27 Ekim 2010 Çarşamba

Daha başka kaybedecek bir şey var mı acaba, varsa onun da hatrı kalmasın hemen ele alayım..

Çantamı evde unutup çıktığım gün bu son nokta demiştim.
Bugünkü durum pek onu aşamaz ama neredeyse yetişir hani..
Sabah ön sağ farın yanmadığını farkettim önce , e iyi dedim haftasonu hallederiz , yeter ki akşam çok karanlık olmadan dönebileyim eve..Sonra akşam dönüşte, şeytan dürttü derler ya o hesap, torpidoda olduğuna adım gibi emin olduğum ruhsatımı kontrol edeyim dedim, ruhsat yok..Ne oradan çıkardığımı hatırlıyorum , ne nereye koyduğumu. Tek bildiğim çook uzun süredir ruhsatın torpidoda olduğundan çok emin olup öylece İstanbul trafiğinde fıldır fıldır gezdiğim..
Hava kararmış tek farım yanmıyor, ruhsatım yok, deli trafik var, eve normal saatimden neredeyse 1 saat geç kalmışım ve yağmur yağıyor..Olmaması gereken son şey oldu ve arkamdaki adamcağız duramayıp güm diye vurdu.. Adamcağız diyorum çünkü kibarlıktan ölecek bir bey neredeyse..Neyse aman aman bir hasar yok, ne adamda hal var yağmurda duracak ne bende, arkamızdaki trafik uzamakta. Çok uzatmadık biz de,  zaten bin özürle birlikte bir sürü telefon adres isim vs verdi. Siz yaptırın ben ödeyeceğim diye, e peki dedim attım kendimi tekrar arabaya..Hani eskaza polis gelse suçlu çıkabileceğim bir olaydan hızlıca yırttım aslında. Ama asıl sorun bu kafa karışıklığından , unutanlıktan nasıl yırtacağım..Bilmiyorum ki..

Dün akşam ki ben adam oldum ispatından sonra bu akşam neşeli ve huzurlu karşıladı beni..Deeşik bişi oynayalim miii sorusuna karşılık da şu çubukları kafasını çıkardığımız tuzluklara attık ..Fena fikir değilmiş walla, baya sevdik biz,,



 Önce attık, sonra boşalttık, sonra ayırdık grupladık, en sonunda da saydık, baya iş çıktı plastik sayı çubuklarından :) Bu aralar herşeyi sayıyoruz biy-iti-üç! Her şey üç tane:)

Paylaş

Bu aralar "Oh" ile "off" bir arada çıkıyor ağzımdan

Öyle hızlı ve öyle çok değişim yaşıyoruz ki bu aralar..
Günlük rutinlerimizi değiştirmemiz, yeni şartlara adapte olmamız gerekiyor.
Ama içimizden biri, daha başka bir değişim yaşıyor, gün be gün büyüyor.
Ne zorlu, ne karışık bir iş büyümek.. Çevreyi anlamak, sindirmeye çalışmak, kendini ispat etmek, kararlarında direnmek,,
Eve binbir oyun planı ve umutla gitmişken, karşınıza dikilen bir minik adam sunduğun hiç bir yemeği yemeyeceğim ben kurabiye istiyorum derse ve gecenin geri kalanında bu ısrarında devam ederse, sizin bu inat karşısında sinirlerinize hakim olmaya çalıştığınızı ve az biraz da kızdığınızı anladığında küsmeye de hiiç dayanamayıp, opiiim şeniii diye gelir sarılırsa, sabahları montunu giyip bay baay evimiz, bay baay banaaa, otula didiyoyum been demeye başlarsa, herşeyin kendine ait olduğunu iddia edip bir de buna yürekten inanırsa, çoraplarını bile kendi giyebileceğine kanaat getirmişse ama henüz parmakları o kadar becerikli değilse, babaa sen bunu biloomusun diye başlayıp potatalii soyduum basucuma tooydum diye devam ediyorsa ama aynı zamanda o portakalı kendisi soymak istiyorsa,,,
İşte o zaman ortada her daim gülen ama bir o kadar da ya sabır çeken bir anne - bir baba ve 2 yaşına günler kalmış bir tospa vardır demektir.
2 yaş krizi diye bir şey yok, 2 yaşında adam olduğunu sanan bücürler varmış, anladım.
Yine de çook şükür ki bu kareleri yaşıyoruz, çok şükür..

Paylaş

26 Ekim 2010 Salı

Can sıkıntısı ve muz kabuğuna çareler..

Büyüdükçe uykuları azalıyor ya bu modellerin, saat 21.30 u gösterdiğinde bir yatma(ma) mücadelesi başlıyor ya hani... En azından bizde başlıyor. Çok açık ve net uyumayalım diyor, "uyumat istemooyum!" . E peki ne yapacağız uyumazsan?
Uykusu olmayan insanı zorla uyutmak da garibime gidiyor, yanlış yapıyorum gibi geliyor ama o saatte uyumazsa eğer sabahları bu sefer uykusu olan çocuğu uyandırmak gibi daha da garibime giden bir şey yapmak zorunda kalıyorum.
Bazen o kabul ediyor e hadi uyuyalım madem deyip kapatıyor ışıkları, bazen biz hadi yarım saat daha otur o zaman diyoruz ama işte o yarım saati bile doldurmak gerekebiliyor ya zaman zaman..
Dün akşam da böyle doldurduk son yarım saatimizi, şişe süsleyip , o şişeye de fırçalarımızı koymaya karar verdik.
Biz diyorsam da yanlış anlaşılmasın, evdeki bütüüün kararları o almak istiyor ya hani bu aralar ,, öyle işte :) 




Paylaş

19 Ekim 2010 Salı

Dünün özeti sarı oyun hamurundan yapılmış bir tappumbaa ve Sünder Bob' tur. Şükür çok şükür..

Dün saat 5 te attım kendimi ofisten dışarı, uçarak kaçarak gittim yuvaya..
Kalbim çarpa çarpa, koskoca gün, ne yaptığına dair milyon tane soru sora sora kendime gittim.
Elinde hamur parçaları ile karşıladı beni.
Uyumuş uyanmış ikindide birşeyler yemiş, problem olmamış sonuç olarak.
Tappumbaa yaptııım, sunder bob yaptıım diyerek giyindi ve çıktık.

Bu sabah da beklediğimin aksine krizlere girmeden, otula didiyoyuuuzzz nidaları ile gidip her zamanki gibi kapıda mızıktık..

Arda ve iç sesim tam gün yuva için çalışıyorlar el birliği ile. Hadi hayırlısı..


Paylaş

Bugünün şansınaa piyangodan yuva çıktııı..

Bakıcı teyzemiz hastalanmış, ilk tam gün yuva denememizi yapmak zorundayız bugün. Yuvayı aradım şimdi, deli mavi gözleri olan Bianca ile sınıftalarmış, sabahtan beri keyfi yerinde dedi öğretmeni, size emanet dedim ben de. Huzursuz olursa, ağlarsa vs ararsınız gelirim ama umarım durur da dedim. Hatta çok içimden diledim durmasını, orada mutlu olmasını..
Bir his , anne olarak çoook derinden gelen bir ses bana , Arda yuvada olmalı, yeri ev değil, orası diyor. Okulda çektikleri fotoğraflara bakarken kıvrıla kıvrıla "bu Dözdee,buu Meyek Duyuuu" diye resimdekileri anlatan Arda' nın sesi de sanki evet doğru yer yuva diyor. Annelik hislerinin yanıldığı olur mu acaba?

Paylaş

14 Ekim 2010 Perşembe

Dün, Bugün, Barış Manço

Dün
Şu posta yorum yapmıştı Umur'cum ve demişti ki söz konusu çocuk olunca bir anda herşey tersine dönebilir. Dün sabah Arda " biylikte didelim iseeee" diye apartmanı çınlatırken ben de Umur' un kulaklarını çınlattım..:)

Bugün
Bu sabah İstanbul' a deli divane bir yağmur yağıyor. Neredeyse bir haftalık bir aranın ardından Arda yuvaya gitsin artık dedik ama daha evden çıkmadan cozutmaya başlamıştı gitmeyelim diye. Kapıda da bayağı kıyamet koparmış, babanın içi gitmiş, gitmiş gitmesine ama baba ayrıldıktan 15 dk sonra aradığımda susmuş oynuyordu. Yaklaşık bir buçuk saat sonra aradığımda resim yapıyordu, biraz önce evi aradığımda ise sağ sağ sağ bacağım, sol sol sol bacağım diye yeni öğrendiği şarkıyı çığırıyordu. Sonuç: Sabretmek, göğüs germek ve sanırım böyle uzun aralar vermemek gerekiyor. E böyle böyle biz de öğreniyoruz ve bu kış biraz hasta, biraz iyi ama zor geçecek, farkediyoruz..

Dün akşam
Hem hamurlarla oynuyoruz , hem de fonda Barış Manço  -  Arkadaşım Eşek çalıyor ve bende kendimce şarkıya eşlik ediyorum. Ama sesim kulağını tırmalamış olacak ki beyimizin " anne, bayış manco şölesin " deyiverdi.! Sus dedi basbayağı bana yani !
Zaman zaman hayıflandığım olmuştu, ah bir konuşsa da derdini anlatabilse diye. Al bakalım şimdi konuşuyor. Sevmedim diyor, çok güzelmiş diyor, ne bileyim isterim istemem, acıdı, oynayalim , gidelim gelelim ne isterse anlatıyor. Ama anlatırken de arada lafı böyle çok fena çarpıveriyor. Konuşuyor mu? Eveet konuşuyor!! :)

Paylaş
 

12 Ekim 2010 Salı

Ne oldu şimdi taş mı düştü kafasına?



Defne ile Arda yemek yapıyor :) Pek gözükmese de kocaman anneannenin gümüş zımbırtıları tabak matruşkalar da yemektir, ona göre :)





Hani olur ya filmlerde filan işler rayından çıkmadan hemen önceki son mutlu günler, aynı onun gibi işte, bu fotoğraflar da krizden önceki son huzurlu çocuk görüntüleridir.Büyüme emarelerine seviniyorum , evet, kendi başına bir şeyleri yapmaya kendini yetkin görmesine, çabalamasına, ben adam oldum hallerine, ama çook yoruyormuş insanı bu haller.. çok..
Sonra bir anda ne olmuştur da şimdiye kadar makul talepleri olan , olmaz denilenlere bir miktar tutturup ikna olan çocuk gidip yerine küçük bir inat abidesi gelmiştir?
Evet burnu tıkalı hem de çok zamandır, artık uykularını bozmaya başladı ve evet muhtemel kulağına da vuruyor. Kulağın tıkalı olması ihtimali hatta hafiften ağrıması da mümkün. Baba hasta antibiyotik aliyor, muhtemel babadan uçuşan mikroplardan dolayı boğazı acıyor da olabilir. Annenin de acıyor çünkü.
Ama ateşi yok ve anne baba da öylece izlemiyor olan biteni , haliyle onu iyi edecek ne varsa yapmaya çalışıyor ama gel gör kiii,
" - Bebecikliğinden beri burnuna rahatça damla damlattıran çocuk gitti, yerine damlatmayayiiiim diye bağıran bir çocuk konuverdi.
- Hadi banyo yapalım? I-Ihh yapmayalım!
- Mandalina yer misin? Yemicem!
- Arada heyheyler gelir: Annenin kucaaanaaaa diye ağlanır. Sanki anne onu her fırsatta kucaklamıyor sevip öpmüyormuş gibi.. Kucağa çıkınca ya yere inmek istenir yada "didelim" denir. Nereye gidicez oğlum? Dışarı. Tamam çıkalım, tam çıkıp apartman önüne inilir ." Evimize dönelim ?"  Ugh!
- Elimi yıkıcam. Tamam gel yıka! Taburenin tepesinde el yıkarken anne ditsin! anne diiit! nidaları yükselir.
Neymiş kendi başına yıkıcakmış. "
diye..uzayan ve zaman zaman bizi hayrete düşüren örnekler çoğalır gider. Neredeyse son 72 saattir böyleyiz. Anneye yapılabilecek her türlü eziyeti denemeliyim bakalım ne kadar dayanacak kabilinden tutturmalar, kendim yapıcamlar,sonra yapamadım die ağlamalar, arada mutlu çocuk profiline dönüp biraz huzur vermeler ama istediği 5 saniye gecikince ben artık tepinebiliyorum bak dercesine ayaklarını yere vurmalar..
Ne kadar sürer bu bilen var mı? Umudum hastalığı geçince hafifleyeceği yönünde , umutlarım gerçek olur mu?

7 Ekim 2010 Perşembe

Bu sabah dansımız gelmişti de , ondan geciktim?! İnandırıcı olur mu?


Bu fotoğrafı geçen yaz Beylerbeyi'nde sevgili Neslihan' ı beklerken çekmiştim. Temiz havada yaptığı sabah uykusundan yeni açtığı gözleri ile tepesindeki ağaca, ve o ağacın üzerinde muhtemel seçemediği ama geveze ötüşünü duyduğu kuşa bakıyor. 
Neslihan gelirken bir dolu da cici getirmişti Arda' ya o gün, hepsini kullandık, biz büyüdük ciciler küçüldü ama işte şu oyuncak o gün bugündür hala ortalarda. 
Bir süre pek oynamadığını düşünüp oynamadığı oyuncakları koyduğumuz sepete koymuştum. Geçen gece o sepeti döküverdi ortaya ve bunu bulup çıkardı tekrar. Daha küçükken yolculuklarda çok defa canımızı kurtaran bu oyuncak şimdi de radyo görevi görüyor, bulduğundan beri dans ediyoruz :) Düğmelerine basınca bilindik melodileri olan çocuk şarkılarını çalıyor. Bu sabah benim hazırlandığım süre boyunca düğmesine basıp bildiği ve beceremediği bütün dans figürlerini yaptı, şarkı bitince koşarak düğmesine bir daha basıp halının ortasına geri döndü. Arada anne de dansetsin diyerek beni davet etti ve ben eğlenmekten kameraya çekemedim.! 
Her gün dansediyoruz oysa biz ama kendi kontrolündeki müzik çalan bir alet çok mutlu etti Arda' yı. En huysuz olduğu sabahlardan biriydi bu sabah oysa, midesi kötüydü, burnu tıkalıydı, öksürüyordu ama işin içine müzik girince bir anda tüm sızılar unutuluyordu. Nesli'ciğimin kulaklarını bir kere daha çınlattık, bir kere daha teşekkür ettik ve işe geç kalmayı da göze alarak bayaa bir dansettik ve tabii geç kaldık! :)
Ve unutmadan son günlerdeki iki Arda favorisi Rengarenk ve Öp . :)

Paylaş

1 Ekim 2010 Cuma

Kendi rekorumu kırdım!

Eskiden, eskiden dediysem şurda iki sene öncesine kadar, önemli eşyalarımı kaybetmişliğim, bir yerlerde unutmuşluğum olmamıştır. Devamlı eşyalarını yanına almayı unutan, otobüste, vapurda, evde bırakan insanlar vardır ya hani, "unutum ya" deyip geçen, öyle olamadım hiç. Hep etrafımdakilerin peşini toplayan , bu arada kendimi de toplayan taraftım. Öyle ki her şeyimin yerini bilirdim, 99 depreminde herkes pijamaları ile sokağa koşmuşken, o sarsıntıda ve karanlıkta anahtarını telefonunu bulup, ayağına dogru ayakkabıyı giyip kendini sokağa atan bir ben vardım. Neyim nerde çok iyi bilirdim, taaa kii tospa doğana kadar..
Ömrüm boyunca kaybetmediğim kadar eşya kaybettim şu iki senede. Kredi kartları, giyecekler, anahtarlar..İlk başlarda telefonumu evde unutup çıktığımda çok şaşıran kocacım ve annem bile alıştı duruma..
Ama bugün kendi rekorumu kırdım! Çantamı evde bırakıp çekiverdim kapıyı !
Arabanın anahtarını kotumun cebine sokmuştum ( Arda ile arabaya binerken, çantada anahtar aramak zorunda kalmayayım diye.) Arda' nın çantasını omuzuma taktım, bir elimle de Arda' nın elinden tuttuuum ve çektim kapıyı ve o anda farkettim ki evin anahtarı çantamda , çantam evde portmantoda asılı! Elimde Arda ve arabanın anahtarı ile kalıverdim ortada :)) Ne cüzdan, ne telefon, ne ehliyet, ne ruhsat hiç bir şey yok.. Paşa paşa gittim Arda' yı yuvaya bıraktım, sonra da bir kendim ve anahtarım işe geldik .. Bu mudur son nokta? Umarım budur.



Paylaş

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails