, ilk dönem bitiyor, sonrasında bizi hemen hemen üç haftalık uzun bir tatil bekliyor. Sıpalarla artık kendimizi o parktan bu parka mı atarız, yoksa evin içinde sevişe güreşe vakit mi geçiririz bilmiyorum. Tek bildiğim bu ağacın altının insanı çoook fena rehavete sürüklediği.. Hadi hanım kalk, tatili ufak ufak planla, saksılarını boya, hatta akşam üstüne okuldan bir canavar gibi aç gelen oğlana beğendirecek bir atıştırmalık bul… Hadi kuzum hadi..


8 Aralık 2014 Pazartesi

Denge

Her gün bir posta açıyorum şu blogu. En tepede arapça menüyü görünce geri kaçıyorum.
Tutamıyorum aklımda yahu. Her seferinde dene dur, ben bunun hangisine basarsam giriş yapabiliyordum diye. Bu sefer tek atışta tutturdum :)

Can tek uykuya düşmeye çalışıyor bugünlerde. O yüzden pek gecemiz gündüzümüz yok. Sabah 10.30 dan itibaren arızaya bağlıyor. O saatte uyusa bir daha uyumuyor bu sefer aksam 17.30 dedi mi mızırtı düğmesine basıyorlar.

Sabah enerjim yerindeyken mızırtısını çekip azcık azcık geç uyutarak öğlen uykusu kıvamına getirmeye çalışıyorum uyku saatini. Hani ikinci çocukta tecrübelisin filan ya, işte o tecrübe bazen yaymana sebep oluyor. Pek fena. Ben uyumayı öğretemedim bu çocuğa mesela. İlkinde daha bir azimli mi oluyorsun ne?

Hala ilkinin peşinde koşuyoruz biraz da . Bu öyle kendi halinde büyüyor garibim. Böyle yazınca pek acıklı oldu da o kadar değil tabii. Ama nedense evde okula giden bir çocuk varken, onun koşturması takibi daha çok zaman alıyor. Okula götür getir, ödevine bak, çantasını yaptır, yatır kaldır, arada tv  ipad savaşı ver ve hatta onlara dalmasın diye birlikte oyalanmaca bul derken evdeki minnak dolaşıp duruyor o arada. Aklım da dolu oluyor tabii.

Herkes mi böyle bilmiyorum. Çocuk değil sanki ben gidiyorum okula. Ödevler bile bana hitaben yazılmış geliyor eve. E yok artık! Ben mı yapacağım? Mecbur tutuyorsun ucundan. Geçen hafta mesela  bir ayakkabı kutusunun içinde fantazi bir sahne yaratmaktı ödevi. İngilizce dersinin ödevi bu yanlış olmasın..

Çağlar bu ne biçim ingilizce ödevi dedi çıktı işin içinden..

Şimdi çocuk kafasında bir güzel yarattı o sahneyi. Uzaya kadar çıkan kolları ile kocaman bir ağaç. Üzerindeki meyvelere kadar anlattı. İki de astronot. Ağaca tırmanıp uzaya gidiyorlar. Giderken meyveleri yiyorlar.. E güzel de ayakkabı kutusunu bulmak bile bir iş.. Hele ki benim gibi taşınırken ne var ne yoksa fırlatıp attıysan gel de kutu bul!

Neyse feda ettik bir ikea kutusunu. Oturdu boyadı yapıştırdı. Astronotları çizdim ben, yapıştırıcı buldum, karton buldum efendim. Depodan daha açmadığımız ıvır zıvırların arasından boya buldum. Arada sıkıldı, hadiledim, azcık el attım olaya. Tavandan sarkan yıldızlar kısmı pek daralttı mesela. İlla 13 tane yıldız olsun diye çizdi kesti boyadı derken zaman akıp gitti. Belim ağrıdı, sıkıldım.

Ha bu sırada küçük mü ne yapmaktaydı. Annesi gelsin, iki oynaşsın ve onu uyutsun diye beklemekteydi.. Dedim ya uyumayı öğretemedim diye..

Yani diyeceğim o ki tecrübenin işe yaradığı yerlerin başında çocuğun yarım saat geç yatınca dünyanın durmayacağını bilmek geliyor bence. Yada yemeğini başkası yedirirse birşey olmaz kuzum diyor iç sesin. Azcık daha uyanık kalıp oynarsa, biraz ağlarsa birşey olmaz..

Bakıyorum şimdi Can kendi halinde çok zaman geçiriyor. Çok düşüyor, çok deniyor, daha kolay çözüm buluyor minicik kafasıyla.. Eline kaşığı çatalı Arda' dan daha geç vermiş olmam, onun kendi kendine yemek yiyemeyeceğini göstermiyor. Annenin daha meşgul olduğunu daha az zamanı ve belki daha az sabrı olduğunu gösteriyor olsa olsa.. İki puzzle parçasını birleştirdiğini ben farkettiğimde o öteye geçmiş oluyor çoktan.. İlkinde öyle miydi oysa? Ne dedi ne yaptı dibinde bitiverirdik çocuğun.

Ben her ne kadar ikisine eşit davranmaya da çalışsam da, sevgimin ölçüsü, karşılaştırması olmasa da, ikisini de öpmeye koklamaya doyamasam da, ikisine de her gün ayrı zamanlar ayırmaya çalışsam da, küçüğü büyüğünden daha serbest, daha özgür, daha kendi halinde büyüyor..İyi mi kötü mü bilmiyorum  ama iki çocuklu yaşamda sen ne planlarsan planla, ne kurarsan kur kafanda, günün akışı bazen öyle hızlı geliyor ki, içerisinde denge dediğin şey zamanla kendi kendine kuruluyor..


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails