27 Aralık 2013 Cuma

Sessizlik diye birşey var mı gerçekten?

Uyku önemli şeymiş..
Bizim gibi uyutmaya değil de uyandırmaya alışık bir anne baba için, evin içinde parmak ucunda yürümek, aman da çıt çıkmasın diye terliklerimizi çıkarıp dolaşmak filan zor iş..
Zaten sessizlik dediğin şey sen dikkat ettikçe bozuluyor, inadına daha çok ses çıkıyor.. Hem de ne ses!
Küçük sıpa zor uyuyor, kolay uyanıyor..
Nasıl uyuduğu, pozisyonu, ağzında emzik var mı yok mu hepsi pek önemli.. Uyanmaması için o kadar çok parametre var ki, neresinden tutsan elinde kalıyor.
Sırtüstü uyumaz.
Yüzüstü güzel uyuyordu, son bir iki gündür ona da kıl.
Yan yatırırsın elini sallar kafasına geçirir, olmadı bütün parmakları ağzına sokar emerken kendi parmak corklatmasına uyanır.
Emziği ağzındaysa ağzından düşünce, ağzında değilse neden ağzında değil diye uyanır..
Uyanır da uyanır işte..
Biz Çağlar ile birbirimize devamlı şşşş demekle meşgulüz. Sessiz ol çocuum lafını en az duyan Arda, yavrum zaten kaç saat evde..
Oynayacak, koşacak, şarkı söyleyecek sonuçta. Bir de arkadaşı geldiyse eve o zaman Can' a sen bu akşam uykuyu unut deyip atıyoruz omuzumuza, büyüklerin oyunu bitene kadar takılıyoruz. Aksi hal işkence çünkü.
Can'ı çocukların sesleri eşliğinde uyutmaya çalışmak ayrı işkence, uyuduktan sonra uykuda kalmasını sağlamak ayrı işkence. Onun yerine arada bir abisi keyifle oynarken otursun birşeycik olmaz deyip devam ediyoruz güne.
Sessiz olmaya gelince..
Yok kardeşim olmuyor.
Sessiz olmak için çocuk uyurken put olup oturacaksın, kitap filan okuyacaksın.
Az evde işimi halledeyim filan dedin mi sessiz kalmak imkansız. Sen parmağımın ucunda yürürken o güne kadar çıtı çıkmayan kapı gacııırrr diye gıcırdar mesela..
Bir bardak su içmeye çalışırsın, bardak ayrı çarpar tezgaha, dolap kapağı elinden kaçar bammm diye çarpıverir.. Şansına hep de boştur sürahi, onu doldurmaya çalışırken damacana fokur fokur fokurdar..
Hadi yemek yapayım, ne sesim çıkacak dediğin anda ise, kesin buzdolabında bir şey devrilir, ihtiyacın olan bıçak diğer bıçakların en altında kalmıştır, tencere dolabı ise yaklaşılmaması gereken en korkunç yerdir.
Bir de Arda'nın odasını toplama mevzuu var ki sanki evin bütün ses çıkaran aletleri orada toplanmış gibidir.  (Evet ben topluyorum odasını. Sabah yatağını azimle toplatıyorum ama odanın geri kalanı savaş alanı halinde kalıyor. 5 yaşında olan ve odasını güzel toplayan çocuk varsa bize de gönderilsin bi zahmet..)
Lego kutusuna takıldın mı zaten daha da fazla uğraşmaya gerek yok.
Ne kadar gürültücü bir oyuncak lego. Eskaza yere filan dökülmeyegörsün, o nasıl bir gümbürtüdür!
Masanın üzerine herşeyi öyle üstüste istifemiştir ki birini alsan geri kalanlar yeri boylar..
Nitekim sessiz olmaya çalışmak, sessizliğin baş düşmanıdır kanımca.
Çocuk uyuken sen de uyuyacaksın, en güzeli.. Sessiz olayım ama bir yandan da şunu yapayım demeyeceksin, nafile çaba..
Uyansın, al yanına, ister tencere çal ister tava .. Mis..
Anne- baba kişisi böyle sessiz olmaya uğraşadursun, çocuğu bir kaç saatliğine bıraktığın anneanne/babaanne evinde mesela televizyon sesi son noktadadır. Yok bu burda hayatta uyumaz dersin, dönersin ki sen gittiğinden beri uyumuş hala kalkmamıştır.
Ya da evdeki büyük çocuk tam da oda kapısının önünden geçerken elindeki oyuncağı bammm diye düşürür yere, veya bando kuruverir mesela bir anda. Sen yerinden fırlayıp da aman evladım, gel başka şey oynayalım demeye koşarsın ama bir bakarsın ki sıpanın umrunda değil uyanmamıştır.
Ohh dalmış deyip terliğinle parkede çıtırdadığın an  kalkar!
Sonuçta bütün evi uykuya yatırmadığın sürece sessizlik diye bir şey yok ama el kadar bebenin uyumak için talep ettiği şeyler pek çok..
En iyisi sal gitsin, kovaladıkça kaçan misali, kovalamazsan o kendisi gelir belki..


22 Aralık 2013 Pazar

Bak sen geldiğimiz yere..

İlk çocukta anne olarak çok fazla fedakarlık yapıyor insan.
Uyumayayım uyusun, kimselere bırakmayayım hep ben bakayım, şimdi yemesem de olur, o kahveyi içmesem de olurlarla geçiyor upuzun zamanlar.
Hele de anne çalışıyorsa, o zaman vicdanı herşeye üstün geliyor. Elinde kalan parça buçuk her türlü zamanı kendine değil çocuğuna ayırıyor. Paylaştırmayı düşünmüyor bile..
Dayanabildiğin yere kadar güzel de, peki ya sonrası?
Sonrasında ben işi gücü bıraktım!
İşi bırakma nedenim yine kendime değil Arda'ya daha fazla vakit ayırmaktı belki ama evde olunca ister istemez bana kalan zamanlar da arttı. Ancak bu şekilde kendim için birşeyler yapmanın terapisinin çocuğa da iyi geldiğini anlayabildim.
Bunu çalışırken farketseydim yada şu son bir kaç ayda anladıklarımı o zaman içime sindirebilmiş olsaydım işimi bırakır mıydım bilmiyorum.
Pişman mıyım? Hayır.
O karar bana çocuğumla kocaman saatler, İyi Cüceler ile birlikte yepyeni bir yaşam ve yepyeni dostluklar, bambaşka bir hayat ve hatta Can'ı getirdi.
Gün gelir eski düzene dönmek gerekir, yeniden sabit düzende çalışan bir anne olurum, bilinmez.
Ama zaten şu anda konu da bu değil.
Şimdi İyi Cüceler'e hiç gidemeyen,etrafında anneanne,babaanne yada aileden herhangi biri olmayan, bütün haftayı iki çocuğun programına göre düzenleyen,  yine de zaman zaman sıkışan, yetişemeyen bir yerdeyim.
En en basitinden akşam üstleri Arda geliyor ve ben bir kaç dakikalığına aşağı inip onu servisten alıyorum. Öyle akşamlar oluyor ki, Can ne yatmaya, ne bırakılmaya geliyor, üstüne bir şey atıp onu da kucaklayıp aşağı inmeye çalıştığımda çığlık kıyamet ağladığı oluyor. Yağmur oluyor, kar oluyor. Oluyor işte birşeyler.. Ağlar halde yatağında bırakıp aşağı koştuğumda oluyor, karşı komşumun zilini çalıp Can'ı eline tutuşturduğum da..
Bazı sabahlar oluyor ki Arda'yı okula bırakmam gerekiyor. Sabahın soğuğunda iki çocukla çıkmak yerine Can'ı iki sefer Duygu'ya bıraktım. Uyudu teyzesinin kucağında..
Pazartesi günleri Arda piyano dersine gidiyor. Can ile önce okula gidip Arda'yı alıyoruz, sonra derse gidiyoruz, Arda'yı bekleyip ders çıkışı alıp geri dönüyoruz. İki defa araba sevmeyen Can krize girdi bu uzun tur esnasında. Sonrasında ya halama ya bize yardıma gelen teyzeye bıraktım Can'ı.
Pek de vicdan yaptığım söylenemez hani..
Hadi bu kadar planlı programlı işlere gerek yok.
Günlük düzende  mesela eve girince önce ben üstümü başımı değiştiriyorum, sonra onu alıyorum. Önce kendi kahvemi bitiriyor, sonra ona ne yapacaksam yapıyorum.
Ay uykusu geldi şimdi deyip iki çift sohbet etmeye çağıran arkadaşımı bekletmiyorum. Sırtlıyorum Can'ı, ben konuşayım, kendime geleyim de o da bugün uykusunu azıcık geç uyusun yada her nerede isem orada uyusun diyorum. Uyumuyorsa da dert etmiyorum.
Etmiyorum etmesine de bütün bunları da bilerek yapmadığımı farkettim asıl.
Geçen zamanda önceliğim çocuk/lar mutlu olsundan, hepimiz mutlu olalıma dönüşmüştü.
İki çocukla yaşam düzenimizde zaten hiçbirşey dakikası dakikasına olmuyor. Can mesela Arda bebekken olduğu gibi her akşam yıkanamıyor en basitinden :) Güne ve o ana göre şekileniyor zaman zaman yaptıklarımız ve sırası. Eğer hiç birinin düzeni bozulmasın, aman da ikisinin rutini yerli yerinde dursun dediğim anda ben normal bir insan olamıyorum artık. Çünkü herşeyi vaktinde ve tam yapabilmem için insan üstü bir çaba göstermem gerekiyor. O yüzden bazen biri bazen diğeri bekliyor sırasını, bazen de biz sıramızı bekliyoruz onları öne alıp. Ama hep biz beklemiyoruz artık orası kesin.
Arda bebekken kaç öğün atladığımı, ufacık kaçamakları bile kendime çok gördüğüm zamanları bilirim. O zaman öyle huzur buluyormuş yüreğim demek ki.
Şimdi biraz daha kendime yontuyorum sanki :) Ama ne zaman ben mutluyum, onlar da mutlu..
Can'ın komşu teyze kucağında ezildiğini, yada her akşam banyo yapamadığı için mikroplara bulandığını sanmıyorum. Nasıl ki ben Can ile ilgilenirken Arda yalnız oynamak zorunda kalıyorsa  , Can da abi derse giderken anne harici biri ile bekleyebilir. Haftada bir iki öğününü sağılmış süt ile geçirebilir ve zaman zaman anne çayını bitirsin, totosu yer görsün diye kucağa alınmadan önce biraz emzikle oyalanabilir.
Kimsenin incisi dökülmüyor, kimse örselenmiyor.
Peki ben bütün bunlara nereden geldim? İşte şuradan:


Hasbel kader kanguruda uyuya kalan çocuğu kendi keyfimden uzunca bir süre indirmedim kucağımdan. Beş sene önce olsaydı, aman akşam uykusuna yatağında geçsin, aman ışıkta uyuya kalmasın diyerek her türlü önlemi almış, zaten onun da akşam uykusuna kanguruda geçmesine izin vermemiş olurdum.
Keyfini çıkarıyorum arkadaş bu sefer, uyumasının, gülmesinin, ağlamasının ve daha da önemlisi ayakları totosuna vuran iki çocuklu anne olmanın..

6 Aralık 2013 Cuma

İlk 4 Ayda İşimize Yarayan Ürünler

Can 4 aylık oldu.
4. ayının bitmesiyle biraz değişti.
Daha seyrek emer, daha çok ayık kalır, daha çok güler , konuşur oldu. Yatmaya ve yüzüstü bırakılmaya pek tahammülü olmayan,sırtını bize dayamışken kafasıyla kendini öne itip oturmaya çalışan bir hal aldı son günlerde.
O değişince ihtiyaçlar, kullandığımız eşyalar da değişiyor yavaş yavaş.
Şöyle bir bakınca artık yakın zamanda kullanımdan çıkaracak olduğumuz ama şimdiye kadar işimize yaramış eşyaları paylaşmak istedim.

Portbebe

Çoktan modası geçmiş, bu hantal ve büyük alet Arda'dan kalma bizde.
Arda doğduğu zaman oturduğumuz evde yatak odamıza bebek yatağı sığmıyordu. Portbebeyi pusetin üstüne takıp yatağın yanına çekiyorduk. Böylece gece burnumun dibinde yatmış oluyordu. Arda minik de bir bebek olduğundan hemen hemen 4 aylık olana kadar sığmıştı onun içine.
Can'da ise karyolasını yatak odasına koyduk. İlla odasında yatsın gibi bir diretmemiz de olmayınca  oda bile yapmadık yavrucağa ilk anda :) Hatta şundan çok aradım, o zaman bulamadım. Bulsaydım hiç düşünmez alırdım.
Sonra hastaneden eve gelince baktım bu portbebe yine de evin içinde işe yarayacak gibi duruyor. Yine pusetin üstüne takıp evin içinde odalar arası götürdük. Geceleri yatağa yanaştırıp bir süre beşik gibi kullandık. Ama bu sefer ömrü çok uzun sürmedi. 2 ayı dolmadan Can'ı yatağına aldık,çünkü portbebenin içinde rahat edememeye başladı geceleri.
Ve evimize geldiği günden beri yani neredeyse 6 senedir sadece bir kere sokağa çıktık bununla. Onda da Can henüz gerçekten minikti ve kahvaltıya gittiğimiz yerde ağaç altında rahat rahat yatağında gibi uyumuştu içinde.
Diyeceğim o ki edinilmesi gerekmeyen aksine çok yer kaplayan ama bunca gereksizliğine karşın bizde iki sefer kullanım yeri bulan bir eşya oldu portbebe. Yine de ilk fırsatta evden gönderilecek listenin başında kendisi artık :)

Sling

Bu da ilk çocuktan içimde ukte kalmış olsa gerek :)
Evde bir adet Ergo kanguru olmasına rağmen heves edip aldığım ve asla pişman olmadığım bir bebek eşyası oldu.
İlk önce bağlamasından gözüm korktuğu için Neko'nun  bağlanmış wrap slingini aldım.
Bir arkadaşım da benim aldığımdan habersiz klasik slingini getirdi. Oldu mu sana evde iki adet sling? Seç beğen bağla tospayı..
Can üç ayını doldurana kadar ikisini de tepe tepe kullandım diyebilirim. Bağlanmış olanı genelde sokakta kullandım. Daha az esnediğini ve bebeğin daha sıkı ve yukarıda durduğunu hissettiğim için. Ama bu benim hissiyatım, klasik slingle de çok rahat edenler var. Bağlanmış slingin tek dezavantajı  bana göre sırtınıza denk gelen fermuarların fazladan kalınlık yapması.
Diğerini ise genelde evde ve gece uyanmalarında kullandık.
İlk üç ayda uyunamayan bütün uykular, gaz sancıları, sadece kucak istemekten başka derdi olmadığı mızmız saatler, Arda'nın ilgi istediği Can'ın hayatta yatmam dediği saatler, hepsi slinglerin içinde geçti.
Ekim ayında 2 aylık bebeğimizle bir de tatil planlayınca, Can bütün akşam uykularını dışarıda slingin içinde uyudu. Son günlerde pek sık kullanmıyordum ki bugün bir kere daha işlevini kanıtladı. Can ile hızlı bir ikea turu yapmamız gerekiyordu. Karnı tok, altı temizdi, biraz uykusu gelmişti ve pusetin içinde mızmızlanmaya başlamıştı. İkea' ya girmeden önce uzunca bir süre açıkhavada güneş aldığımızdan normalde dışarıda çok zor uyumasına rağmen slingi taktığımda uyuyacağını düşündüm. Hemen orada reyonun orta yerinde Can'ı üstüme sarıverdim. Ağzına da emziğini verdim vee çocuk bir anda canlandı.Yine uyumadı yani:) Ama mızırdayan çocuk gitti, anne kucağından etrafa cin cin bakan, gelene geçene emzik altından gülücükler atan bir çocuk geldi. Bu bana epey vakit kazandırdı. Kasaya geldiğimizde, anne kucağına ve bol uyarana doyduğu için pusetine koyunca hiç sorun çıkarmadı ve sessiz sedasız eve kadar geldik.
Ergo'da da aynı huzuru yakalayacağımızı düşünüyorum. İlk Ergo denemesini benim yanlış bir zamanlamada yapmamdan dolayı istememişti. Ama dün sabah Arda'yı okula götürmek için Can'ı Duygu'ya bırakmam gerekti. ve döndüğümde Duygu'nun Barış küçükken tepe tepe kullandığı, atmaya, vermeye kıyamadığı ergosunun içinde mışıl mışıl uyuyordu..
Diyeceğim o ki, çocuğu ve anneyi rahat ettiren ve tabii ki ikisinin de kas ve kemik sağlığını koruyan kangurular candır. Kullanınca pişman olmazsınız..

Sling - Puset Örtüsü
x
 
Ekim'in ikinci yarısı sıcak bir yere tatile gitmemize rağmen akşamları sling içinde uyuyacağını tahmin ettiğim sıpayı neye nasıl sararım diye düşünüp bu Neko sling örtüsünü aldım. İçi peluş, dışı su geçirmez malzeme, kapüşonu var, üstelik cepli daha ne olsun..derkeen bir baktık ki bu örtü bizim Chicco anakucağına da Mothercare'in baston pusetine uydu.Ve sanırım boyun kısmındaki uzatılabilen kemeri ve ayak kısmındaki lastikleri ile her türlü pusete ana kucağına da uyacaktır.
Şimdi dışarı çıkarken olmazsa olmaz bir parça benim için. Bu fotoğraf geçtiğimiz hafta çok soğuk bir günde çekildi. Ama bugün Can'ı sadece tulumu ile bu örtünün altında gezdirdim. Başka hiç bir örtüye de ihtiyaç duymadık.

Mothercare Müslin Bez


Mothercare'in Türkiye sayfasındaki ürünlerin arasında yok bu bezler ama mağazalarında var.
Arda doğduğunda tanışmış o zaman 7'li bir paket almıştım. O bezleri banyo sonrası kurulama bezi olarak-çok güzel su çekiyor- yatıracağım yere altına sermek için, sıcak günlerde üstünü örtmek için,yeri geldiğinde omuz bezi olarak, puset örtüsü olarak, biraz büyüdüğünde sadece saçlarını kurulamak için ve daha pek çok amaçla kullandık.
Son son Arda onlardan kendine pelerin ve sakal yaparak ömürlerine ömür kattı bizim evde. Yanlış bilmiyorsam 90x90 cm büyüklüğündeler. Renklileri, desenlileri, düz beyazları var.
Can doğmadan önce gidip bir set daha aldım. Evde müslin bezden geçilmiyor ama gerçekten çok ama çok kullanıyorum.


Ev Tipi Anakucağı


Bunu Can doğduktan sonra ihtiyaç hissettiğim için aldım. Alırken de FisherPrice'ın en basit ve en ucuz modelini seçtim. Gerçekten üzerine binbir oyuncak ve özellik ekleyerek çok detaylı modeller yapmışlar.
Bana evin içinde rahat hareket ettirebileceğim, hafif, çocuğu çok azıcık dik tutan bir şey gerekiyordu. Can hem çok kucak seviyordu, hem de kusmamasına rağmen sürekli midesinden ağzına az miktarda süt geliyor ve onu devamlı rahatsız ediyordu. Bundan kaçış için ya uzun sürelerle kucağımızda dik tutmamız yada biraz dik bir pozisyonda yatırmamız gerekiyordu.
Gaz sancılarının olduğu dönemde sallanmak da bir süre çözüm oluyordu. Omuzumda saatler boyu sallanarak dolaşmak zaman zaman çok yorucu oluyordu. Tüm bunlar yüzünden acaba anakucağı beni biraz rahat ettirirmi diyerek çok düşünmeden- bir nevi can havli ile :))- internetten sipariş verdim.
Çok kullandık hala da kullanıyoruz.
Tepesine takılan sesi ve ışığı olmayan sadece sallanan oyuncakları Can'ın ilk oyuncakları oldu. Hala da o zebraya duyduğu aşkı bana duyduğunu sanmıyorum :) Bunun içinde sallamaya ihtiyaç duymadık, çünkü çocuk hareket ettiğinde kendisi zaten hafif hafif sallanıyor, bu da ona yetiyor.
Artık yukarıda saydıklarımın pek çoğu geçerli değil ama şimdi sabahları abi hazırlanırken onu da buna oturtup yanımıza alıyoruz. Yemeklerde bize anakucağının içinde eşlik ediyor. Bana mutfakta anakucağının içinde ahbaplık ediyor.
Bazen içine koyup Arda'nın odasına götürüyorum. Arda oynarken hayran hayran seyderiyor.
Ama yavaş yavaş ömrünü dolduruyor sanki. Çünkü bebek hareketlendikçe anakucağını da şiddetle sallayabiliyor. Mutlaka yere koymak gerekiyor, koltuk vs üstünde asla cesaret edemiyorum bırakmaya. Bir de bebek ağırlaştıkça bebeği dik tutma fonksiyonunu yerine getiremiyor haliyle.
Yine de ilk 4 ayda evde yalnızken özellikle çok işime yaradı.



3 Aralık 2013 Salı

Üzgün, Aç ve Galip (mi)

Evet böyle uyudu.
Üzgün ,aç ve kendince galip!
Eğer bu bir yarışma ise belki de gerçekten O kazandı..
Bu akşamın özelinde ama son günlerin genelinde olanları özetleyeyim.
Biz akşamları yemek yerken televizyon açmıyoruz. Zaman zaman mutfakta zaman zaman salonda yiyoruz. Mutfakta zaten televizyon yok. Salondakinin ise hiç açılmadığı günler oluyor kimi zaman ama yemek yerken özellikle açmıyoruz.
Ha evde misafir vardır, kalabalıktır o zaman zaten pek çok kural esnemektedir, bu da esner..
Bu akşam da masa salonda hazırlanmıştı. Bu sıpa televizyonu açmamızı istedi. Biz de yok dedik. Yemeğimizi yiyelim sonra açabiliriz. Daha en ufak bir ikna çabasına girmeden son günlerin klasiğini patlattı: O zaman ben de yemek yemem!
Peki, yeme tabii..
En ufak sesimiz yükselmiyor, en ufak bir kızma belirtisi göstermiyoruz. Ve aslında gerçekten sinirlenmiyoruz. Bu tip durumlarda her zaman tamam sen bilirsin deyip, yaptığımız şeye devam ediyoruz.
Ama masada çok sevdiği bir yemek var. Aklı masada lakin öyle bir inat ki kendisi nuh der peygamber demez, ben biliyorum çocuğumu.
Nitekim son bir kere, masayı toplayacağım Arda, yemek istiyorsan gel dedim. Gelirim ama televizyonu aç dedi! Bakar mısın cüceye? Hayır annecim deyip kaldırdık masayı.
Sonra gittim öptüm kokladım, hadi dedim okuldan getirdiğin çalışmaları yapalım. Küs ya bana, bize ve hatta o anda tüm dünyaya, kalkmıyor yerinden. Hadi dedim akrobat ol koltuğun arkasından buraya atla da öyle gidelim. Neyse canlandı bu, atladı geldi..
Oturduk, boyadık , kestik derken uykum geldi dedi. 
Hazırlık aşamasını çabuk bitirip bizim yatağa kondu cüce. Çok uykusu var ama kitap okumadan olmaz. Baba okusun, tamam. Baba da bitmiş okeye dönüyor. Adam eve geldiğinden beri oturmamış, minnağı yıkamış,yemek hazırlamış,masayı kurmuş,  toplamış.. Tamam dedi bir tane seç de gel.
Bizim delibozuk hoop bozuldu yine: O zaman okumayacağım ben kitap çünkü iki tane istiyorum. Baba da çok yorgunum Arda'cım dedi ve devamını getiremedi çünkü bu çoktan küsme pozisyonu almış popoyu devirmişti bile.
E tamam sen bilirsin dedik yine..
Diyoruz demesine de içim de şişiyor bir yandan. Başlıcam senin tavrına da pazarlığına da diye söyleniyorum içimden. Bir yanım da ortamı tartıyor acaba başka bir durum mu var anlayamadığım diye..
Az beklese belki orda baba birini de ben seçeyim o zaman deyip belki kolay okunan kısa bir kitap seçecek hem kendini hem onu rahat erdirecek. Ama ona bile izin vermiyor, hemen yok o zaman hiç yapmayalım deyip dönüyor arkasını.
Beyimizin son günlerdeki genel hali bu. En ufak bir uzlaşma , anlaşma çabasına girmeden, kendi dediği harfiyen olmazsa, tümden vazgeçiyor yapacağı şeyden. Kendince galip tabi bu durumda ama aslında bu şekilde hiç bir istediğine ulaşamadığının da farkında değil.
Ama bu akşam benim de sabrımın tükendiği bir ana geldi ve baba odadan çıkınca dedim ki:' Annecim farkında mısın, bu akşam boş yere inatlaştığın için istediğin hiç bir şeyi yapamadın ve hepimiz çok üzüldük..'
Ve bana bakışından anladım ki o an anladı galibiyetinin aslında mağlubiyet olduğunu!..
Gözleri doldu, dudak büküldü..Ah bir ağlasa..Yok ağlamaz öyle ha deyince..
Toparlandı çevirdi kafasını, ben şu anda bu konuyu düşünmüyorum ki anne! dedi ve uyudu..
Üzgün, aç ve hala kazandığına inanmaya çalışan, tükürdüğünü asla yalamamak üzerine programlanmış bir beş yaş veledi olarak uyudu..
Ben mi? Ben de üzgün, yorgun ve uykuluyum. Şimdi gidip cücenin sıcacık koynuna gireceğim..

Mavi

Maviyim ben bu kış.
Hayır hayır oğlanlardan sebep değil..Aksine hiç sevmiyorum sıpalara mavi giydirmeyi.
Ama bu sene elim gözüm hep mavilerde. Baktıkça bakasım geliyor mavi her ne varsa.
Dinginlik mi veriyordu mavi?
Onu bunu bilmem de mavilere baktıkça  aklıma hep Mavi Tutkunu Karga geliyor.
Redhouse Kidz yayınlarının mavi serisinden bir kitaptı ve  ne güzel mavili bir kitaptı kendisi :) Ben daha ilk okumada çok sevmiştim. Oysa çocuk kitaplarını sindirmem hep bir kaç okuma sürer hele ki mesaj veren kitaplar daha bir zor gelir bana..
Arda ise bir iki okuttu sonra ana fikrini kaptığı her kitaba yaptığı gibi bıraktı peşini.
Dur akşama çıkarayım bakayım, belki unutmuştur..
Bin tane şey yazasım var şuraya da, bilgisayarın başına oturunca bir baktım maviye çalmış blog da..
Oysa sabahtan beri tek boş aralığım idi.
Bizim tombalak oğlan bugün üstümde uyumaya karar vermişti. Sabahtan beri peşpeşe, gözgöze, dizdize idik. Anca razı olmuştu yatağında uyumaya ve ben de iki satır karalamak için koşmuştum ki bilgisayarın başına..
Bir baktım ki mavili olmuş blog da. 

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails