30 Ekim 2011 Pazar

Bu Bayram



Bu bayram bütün sıpaların bir bayram şiiri var, ne güzel, demek ki zamanı :)
Cuma günü bayram kutlaması için okula bir çocuk tiyatrosu geldi, oyunun bitiminde bu cüce çıkmış sahneye bir başına, bu şiiri okumuş, alkış alınca da çok sevinmiş.. 
Okuldan almaya gittiğimizde bizi kapıda gören herkes Arda 'nın şiirinden bahsediyordu, dedim keşke çekseydiniz en azından bir fotoğraf.. Görmeden inanmam diyesimde geldi de tuttum çenemi :)
O kadar şaşırdık ve sevindik ki o kısacık zamanda fotoğraf çekmek kimsenin aklına gelmedi dedi öğretmeni..
Ne de olsa suratsız büyüyen bir cüce için beklenmedik bir performans..
Öğretmenlerinin sevincine, bizim kendisini kutlamamıza rağmen kendisi coşmak yerine garip bir gurur sergiliyor..
Çok değişik, çok güzel bir şey çocuk olmak, çok..

27 Ekim 2011 Perşembe

Deprem

Düşündüm de;
İki gün boyunca evin içinde televizyon -  internet arasında git gel yaparken döktüğüm gözyaşını 99 depreminde çadır içinde yaşarken döktüm mü?
Dün Evrim' le konuşurken bir fotoğrafı hatırladık birlikte. Günlerdir arıyorum bulamadım o fotoğrafı ama tüm ayrıntıları gözümün önünde...
Ben ve Canan çadırın içinde kafa kafaya vermişiz, çadır da çirkin gri renkte, muşamba bir çadır.. Tüm dişlerimiz ortada, gülmüşüz..
Evrim haklı olarak bana garip gelmişti o fotoğrafınız dedi, siz orada gülerken muhtemel biz annemle tv karşısında ağlıyorduk dedi.
Haklıydı.. O çaresizliğin içinde gülmek..Garipti dışardan bakınca..
Ama düşününce,
depremi yaşayıp adımınızı toprağa attığınızda, hele ki bizim gibi görece iyi durumda iseniz,
eviniz yıkılmamışsa ama tek bir sağlam eşyanız da kalmamışsa,
televizyon yoksa,
elektrik yoksa,
telefon yoksa,
cep telefonları hepten çalışmıyorsa,
eşinizin dostunuzun arkadaşınızın haberlerini ya kalbiniz ağzınızda evine doğru yürüyüp , apartmanı en azından ayakta duruyor gördüğünüzde bir oh çekerek,
yada apartmanı göremediğinizde, o anda gözyaşı dökerek, alabiliyorsanız,
bildiğiniz kurtuluş yada kayıp hikayeleri o şartlarda elinizin, kolunuzun, arabanızın ulaşabileceği mesafedekilerle sınır ise,
kendinize ait öncelikli derdiniz barınacak yer, su, hatta tuvalet bulmak ise,
20 li yaşlarındaki iki yakın arkadaş, sağsalim birbine sarılabilmişse,
ve kendilerini ancak o muşamba çadırın altında güvende hissedebiliyorlarsa,
o zaman gülmekten daha doğal bir şey olmuyor..
O gülümsemeye hatta bazen kahkahaya ihtiyacınız oluyor..
Sonradan, çok sonradan, sizin için hayat eskisi gibi olmasa da normale yakın bir hale geldiğinde, acının aslında sizin gördüğünüzden kat kat fazlası olarak yaşandığını, sizinkine benzeyen benzemeyen binlerce hikayenin olduğunu o zaman anlıyorsunuz..
Siz sallanan yer kabuğunun üzerindeyken, kendinize acımıyor, canla başla ayakta durmaya, moral bulmaya çalışıyorsunuz..
Bu sefer ben TV başında daha çok yıkıldım..Tüm hikayeler, hepsi ama hepsi gözümün önündeydi çünkü..
O zaman anladım, bize bizden çok ağlayan insanların neden o kadar dağıldığını, korktuklarını..
Teknolojinin hızını yakalamakta zorlandığımız, mesafelerin yok olduğu zamanımızda, söylemek istediğim şey tvler bunları bize göstermesin demek filan değil.. Gösterdikleri için bu kadar çabuk organize olabildik, duyulup görüldüğü için bunca yardım çabucak derlendi toplandı gitti..Ve hatta evimin salonunda dizilmiş kolileri kabul eden yer bulamayacağım kadar hızlı oldu bitti herşey..
Yine de ajitasyon yapan, devamlı depremden kurtulmuş yaralı insanlarla konuşmaya çalışan, abartılı ağlak konuşmalardan başka elle tutulur haber vermeyen kanalları geçiyorum ben.
Şimdi dik durmanın, moral vermenin hatta enkaz başında yakınını bekleyen o insanların dimdik ve mağrur duruşu gibi , acımadan yanlarında olma zamanı..
Daha da önemlisi tekrarı olmaması için çalışmanın, bilinçlenmenin, unutulmasına izin vermemenin zamanı..

** Ekim ayı başında Kızılay haftası kutlayan ve okulunda kızılay çadırı kurulan cüce, kapıda, bakkalda koliler ve toplananlarla ilgili konuşmalara şahit olunca, evlerden çıkan torbaları görünce, önce 'Kızılay orada şimdi amaa'  diyerek hani siz neden debeleniyorsunuz demeye getirdi. Biz de dilimiz döndüğünce anlatmaya çalıştık bu sefer de 'o zaman ben de Kızılaydaki doktorlara yardım edeceğim' deyip , çoraplarını ve oyun hamurlarını torba yaptı getirdi, bu çoraplar ne kıymetli idi halbuki.. :)) **

24 Ekim 2011 Pazartesi

Paylaşmak ama herşeyi mi?

Elim gitmiyor yazmaya, koltuktan kalkasım yok hatta..
Ne garip, ne kötü günler yaşıyoruz..
Patlayan bombalar, yıkılan evler.. 
Daha bir kaç dakika önce haberi verilen trafik kazası, giden gencecik 8 genç..
Mesafelerin kısaldığı, haberlerin çok hızlı yayıldığı günümüzde artık üzülmekten başka elimden bir şey gelmiyor demek, ne vicdansız bir söylem..
Herkes elinden geleni topluyor, yapıyor, gönderiyor..Oturduğumuz yerden yardımda bulunabileceğimiz öyle çok seçenek var ki önümüzde.. Ne mutlu aslında bu noktaya gelebildiğimiz için..
Ama o arkada kalan can acısı, iç sızısı var ya, ben orada hep bir tökezliyorum işte..
Ohoo neler yazıp kafamı dağıtacaktım, neler çıktı elimden..
Asıl konu: Paylaşmak.
Bizim evimizde büyüyen çocuk hep elinden oyuncağı alınan çocuk olmuştur. 
Arada kafasına oyuncak yiyen hatta.
2 -  2,5 yaş arasında ise elinden oyuncağını kaptırdığında yada kendi isteği ile verdiğinde ya başka oyuncak bulan, yada karşı tarafın oynamasını bekleyen bir çocuğa dönüşmüştü.
Kendisini ittirip sırasını alan, elinden çekip oyuncağını alan çocuklar için zaman zaman sen de ittirebilirsin, oyuncağını geri alabilirsin gibi teşviklerimize rağmen o hep konuşmayı seçti. Daha küçükken bize gelip kendi haklılığını anlatma çabasına girdi, şimdilerde ise diğer çocuğa anlatma çabasına giriyor. 
Daha dün tiyatro gibi izledik bir tanesini.. 
Güzel mi güzel, cingöz mü cingöz bir kız, sıpayı ittirip arabasına konuverdi. Bu şaşkın ise kıza laf anlatma derdinde. Ama ben biniyordum sıra bendeydi, sen neden aldın arabayı benden vs vs vs..
Ama kız çok cin, baktı bu araba için pervane oluyor ben bununla dalgamı geçerim dedi heralde ki iniyor arabadan, tam Arda adım atacakken koşup tekrar biniyor! ve hikaye başa sarıyor :)
Bu tip durumlarda, hele ki kullanılan oyuncak kamu malı ise, olabildiğince kendi işini çözmesine gerekirse sırasını beklemesine ve becerebilirse elinden kaptırmaması için çabalamasına olanak vermeye çalışıyorum. 
Aslında için için ittiriversin istediğim oluyor hani :) Ama hayır onun yolu daha karmaşık, anlatmak, istemek o da olmazsa değiş tokuşa gitmek gibi..
Bu çözümlerin okulda işe yaradığını biliyorum, geçen seneye göre kendini daha iyi savunduğunu, sesini yükselttiğini, şöyle bir anlaşma yapalım diyerek çözüme gitmeye çalıştığını ama asla vurmadığını, ittirmediğini ve bunların okulda işlediğini biliyorum. 
Ama oğlum hayat okuldaki kadar düzenli değil ve hatta acımasız, aynı dün olduğu gibi,, Her zaman karşındakiler öğretmen gözetiminde olmayacak ve sen bazı şeyleri paylaşmaman gerektiğini de öğreneceksin. 
Ne gibi mi? 
Sana ait olan bir prenses gibi mesela!
Yerdeki şovalyeyi giydirince içeri koşup bir prenses çizmiş kağıda. Şovalye prensesi kurtaracak konu bu..
Ben şovalyeyi aldım, prenses benim diye girdim perdeye,,
O da ben Arda, o benim prensesim alamazsin diye girdi.
Buraya kadar tamam ama ben azıcık üsteleyip hayır ben onu kurtarmaya geldim diye ısrar edinceee, tamam paylaşalım o zaman! deyiverdi!!
Yok annecim yok, prenses sen de kalsın, sen de hep böyle uzlaşmacı kal, kendini yedirmeden ama, için için kendini de yemeden..
Bir Not
Şöyle de bir tavsiye almıştık biz zamanında: Çocuklar ellerindeki eşyanın kendilerine ait olduğunu ve paylaştıklarında geri alabileceklerini, sahipliğin karşı tarafa geçmediğini anladıkları anda paylaşmayı da anlarlarmış. Kamuya ait oyuncak ve eşyalarda ise öğrenmeleri gereken şey paylaşmaktan çok, başkalarına saygı gösterme, sıra bekleme gibi toplum kuralları olduğundan, bu tip durumlar kendi haklarını korumayı öğrenme, henüz benim işim bitmedi diyebilme ve işleri bittiğinde sıradakine devretmeyi öğrenmek için güzel fırsatlar olarak değerlendirilmeliymiş.

23 Ekim 2011 Pazar

Van!..

Dayan Van dayan.. 
Nasılsa sen de unutulacaksın.. 
Unutulana kadar dayan..
Acına dayan..
İnsanlığını unutanların sözlerine dayan..
:((

22 Ekim 2011 Cumartesi

Her yaş dönümünde aynı gaflet ve dalalet.

Yaş dönümlerine denk gelen zorlu anlar..
Geriye dönüp baktım biraz, tarihleri hatırlamaya çalışarak ve fark ettim ki, anne olarak kendimi en zorda hissettiğim zamanlar Arda' nın yaş dönümleri olmuş,,
Ve bu dönemlerdeki halimiz tavrımız örnek olmamız yada olamamamız onda daha kalıcı olmuş,,
2 yaş, sonra en azaplı geçeni 2, 5 yaş,,
Şimdi de çok daha yumuşak ama daha büyük dalgalar halinde kapımızı çalan 3 yaş,,
Büyük bir çocuk olmak için çok çabaladığı , bebeklikle abilik arasında sıkıştığı ve zaman zaman bizi de sıkıştırdığı zamanlar şimdi,,
Bazı şeyleri yapabilecek kadar büyük ama bazılarını hala yapamayacak kadar küçük olmak yoruyor onu,,
Bizi de,,
Her ne kadar sen abisin yada sen büyüdün dememek için çabalasak da, o bunlara çok takmış durumda,,
Okulda iki Arda olması ve zaman zaman ayırmak için ona 'Küçük Arda' demeleri mesela, ki sanıyorum bu söylem uyarımız sonucu bitti aslında,,
Parkta bir çocuk ola ki ona sen bebeksin dedi,, Günlerce sürüyor bunun irdelemesi,,
Ben bebek değilim diye cevabı verdikten sonra hiç ilgisi olmayan bir zamanda, ama anne ben şimdi büyüdüm ya, bebek değilim ya, o zaman neden hala ayaklarım yetişmiyor pedallara diyebiliyor,,
Bana neden bebek dedi o arkadaş? Ama ben bebek değilim ki?
Yada evde bizi bebek yapıp, kendisi baba rollerine bürünüyor,,
Ne zor ona pedallara yetişmek için daha çook yılların geçmesi gerektiğini anlatmak hele ki henüz dün - bugün - yarın kavramları arasına sıkışmışken, içinden çıkmak için debelendiği günlerde,,
Bazen çok yükleniyorum, farkındayım,,
Grisi olmayan bir çocuk büyütmek diyorum, ne zor,,
Onun için ya beyaz ya siyah her şey,,
İstediği mükemmelikte olmayan hiç bir şey için esnemeye yanaşmaması diyorum,,
Bir kere hayır dedikten sonra asla geri adım atmaması, kanmaması,,
'İstiyorum' yada ' İstemiyorum' ların ardında bu kadar dik durması,,
Bazen istemediğimiz şeyleri de yapmamız gerektiğini nasıl anlatırsınız bir çocuğa?
Söyleniyorum da söyleniyorum içimden,,
Beş dakika peşimizi bırakmıyor, her an onunla bir oyun oynama halinde olmak yorucu derken,,
Sadece gözünün önünde olmamızı istediğini kaçırıyorum,,
Haksızlık ediyorum diyorum,,
Bu kadar söylenirken bazen, onun hayallerini kaçırdığımı fark ediyorum,,
Bugün kısacık sabah diliminde neden- nasıl ve ama ları ile, bitmek tükenmek bilmeyen itirazları, imkansızı istemeleri ile sık sık derin nefes almama sebep olan cüce, daha dün kahvemi boğazıma dizmeden içmeme izin verip, beni azad edip oynamadı mı açık havada?
'Anne parka gerek yok, sadece koşmak istiyorum' diye net bir açıklamanın ardından, gerçekten de uzuun uzun koşarak, hatta arada geri koşup ileride gördüğünü anlatarak, annesini güneşin altında dinlendirmedi mi?
Zaten zamanı gelince olacak şeyleri, zamanından önce beklemek anneye de çocuğa da yük,,
Ben bu hataya düşüyorum işte zaman zaman, özellikle de yaş dönümlerinde,,
Şaşı  :)
Konuşuyor olması, hissetiklerini anlatabiliyor olması demek değil uyarısını kafamda döndürüp duruyorum son günlerde,,
Giderek daha arkadaş oluyor bana, babasına,,
Soruları daha anlamlı ve daha zor artık,,
Dünyanın ne kadar büyük olduğunu anlatmakta zorlandık ama beni de çekin ben de öyle oyniyim ekranda deyince çok zorlanmadık mesela:)
Buyrun ekranda oynayan Arda :)


Untitled from Zeynep Kara on Vimeo.










19 Ekim 2011 Çarşamba

16 Ekim 2011 Pazar

Cumartesi

Dördüncü veli toplantım bu benim..
Cücenin boyuna göre bayağı iyi bir deneyim sayısı..
Dördüncü kez gidip daire olarak dizilen o minik sandalyelere oturduğumda, bu sefer o duvarları tanıdığımı, birazdan konuşulacakların bir kısmını tahmin edebildiğimi ve en önemlisi hiç yabancılık ve yabanilik hissetmediğimi farkettim, hoşuma gitti bu his..
Bu his sayesinde belki de, eleştirilerimi çok daha rahat yapar oldum bir süredir.. Ama ben bunu o anda, o minik sandalyelere oturduğumda farkettim..
'Mükemmel okul diye bir şey yok, sizin önceliklerinizi karşılayan okul var, onun da yüzde yüz karşılamasına imkan yok..'
Okul değiştirmedik başından beri ama bu bir önceki cümledeki gerçeği sindirdiğimden beri karşımda, bir sürü eksisine rağmen ağzımdan çıkanları daha bir dikkate alan, içinde kendimi de huzurlu hissettiğim, kolay kolay dönüp arkama bakmadığım bir okul var..
Bu toplantı özeldi benim için, kafam dopdolu, içim rahat, yüzüm gülerek çıktım 3 saatin sonunda oradan..
Veee yağmurlu bir Cumartesinin ortasına düşüverdim. Sonrası acılıydı biraz, trafik, sağanak, taksi şoförleri, hemen arkasından da elleri çıkacak ateşin habercisi olarak buz kesmiş, gözleri baygın bir sıpa ile buluşma..
Ve sıpayı emin ellere bırakıp, en az veli toplantısı kadar önemli, hayallere giden yolda minik bir adım için başka bir buluşma..
Cumartesi gününü bilgi bombardımanına tutularak geçirmiş beynim, bugün tatil istiyor..O istese ne yazar, cüce hafif ateşli ama her an bir öksürük dalgası ile uyanmaya hazır dibimde yatıyor..
Uzun bir gece ve yorucu bir pazartesiye şimdiden merhaba!

Paylaş






14 Ekim 2011 Cuma

Göz Kontrolü ve Birkaç İyi Şey

Bazen bir sürü güzel şey aynı güne doluşmak içim beklerler ya, dün öyle bir günmüş işte..
Halbuki ne çok yorulduk ana -  oğul..
Öğlene yakın okuldan almaya gittiğimde müzik dersindelerdi. Okulun içinde vakit geçirmek bütün annelere iyi geliyor mudur? Bana çok iyi geliyor..
Müzik dersinden çıktığında ve okuldan çıkmaya hazırlandığımız sırada, müzik öğretmeni geldi yanımıza. Ne yalan söyleyeyim çok ciddi geldi bana, hiç anaokulu öğretmeni gibi değil bayağı öğretmen gibi..
Siz dedi Arda' nın annesi misiniz?
Evet dedim.
Bir kaç derstir denemeler yapıyorum, hiç ritm kaçırmıyor dedi.
Yani? dedim.
Yani dedi verdiğim melodiyi hatasız ritme dönüştürmek, yada verdiğim ritmi, arada kaçak olmadan mırıldanabilmek, bunlar güzel şeyler dedi. İyi bir kulağın göstergesi.
Dedim ya çok ciddi.
Sevinç bile gösteremedim söylediklerine o anda.
Ama çocuklar çok şenşakrak çıktılar dersten, Arda desen ağzı kulaklarında..
Demek velilere mesafeli diye düşünürken tam, sanırım Arda daha 3 değil, bu kışı geçirmesini bekleyin, sonra enstrüman deneyin derim ben dedi. Zaten kış boyu ben de izlerim onu.
MT den bahsettim biraz. Orası perçinlemiş kulağını besbelli dedi.
Tesadüf olamaz mı dedim.
Sanmam bu kaçıncı dersimiz ama zaten zaman gösterir bunu dedi.
Sonra onu da alıp okuldan çıktık, arabada sıpa öğretmenine evini yerini yurdunu sorunca, kadını daha bir dolu konuda soru bombardımanına tutunca anladım ki onunki tanımadığı veliye karşı bir mesafe hali, rahatladım.
Sonra hemen uyuz anne rolüme geri dönüp Cumartesi günkü toplantıda soracaklarıma yenilerini ekledim. Oyunsuz bir ders miydi bu? Ders miydi yani?
Daha sonra zeytin gözler muayene edildi.
Babanın ileri boyuttaki göz tembelliği, annenin göz bozukluğu, hiç biri uğramamıştı Arda' ya.
Orada gönlümce sevindim işte hem sağlam kulaklara, hem de sağlam gözlere :)
Uğranılması gereken duraklar bitmemişti.
Biraz mızırtılı biraz keyifli her türlü işimizi halledip, son durak olan berbere geldik, akşam 5 civarı.
Ben yorgunluktan kendimi koltuklara attım, Arda berber abi ile eğlenceli bir sohbette, sen beni tamir mi ediyorsun şimdi diyor, abi gülüyor, Arda 'çocuk tamir edilmeeeez' diyor en şımarık sesiyle.. Kendince espri yapıyor..Kısaltın diyorum, yok diyor abi, yazık olur, ısrar edecek halim bile yok, peki deyip dinlenmeye devam ediyorum.
Eve geldiğimizde, enerjimin son kırıntısı ile cüceyi banyoya soktum. Tüm günü anne beni koşacak bir yere götür diye geçirdiğinden ve ben bunu beceremediğimden, banyo sonrası evin içinde milyon tur attı koşarak.
İşte o turların birinde kapı çaldı.
Kapıyı açıp komşu amcayı elinde dev gibi sarı bir araba ile görünce..
O sahneyi çekmek isterdim,,
Gözleri yerinden fırlamış, gülmekle çığlık atmak arası.. Durumu kavrayamamış ama arabaya bayılmış bir çocuk nasıl olursa öyle işte :)
Arda mutlu mesut geçti karşı daireye, Kubilay abi ile arabanın paketi açılacaktı ne de olsa..
Ben mahcup, kapattım kapıyı..Yine de içimde bir mutluluk..
Güzel şey insanların birbirini sevmesi, sonra iyi haberler almak ummadığın anlarda..
Küçük bir çocuğa sebepsiz getirilen bir hediye, sakallı amcaya kondurulan öpücükler..
Sevinç şaşkınlığı..
Güzel şey..









12 Ekim 2011 Çarşamba

Nar

Rüyamda nar ayıkladım bir sürü,,
Rüyamdakiler bunun kadar kırmızı değildi, hatta belki az biraz pörsümüşlerdi bile,,
Sonra oturup gerçeğini ayıkladım,,
Sıpa kaşıklıyor narı,,
Ekşiyerek, çekirdeklerini buruşa buruşa yiyerek kaşıklıyor,,
Sonra ayıklarken düşündüm de kendim için değil narı ayıklamak, almazdım bile gidip,,
Şimdi nasıl bir itici güç ise bu hiç gocunmadan, üşenmeden tek tek döküyorum tanelerini,,
Bir de belki de sadece nar tanesi kadar olan, bugün var yarın yok dertleri de bu balonlar gibi şişirip büyütüyorum içimde,,
Sonra aynı bu balonlara yaptığımız gibi tek tek parmaklarımızla patlatıp yok ediyoruz hepsini ama nafile,,
Onca üfürükten sonra Arda' nın ağzına kaçan sabunlu su gibi acı bir tat bırakıyor bende,,
Halbuki ne saçma, şişirmesene kendini değil mi?
Bırak köpürecekse köpürecek zaten, olacağı varsa olacak,,

Ha bir de renklisini yaptık bu balonların daha sonra, onlarla ben de o kadar çok oynadım ki fotoğraf çekmek aklıma bile gelmedi.
Deneyin çok eğlenceli :)






10 Ekim 2011 Pazartesi

Yağmurdan girdim, nedenden çıktım

Evin içi çok soğuk yada bana öyle geliyor,,
Balkon kapısının kapanma zamanı da daha gelmedi sanki,,
Hem yağmur çok güzel yağıyor, hem de daha kapı pencere kapalı oturma haleti ruhiyesine girebilmiş değilim,,
Hava karanlık,,
Elim hiç bir işe gitmiyor, öyle garip bir ruh hali ile başladım haftaya,,

Bu mini ağacın ne olduğunu bir türlü öğrenemedim,,
Dalları bizim balkonda ve baharda nasıl güzel kokuyor,, Hanımeli gibi bir koku buram buram,, Üzerinde öbek öbek arılar tabii,,
Bu miniminnacık meyvemsi şeyler de hep üzerinde, yeşil yaprakları da,,
Seviyorum kendisini, bir de adını öğrenebilsem,,
Şimdi Arda olsa ' Neden' derdi.. Neden meyveleri var?
Hiç bitmeyen bir Neden' ler silsilesi hayatımızda şu ara,,
Zaman geçtikçe bu Neden sorularını üç gruba ayırdığımı farkettim.
Birincisi gerçek sorular. Bazen cevaplarını benim de bilmediğim yada anlatmakta zorlandığım. Neden akşam oldu? Neden böyle bir ses çıkarıyor? gibi gibi,, Bunların arasına Nasıl' lar da giriyor bazen ve aslında anlatmak, anlatabilmek için öğrenmek keyifli.
İkincisi sırf konuşmak olsun diye sordukları, bazen saçma ama cevabı kolay, laf olsun torba dolsun, ağzı boş kalmasın diye.. Neden fırını yaktın? Neden içeri gittin ? gibi gibi..
Beni en zorlayan üçüncü grup Neden' ler.. Kızdığında, üzüldüğünde, duymak istediği ' olumlu' cevabı duyamadığında, istemediği bir şeyi yapmak zorunda kaldığı anlarda,, Ne kadar açıklarsam açıklayayım kendi istediği cevabı alana kadar Neden, Ama neden? diye devam eden sorular,,
Bu tarz bir soru silsilesinin içine girdiğimizde sinirlendiğimizin de farkında olması ve hatta bazen sırf inadından yapıyor olması ise sabır eşiğimizi oldukça zorluyor, bir gerçek,,
O sordukça ne çok şeyi bilmediğimi farkediyorum, kelime haznemin yetersizliğini,,
Düzgün cümle kurmakta zorlandığım anlara denk geliyorum mesela,,
Devrik cümleler yada anlayabileceğinden daha karmaşık anlatımlar, aynı kelimenin yerine daha basitini ararken zorlandığım anlar,,
Bir de onun anne olup benim Arda olduğum oyunlarda yüzümde patlayan saçma cevaplarım ve yapmamam gereken hal ve davranışlar,,
Kim kimi büyütüyor anlayan beri gelsin :)

Üzerine oturduğu buz kutusu şoför koltuğu, ayağının altındaki buz kalıpları pedallar, elindeki de direksiyon.. Oldu mu sana bir kamyon..



7 Ekim 2011 Cuma

Kış tarifesi - Üç yaş tarifesi

Bir hafta oldu döneli..
Gittiğimiz gün iyileşti Arda.
Az eşya ile gidip daha azı ile döndük, bavulumuzdakilerin bir kısmını Deniz bebeğe, kova küreklerimizi balıklara bıraktık..
Hiç tatil fotomuz yok elimizde ama çok güzel dinlenmiş, dostları ile hasret gidermiş, bebek koklamış, balık kovalamış üç adet bünye var..
Üç senedir ilk defa, çocuğumu ' pek hareketli maşallah' diye seven insanlarla karşılaştım bu tatilde.. Bunun türkçesi 'pek yaramaz vah vah' mı demek oluyor diye düşündüm bir an ama, 'hareketli' sıfatını kazanmak için yaptığı şeyler konuşmak, soru sormak ve koşmaktan ibaretti..Şaşırdım ve eğlendim, hele ki bu sözü sarfeden teyzelere size kolay gelsiin deyip vedalaşınca daha bir eğlendim :)
Gelir gelmez kış tarifesine geçtik. 
Gece 1 de eve girip ertesi sabah 10.30'da Yapıncak'taydık. 
Yazın aralıklarla devam eden okul, tam gaza döndü. 
Kış tarifemizin vazgeçilmezleri yemek listesi ve Yapıncak aşkı, buzdolabı üzerinde yerini aldı hemen.
Arda biraz zor geçirdi bu haftayı, ağlamadı sızlamadı ama yeni geldim ben okuldan, yarın mı oldu, hani Hello' ya gidecektik, daha hafta bitmedi mi şimdi diyerek gitti sabahları..Pazartesi günü öğle uykusunu protesto edip, peki uyuma  o zaman diyen öğretmeninin yanında sızmış, uyanınca da neden beni uyuttun diye ağlamış mesela.. Bu krizin hemen sonrasında da ingilizce dersine girmek istemeyip dışarıda oturmuş ama aklı da içeride kalmış. Tefle ders yaptılar ama ben göremedim diyor. 
Okula yeni başlayan ve ağlayan arkadaşlarından da biraz etkileniyor. Her ne kadar onları avutsa da, öğretmenini çok kıskandığı ve ağlayan birisi olunca huzursuzlandığını öğretmeni ile olan konuşmalardan biliyorum.
İşin güzel tarafı şu ki akşamları çok keyifli dönüyor eve ve tüm günün özetini akşam kendisi geçiyor bize. Uyumadım, ağladım, derse de girmedim yada pasta yedik, şunu oynadık, bu şarkıyı öğrendik vs gibi. O gün kim gelmiş, kim gelmemiş, bahçeye çıkmışlar mı ne varsa hepsini tek tek anlatıyor. Yüzde 99 u doğru oluyor anlattıklarının. Okuldan eve notlar getiriyor, iletiler..Selin Hanım anneni kocaman öp dedi, gel öpücem yada Dilek öğretmenim kalemlik istedi bizden gibi..
Ve akşamüstleri oyunlara verdik kendimizi bu hafta. 
Babası gelene kadar önce mutfağı kolaçan etti. Kek bitmiş anne kek yapalım, kurabiye yapalım diyerek aşçılığa girişti. Yada daha bitmemiş bak var, bitince yaparız diyerek beni oyuna çekti. 


Aslında mutfakla ilgili iki derdi var, birincisi mikseri kullanmak, ikincisi de yaptıklarını okula götürmek. Ben zaten geçen kıştan beri menüye göre yapıp gönderiyordum okula ama bunları paylaşmanın keyfine varması hoşuma gittiğinden ses çıkarmıyorum. O istedi biz yaptık bu hafta. Bir de ısırdıklarını tekrar geri koymasa.. :)
Her akşamüstü mutlu mesut geçmiyor tabii, dalaşıyoruz arada. Benim de kızdığım anlar oluyor, bazen kendi yorgunluğum bazen de onun inadı yüzünden ses tonumu ayarlayamadığım anlar. En çok öyle zamanlarda farkediyorum, ağlamamak için nasıl da dikleştiğini, inadının nasıl da yüzünde belirdiğini, koca adam cümleleri ile bana cevap verip, gözyaşlarını, titreyen çenesini nasıl zapt ettiğini.
Gurur mu, yoksa öfkelendiği için, kendi lafını geçirmek istediği için mi yapıyor bunu bilmiyorum. Bildiğim çok zamandır ağlamıyor Arda. Ama ile başlayan yüzlerce cümle kuruyor da kendini koyverip ağlamıyor..Ne fena aslında..
Televizyon ve bilgisayarla hiç ilgilenmeyen oğlan bu hafta ilk defa 10 dk civarı birşeyler izleme sabrını gösteriyor, kendi talebi ile. Ama bu izleme seansları anneee bak sana anlattiim mi ne oldu diye sonlanıyor. Memnun muyum bilmiyorum..
Sabır ve dikkat süresinin uzadığını hissediyorum yavaş yavaş.
Bunun bir göstergesi tatil boyunca çook oyalandığı puzzle lar. Evde pek ilgilenmese de tatilde özellikle yemek öncesi ve sonrası zamanlarda, dinlenmek istediği aralıklarda çok oynadı. Okulda da canla başla yapıyormuş , nedense :) Canan' a bunu kapıp getirdiği için çok dua ettim. Her zamanki gibi başarılı bir seçim yapmıştı. :)

Bir diğeri de iki kişi karşılıklı oynanan oyunları sonuna kadar oynaması. Bu ay Meraklı Minik' in verdiği Kirpi Gözleme Oyunu' nu defalarca oynadık mesela. Bundan güç alıp bu tip oyunları ufaktan çıkarıyorum ortaya.
Sonuç olarak döner dönmez hızlı bir giriş yaptık hem okullu günlere hem de serin havaya,, 
Tüm bunların arasında bahçeli evimizi kapadık, oradaki arkadaşlarımızla vedalaştık. Eve bir sürü eşya taşıdık. Derlendik toplandık. 
Bu sonbahar benim için de, Çağlar için de yeni bir düzen ve tabii Arda için de.. 
3 yaşa bir ay kala deviniyor, değişiyor, bize de ayak uydurmak düşüyor..

Paylaş

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails