27 Aralık 2013 Cuma

Sessizlik diye birşey var mı gerçekten?

Uyku önemli şeymiş..
Bizim gibi uyutmaya değil de uyandırmaya alışık bir anne baba için, evin içinde parmak ucunda yürümek, aman da çıt çıkmasın diye terliklerimizi çıkarıp dolaşmak filan zor iş..
Zaten sessizlik dediğin şey sen dikkat ettikçe bozuluyor, inadına daha çok ses çıkıyor.. Hem de ne ses!
Küçük sıpa zor uyuyor, kolay uyanıyor..
Nasıl uyuduğu, pozisyonu, ağzında emzik var mı yok mu hepsi pek önemli.. Uyanmaması için o kadar çok parametre var ki, neresinden tutsan elinde kalıyor.
Sırtüstü uyumaz.
Yüzüstü güzel uyuyordu, son bir iki gündür ona da kıl.
Yan yatırırsın elini sallar kafasına geçirir, olmadı bütün parmakları ağzına sokar emerken kendi parmak corklatmasına uyanır.
Emziği ağzındaysa ağzından düşünce, ağzında değilse neden ağzında değil diye uyanır..
Uyanır da uyanır işte..
Biz Çağlar ile birbirimize devamlı şşşş demekle meşgulüz. Sessiz ol çocuum lafını en az duyan Arda, yavrum zaten kaç saat evde..
Oynayacak, koşacak, şarkı söyleyecek sonuçta. Bir de arkadaşı geldiyse eve o zaman Can' a sen bu akşam uykuyu unut deyip atıyoruz omuzumuza, büyüklerin oyunu bitene kadar takılıyoruz. Aksi hal işkence çünkü.
Can'ı çocukların sesleri eşliğinde uyutmaya çalışmak ayrı işkence, uyuduktan sonra uykuda kalmasını sağlamak ayrı işkence. Onun yerine arada bir abisi keyifle oynarken otursun birşeycik olmaz deyip devam ediyoruz güne.
Sessiz olmaya gelince..
Yok kardeşim olmuyor.
Sessiz olmak için çocuk uyurken put olup oturacaksın, kitap filan okuyacaksın.
Az evde işimi halledeyim filan dedin mi sessiz kalmak imkansız. Sen parmağımın ucunda yürürken o güne kadar çıtı çıkmayan kapı gacııırrr diye gıcırdar mesela..
Bir bardak su içmeye çalışırsın, bardak ayrı çarpar tezgaha, dolap kapağı elinden kaçar bammm diye çarpıverir.. Şansına hep de boştur sürahi, onu doldurmaya çalışırken damacana fokur fokur fokurdar..
Hadi yemek yapayım, ne sesim çıkacak dediğin anda ise, kesin buzdolabında bir şey devrilir, ihtiyacın olan bıçak diğer bıçakların en altında kalmıştır, tencere dolabı ise yaklaşılmaması gereken en korkunç yerdir.
Bir de Arda'nın odasını toplama mevzuu var ki sanki evin bütün ses çıkaran aletleri orada toplanmış gibidir.  (Evet ben topluyorum odasını. Sabah yatağını azimle toplatıyorum ama odanın geri kalanı savaş alanı halinde kalıyor. 5 yaşında olan ve odasını güzel toplayan çocuk varsa bize de gönderilsin bi zahmet..)
Lego kutusuna takıldın mı zaten daha da fazla uğraşmaya gerek yok.
Ne kadar gürültücü bir oyuncak lego. Eskaza yere filan dökülmeyegörsün, o nasıl bir gümbürtüdür!
Masanın üzerine herşeyi öyle üstüste istifemiştir ki birini alsan geri kalanlar yeri boylar..
Nitekim sessiz olmaya çalışmak, sessizliğin baş düşmanıdır kanımca.
Çocuk uyuken sen de uyuyacaksın, en güzeli.. Sessiz olayım ama bir yandan da şunu yapayım demeyeceksin, nafile çaba..
Uyansın, al yanına, ister tencere çal ister tava .. Mis..
Anne- baba kişisi böyle sessiz olmaya uğraşadursun, çocuğu bir kaç saatliğine bıraktığın anneanne/babaanne evinde mesela televizyon sesi son noktadadır. Yok bu burda hayatta uyumaz dersin, dönersin ki sen gittiğinden beri uyumuş hala kalkmamıştır.
Ya da evdeki büyük çocuk tam da oda kapısının önünden geçerken elindeki oyuncağı bammm diye düşürür yere, veya bando kuruverir mesela bir anda. Sen yerinden fırlayıp da aman evladım, gel başka şey oynayalım demeye koşarsın ama bir bakarsın ki sıpanın umrunda değil uyanmamıştır.
Ohh dalmış deyip terliğinle parkede çıtırdadığın an  kalkar!
Sonuçta bütün evi uykuya yatırmadığın sürece sessizlik diye bir şey yok ama el kadar bebenin uyumak için talep ettiği şeyler pek çok..
En iyisi sal gitsin, kovaladıkça kaçan misali, kovalamazsan o kendisi gelir belki..


22 Aralık 2013 Pazar

Bak sen geldiğimiz yere..

İlk çocukta anne olarak çok fazla fedakarlık yapıyor insan.
Uyumayayım uyusun, kimselere bırakmayayım hep ben bakayım, şimdi yemesem de olur, o kahveyi içmesem de olurlarla geçiyor upuzun zamanlar.
Hele de anne çalışıyorsa, o zaman vicdanı herşeye üstün geliyor. Elinde kalan parça buçuk her türlü zamanı kendine değil çocuğuna ayırıyor. Paylaştırmayı düşünmüyor bile..
Dayanabildiğin yere kadar güzel de, peki ya sonrası?
Sonrasında ben işi gücü bıraktım!
İşi bırakma nedenim yine kendime değil Arda'ya daha fazla vakit ayırmaktı belki ama evde olunca ister istemez bana kalan zamanlar da arttı. Ancak bu şekilde kendim için birşeyler yapmanın terapisinin çocuğa da iyi geldiğini anlayabildim.
Bunu çalışırken farketseydim yada şu son bir kaç ayda anladıklarımı o zaman içime sindirebilmiş olsaydım işimi bırakır mıydım bilmiyorum.
Pişman mıyım? Hayır.
O karar bana çocuğumla kocaman saatler, İyi Cüceler ile birlikte yepyeni bir yaşam ve yepyeni dostluklar, bambaşka bir hayat ve hatta Can'ı getirdi.
Gün gelir eski düzene dönmek gerekir, yeniden sabit düzende çalışan bir anne olurum, bilinmez.
Ama zaten şu anda konu da bu değil.
Şimdi İyi Cüceler'e hiç gidemeyen,etrafında anneanne,babaanne yada aileden herhangi biri olmayan, bütün haftayı iki çocuğun programına göre düzenleyen,  yine de zaman zaman sıkışan, yetişemeyen bir yerdeyim.
En en basitinden akşam üstleri Arda geliyor ve ben bir kaç dakikalığına aşağı inip onu servisten alıyorum. Öyle akşamlar oluyor ki, Can ne yatmaya, ne bırakılmaya geliyor, üstüne bir şey atıp onu da kucaklayıp aşağı inmeye çalıştığımda çığlık kıyamet ağladığı oluyor. Yağmur oluyor, kar oluyor. Oluyor işte birşeyler.. Ağlar halde yatağında bırakıp aşağı koştuğumda oluyor, karşı komşumun zilini çalıp Can'ı eline tutuşturduğum da..
Bazı sabahlar oluyor ki Arda'yı okula bırakmam gerekiyor. Sabahın soğuğunda iki çocukla çıkmak yerine Can'ı iki sefer Duygu'ya bıraktım. Uyudu teyzesinin kucağında..
Pazartesi günleri Arda piyano dersine gidiyor. Can ile önce okula gidip Arda'yı alıyoruz, sonra derse gidiyoruz, Arda'yı bekleyip ders çıkışı alıp geri dönüyoruz. İki defa araba sevmeyen Can krize girdi bu uzun tur esnasında. Sonrasında ya halama ya bize yardıma gelen teyzeye bıraktım Can'ı.
Pek de vicdan yaptığım söylenemez hani..
Hadi bu kadar planlı programlı işlere gerek yok.
Günlük düzende  mesela eve girince önce ben üstümü başımı değiştiriyorum, sonra onu alıyorum. Önce kendi kahvemi bitiriyor, sonra ona ne yapacaksam yapıyorum.
Ay uykusu geldi şimdi deyip iki çift sohbet etmeye çağıran arkadaşımı bekletmiyorum. Sırtlıyorum Can'ı, ben konuşayım, kendime geleyim de o da bugün uykusunu azıcık geç uyusun yada her nerede isem orada uyusun diyorum. Uyumuyorsa da dert etmiyorum.
Etmiyorum etmesine de bütün bunları da bilerek yapmadığımı farkettim asıl.
Geçen zamanda önceliğim çocuk/lar mutlu olsundan, hepimiz mutlu olalıma dönüşmüştü.
İki çocukla yaşam düzenimizde zaten hiçbirşey dakikası dakikasına olmuyor. Can mesela Arda bebekken olduğu gibi her akşam yıkanamıyor en basitinden :) Güne ve o ana göre şekileniyor zaman zaman yaptıklarımız ve sırası. Eğer hiç birinin düzeni bozulmasın, aman da ikisinin rutini yerli yerinde dursun dediğim anda ben normal bir insan olamıyorum artık. Çünkü herşeyi vaktinde ve tam yapabilmem için insan üstü bir çaba göstermem gerekiyor. O yüzden bazen biri bazen diğeri bekliyor sırasını, bazen de biz sıramızı bekliyoruz onları öne alıp. Ama hep biz beklemiyoruz artık orası kesin.
Arda bebekken kaç öğün atladığımı, ufacık kaçamakları bile kendime çok gördüğüm zamanları bilirim. O zaman öyle huzur buluyormuş yüreğim demek ki.
Şimdi biraz daha kendime yontuyorum sanki :) Ama ne zaman ben mutluyum, onlar da mutlu..
Can'ın komşu teyze kucağında ezildiğini, yada her akşam banyo yapamadığı için mikroplara bulandığını sanmıyorum. Nasıl ki ben Can ile ilgilenirken Arda yalnız oynamak zorunda kalıyorsa  , Can da abi derse giderken anne harici biri ile bekleyebilir. Haftada bir iki öğününü sağılmış süt ile geçirebilir ve zaman zaman anne çayını bitirsin, totosu yer görsün diye kucağa alınmadan önce biraz emzikle oyalanabilir.
Kimsenin incisi dökülmüyor, kimse örselenmiyor.
Peki ben bütün bunlara nereden geldim? İşte şuradan:


Hasbel kader kanguruda uyuya kalan çocuğu kendi keyfimden uzunca bir süre indirmedim kucağımdan. Beş sene önce olsaydı, aman akşam uykusuna yatağında geçsin, aman ışıkta uyuya kalmasın diyerek her türlü önlemi almış, zaten onun da akşam uykusuna kanguruda geçmesine izin vermemiş olurdum.
Keyfini çıkarıyorum arkadaş bu sefer, uyumasının, gülmesinin, ağlamasının ve daha da önemlisi ayakları totosuna vuran iki çocuklu anne olmanın..

6 Aralık 2013 Cuma

İlk 4 Ayda İşimize Yarayan Ürünler

Can 4 aylık oldu.
4. ayının bitmesiyle biraz değişti.
Daha seyrek emer, daha çok ayık kalır, daha çok güler , konuşur oldu. Yatmaya ve yüzüstü bırakılmaya pek tahammülü olmayan,sırtını bize dayamışken kafasıyla kendini öne itip oturmaya çalışan bir hal aldı son günlerde.
O değişince ihtiyaçlar, kullandığımız eşyalar da değişiyor yavaş yavaş.
Şöyle bir bakınca artık yakın zamanda kullanımdan çıkaracak olduğumuz ama şimdiye kadar işimize yaramış eşyaları paylaşmak istedim.

Portbebe

Çoktan modası geçmiş, bu hantal ve büyük alet Arda'dan kalma bizde.
Arda doğduğu zaman oturduğumuz evde yatak odamıza bebek yatağı sığmıyordu. Portbebeyi pusetin üstüne takıp yatağın yanına çekiyorduk. Böylece gece burnumun dibinde yatmış oluyordu. Arda minik de bir bebek olduğundan hemen hemen 4 aylık olana kadar sığmıştı onun içine.
Can'da ise karyolasını yatak odasına koyduk. İlla odasında yatsın gibi bir diretmemiz de olmayınca  oda bile yapmadık yavrucağa ilk anda :) Hatta şundan çok aradım, o zaman bulamadım. Bulsaydım hiç düşünmez alırdım.
Sonra hastaneden eve gelince baktım bu portbebe yine de evin içinde işe yarayacak gibi duruyor. Yine pusetin üstüne takıp evin içinde odalar arası götürdük. Geceleri yatağa yanaştırıp bir süre beşik gibi kullandık. Ama bu sefer ömrü çok uzun sürmedi. 2 ayı dolmadan Can'ı yatağına aldık,çünkü portbebenin içinde rahat edememeye başladı geceleri.
Ve evimize geldiği günden beri yani neredeyse 6 senedir sadece bir kere sokağa çıktık bununla. Onda da Can henüz gerçekten minikti ve kahvaltıya gittiğimiz yerde ağaç altında rahat rahat yatağında gibi uyumuştu içinde.
Diyeceğim o ki edinilmesi gerekmeyen aksine çok yer kaplayan ama bunca gereksizliğine karşın bizde iki sefer kullanım yeri bulan bir eşya oldu portbebe. Yine de ilk fırsatta evden gönderilecek listenin başında kendisi artık :)

Sling

Bu da ilk çocuktan içimde ukte kalmış olsa gerek :)
Evde bir adet Ergo kanguru olmasına rağmen heves edip aldığım ve asla pişman olmadığım bir bebek eşyası oldu.
İlk önce bağlamasından gözüm korktuğu için Neko'nun  bağlanmış wrap slingini aldım.
Bir arkadaşım da benim aldığımdan habersiz klasik slingini getirdi. Oldu mu sana evde iki adet sling? Seç beğen bağla tospayı..
Can üç ayını doldurana kadar ikisini de tepe tepe kullandım diyebilirim. Bağlanmış olanı genelde sokakta kullandım. Daha az esnediğini ve bebeğin daha sıkı ve yukarıda durduğunu hissettiğim için. Ama bu benim hissiyatım, klasik slingle de çok rahat edenler var. Bağlanmış slingin tek dezavantajı  bana göre sırtınıza denk gelen fermuarların fazladan kalınlık yapması.
Diğerini ise genelde evde ve gece uyanmalarında kullandık.
İlk üç ayda uyunamayan bütün uykular, gaz sancıları, sadece kucak istemekten başka derdi olmadığı mızmız saatler, Arda'nın ilgi istediği Can'ın hayatta yatmam dediği saatler, hepsi slinglerin içinde geçti.
Ekim ayında 2 aylık bebeğimizle bir de tatil planlayınca, Can bütün akşam uykularını dışarıda slingin içinde uyudu. Son günlerde pek sık kullanmıyordum ki bugün bir kere daha işlevini kanıtladı. Can ile hızlı bir ikea turu yapmamız gerekiyordu. Karnı tok, altı temizdi, biraz uykusu gelmişti ve pusetin içinde mızmızlanmaya başlamıştı. İkea' ya girmeden önce uzunca bir süre açıkhavada güneş aldığımızdan normalde dışarıda çok zor uyumasına rağmen slingi taktığımda uyuyacağını düşündüm. Hemen orada reyonun orta yerinde Can'ı üstüme sarıverdim. Ağzına da emziğini verdim vee çocuk bir anda canlandı.Yine uyumadı yani:) Ama mızırdayan çocuk gitti, anne kucağından etrafa cin cin bakan, gelene geçene emzik altından gülücükler atan bir çocuk geldi. Bu bana epey vakit kazandırdı. Kasaya geldiğimizde, anne kucağına ve bol uyarana doyduğu için pusetine koyunca hiç sorun çıkarmadı ve sessiz sedasız eve kadar geldik.
Ergo'da da aynı huzuru yakalayacağımızı düşünüyorum. İlk Ergo denemesini benim yanlış bir zamanlamada yapmamdan dolayı istememişti. Ama dün sabah Arda'yı okula götürmek için Can'ı Duygu'ya bırakmam gerekti. ve döndüğümde Duygu'nun Barış küçükken tepe tepe kullandığı, atmaya, vermeye kıyamadığı ergosunun içinde mışıl mışıl uyuyordu..
Diyeceğim o ki, çocuğu ve anneyi rahat ettiren ve tabii ki ikisinin de kas ve kemik sağlığını koruyan kangurular candır. Kullanınca pişman olmazsınız..

Sling - Puset Örtüsü
x
 
Ekim'in ikinci yarısı sıcak bir yere tatile gitmemize rağmen akşamları sling içinde uyuyacağını tahmin ettiğim sıpayı neye nasıl sararım diye düşünüp bu Neko sling örtüsünü aldım. İçi peluş, dışı su geçirmez malzeme, kapüşonu var, üstelik cepli daha ne olsun..derkeen bir baktık ki bu örtü bizim Chicco anakucağına da Mothercare'in baston pusetine uydu.Ve sanırım boyun kısmındaki uzatılabilen kemeri ve ayak kısmındaki lastikleri ile her türlü pusete ana kucağına da uyacaktır.
Şimdi dışarı çıkarken olmazsa olmaz bir parça benim için. Bu fotoğraf geçtiğimiz hafta çok soğuk bir günde çekildi. Ama bugün Can'ı sadece tulumu ile bu örtünün altında gezdirdim. Başka hiç bir örtüye de ihtiyaç duymadık.

Mothercare Müslin Bez


Mothercare'in Türkiye sayfasındaki ürünlerin arasında yok bu bezler ama mağazalarında var.
Arda doğduğunda tanışmış o zaman 7'li bir paket almıştım. O bezleri banyo sonrası kurulama bezi olarak-çok güzel su çekiyor- yatıracağım yere altına sermek için, sıcak günlerde üstünü örtmek için,yeri geldiğinde omuz bezi olarak, puset örtüsü olarak, biraz büyüdüğünde sadece saçlarını kurulamak için ve daha pek çok amaçla kullandık.
Son son Arda onlardan kendine pelerin ve sakal yaparak ömürlerine ömür kattı bizim evde. Yanlış bilmiyorsam 90x90 cm büyüklüğündeler. Renklileri, desenlileri, düz beyazları var.
Can doğmadan önce gidip bir set daha aldım. Evde müslin bezden geçilmiyor ama gerçekten çok ama çok kullanıyorum.


Ev Tipi Anakucağı


Bunu Can doğduktan sonra ihtiyaç hissettiğim için aldım. Alırken de FisherPrice'ın en basit ve en ucuz modelini seçtim. Gerçekten üzerine binbir oyuncak ve özellik ekleyerek çok detaylı modeller yapmışlar.
Bana evin içinde rahat hareket ettirebileceğim, hafif, çocuğu çok azıcık dik tutan bir şey gerekiyordu. Can hem çok kucak seviyordu, hem de kusmamasına rağmen sürekli midesinden ağzına az miktarda süt geliyor ve onu devamlı rahatsız ediyordu. Bundan kaçış için ya uzun sürelerle kucağımızda dik tutmamız yada biraz dik bir pozisyonda yatırmamız gerekiyordu.
Gaz sancılarının olduğu dönemde sallanmak da bir süre çözüm oluyordu. Omuzumda saatler boyu sallanarak dolaşmak zaman zaman çok yorucu oluyordu. Tüm bunlar yüzünden acaba anakucağı beni biraz rahat ettirirmi diyerek çok düşünmeden- bir nevi can havli ile :))- internetten sipariş verdim.
Çok kullandık hala da kullanıyoruz.
Tepesine takılan sesi ve ışığı olmayan sadece sallanan oyuncakları Can'ın ilk oyuncakları oldu. Hala da o zebraya duyduğu aşkı bana duyduğunu sanmıyorum :) Bunun içinde sallamaya ihtiyaç duymadık, çünkü çocuk hareket ettiğinde kendisi zaten hafif hafif sallanıyor, bu da ona yetiyor.
Artık yukarıda saydıklarımın pek çoğu geçerli değil ama şimdi sabahları abi hazırlanırken onu da buna oturtup yanımıza alıyoruz. Yemeklerde bize anakucağının içinde eşlik ediyor. Bana mutfakta anakucağının içinde ahbaplık ediyor.
Bazen içine koyup Arda'nın odasına götürüyorum. Arda oynarken hayran hayran seyderiyor.
Ama yavaş yavaş ömrünü dolduruyor sanki. Çünkü bebek hareketlendikçe anakucağını da şiddetle sallayabiliyor. Mutlaka yere koymak gerekiyor, koltuk vs üstünde asla cesaret edemiyorum bırakmaya. Bir de bebek ağırlaştıkça bebeği dik tutma fonksiyonunu yerine getiremiyor haliyle.
Yine de ilk 4 ayda evde yalnızken özellikle çok işime yaradı.



3 Aralık 2013 Salı

Üzgün, Aç ve Galip (mi)

Evet böyle uyudu.
Üzgün ,aç ve kendince galip!
Eğer bu bir yarışma ise belki de gerçekten O kazandı..
Bu akşamın özelinde ama son günlerin genelinde olanları özetleyeyim.
Biz akşamları yemek yerken televizyon açmıyoruz. Zaman zaman mutfakta zaman zaman salonda yiyoruz. Mutfakta zaten televizyon yok. Salondakinin ise hiç açılmadığı günler oluyor kimi zaman ama yemek yerken özellikle açmıyoruz.
Ha evde misafir vardır, kalabalıktır o zaman zaten pek çok kural esnemektedir, bu da esner..
Bu akşam da masa salonda hazırlanmıştı. Bu sıpa televizyonu açmamızı istedi. Biz de yok dedik. Yemeğimizi yiyelim sonra açabiliriz. Daha en ufak bir ikna çabasına girmeden son günlerin klasiğini patlattı: O zaman ben de yemek yemem!
Peki, yeme tabii..
En ufak sesimiz yükselmiyor, en ufak bir kızma belirtisi göstermiyoruz. Ve aslında gerçekten sinirlenmiyoruz. Bu tip durumlarda her zaman tamam sen bilirsin deyip, yaptığımız şeye devam ediyoruz.
Ama masada çok sevdiği bir yemek var. Aklı masada lakin öyle bir inat ki kendisi nuh der peygamber demez, ben biliyorum çocuğumu.
Nitekim son bir kere, masayı toplayacağım Arda, yemek istiyorsan gel dedim. Gelirim ama televizyonu aç dedi! Bakar mısın cüceye? Hayır annecim deyip kaldırdık masayı.
Sonra gittim öptüm kokladım, hadi dedim okuldan getirdiğin çalışmaları yapalım. Küs ya bana, bize ve hatta o anda tüm dünyaya, kalkmıyor yerinden. Hadi dedim akrobat ol koltuğun arkasından buraya atla da öyle gidelim. Neyse canlandı bu, atladı geldi..
Oturduk, boyadık , kestik derken uykum geldi dedi. 
Hazırlık aşamasını çabuk bitirip bizim yatağa kondu cüce. Çok uykusu var ama kitap okumadan olmaz. Baba okusun, tamam. Baba da bitmiş okeye dönüyor. Adam eve geldiğinden beri oturmamış, minnağı yıkamış,yemek hazırlamış,masayı kurmuş,  toplamış.. Tamam dedi bir tane seç de gel.
Bizim delibozuk hoop bozuldu yine: O zaman okumayacağım ben kitap çünkü iki tane istiyorum. Baba da çok yorgunum Arda'cım dedi ve devamını getiremedi çünkü bu çoktan küsme pozisyonu almış popoyu devirmişti bile.
E tamam sen bilirsin dedik yine..
Diyoruz demesine de içim de şişiyor bir yandan. Başlıcam senin tavrına da pazarlığına da diye söyleniyorum içimden. Bir yanım da ortamı tartıyor acaba başka bir durum mu var anlayamadığım diye..
Az beklese belki orda baba birini de ben seçeyim o zaman deyip belki kolay okunan kısa bir kitap seçecek hem kendini hem onu rahat erdirecek. Ama ona bile izin vermiyor, hemen yok o zaman hiç yapmayalım deyip dönüyor arkasını.
Beyimizin son günlerdeki genel hali bu. En ufak bir uzlaşma , anlaşma çabasına girmeden, kendi dediği harfiyen olmazsa, tümden vazgeçiyor yapacağı şeyden. Kendince galip tabi bu durumda ama aslında bu şekilde hiç bir istediğine ulaşamadığının da farkında değil.
Ama bu akşam benim de sabrımın tükendiği bir ana geldi ve baba odadan çıkınca dedim ki:' Annecim farkında mısın, bu akşam boş yere inatlaştığın için istediğin hiç bir şeyi yapamadın ve hepimiz çok üzüldük..'
Ve bana bakışından anladım ki o an anladı galibiyetinin aslında mağlubiyet olduğunu!..
Gözleri doldu, dudak büküldü..Ah bir ağlasa..Yok ağlamaz öyle ha deyince..
Toparlandı çevirdi kafasını, ben şu anda bu konuyu düşünmüyorum ki anne! dedi ve uyudu..
Üzgün, aç ve hala kazandığına inanmaya çalışan, tükürdüğünü asla yalamamak üzerine programlanmış bir beş yaş veledi olarak uyudu..
Ben mi? Ben de üzgün, yorgun ve uykuluyum. Şimdi gidip cücenin sıcacık koynuna gireceğim..

Mavi

Maviyim ben bu kış.
Hayır hayır oğlanlardan sebep değil..Aksine hiç sevmiyorum sıpalara mavi giydirmeyi.
Ama bu sene elim gözüm hep mavilerde. Baktıkça bakasım geliyor mavi her ne varsa.
Dinginlik mi veriyordu mavi?
Onu bunu bilmem de mavilere baktıkça  aklıma hep Mavi Tutkunu Karga geliyor.
Redhouse Kidz yayınlarının mavi serisinden bir kitaptı ve  ne güzel mavili bir kitaptı kendisi :) Ben daha ilk okumada çok sevmiştim. Oysa çocuk kitaplarını sindirmem hep bir kaç okuma sürer hele ki mesaj veren kitaplar daha bir zor gelir bana..
Arda ise bir iki okuttu sonra ana fikrini kaptığı her kitaba yaptığı gibi bıraktı peşini.
Dur akşama çıkarayım bakayım, belki unutmuştur..
Bin tane şey yazasım var şuraya da, bilgisayarın başına oturunca bir baktım maviye çalmış blog da..
Oysa sabahtan beri tek boş aralığım idi.
Bizim tombalak oğlan bugün üstümde uyumaya karar vermişti. Sabahtan beri peşpeşe, gözgöze, dizdize idik. Anca razı olmuştu yatağında uyumaya ve ben de iki satır karalamak için koşmuştum ki bilgisayarın başına..
Bir baktım ki mavili olmuş blog da. 

21 Kasım 2013 Perşembe

Can uyurken,biraz ondan biraz bundan..

İçeride çiçek kurabiyeler pişiyor. En zorlandığım günlerden biri öğretmenler günü. Hele ki şimdi yeni bir okul ve yeni öğretmenler.. Üstelik bir tane de değil..
Çiçek kurabiyeler yaptım. Hamurdan da ayırdım, akşam Arda gelince kendi de yapsın birkaç tane diye. Onları alsın götürsün öğretmenlerine, yesinler birlikte..
Bir yandan da son günlerde delirmiş gibi çektiğim fotoğrafları bilgisayara atmaya çalışıyorum.
Cep telefonum artık fotoğraf çekme yer kalmadı diye alarm verdi :)
Bir süre önce farkettim ki Can'ın ilk doğduğu halleri bile ne kadar uzak geliyor gözüme. Saçları varmış yahu.. Şimdi baya keltoş :)
Hele dönüp resimlere bakınca ohooo dedim insan ne çabuk unutuyor.
Bundan bir sene sonra Can'ın bu ayları, Arda'nın 5 yaşı da mazi olacak. Daha çok çekmek daha çok kaydetmek lazım.
Kokularını saklayamıyorsam seslerini ve görüntülerini saklayayım o zaman diyerek, devamlı bir şeyler çekiyorum..
Arda ile doğumgünü öncesinde yaşadığımız çekişmeli haller duruluyor yavaş yavaş.
Aslında düşününce Arda'yı Can için ne kadar erteliyorsam, Can'ı da Arda için o kadar erteliyorum. Tek fark biri henüz bebek ve emzik, dönence yada tek elimle ona salladığım çıngırakla bayağı bir oyalanıyor. Yada babasının kucağında beni beklemeye çok da bir itirazı olmuyor.
Hele ki son günlerde arka arkaya gelen veli görüşmesi, Arda'yı okula bırakmam gereken sabahlar derken, Can bir sabahını komşu teyzede, bir sabahını eve yardıma gelen ablanın kucağında geçirerek, annesini bol bol abisiyle paylaşıyor.
Geçen postta da aynı noktaya varmıştım sanırım. Onlara değil bana dert oluyor daha çok bu durumlar.
Ama ilk başlardaki kadar kötü hissetmiyorum. İkisi de birbirini bekleyecek, başka çaresi yok. Birini diğeri için çokça ihmal etmediğim sürece ve anne de bir tane olduğuna göre anneyi paylaşacaklar..
Ve 3 ayın sonunda beynim ancak dış dünyaya açılmaya başladı.
Çocuklar ve evden başka şeyleri de düşünebilir hale geldiğimi farkediyorum yavaş yavaş. Tabii ki bu hisle birlikte yapmak istediklerime zaman bulmaya çalışan bir his de çörekleniyor içime. Öyle büyük şeyler, işe gideyim filan değil ha istediklerim, kitaplar, bir kaç boyama filan.. Boyama da bildiğin boyama, Arda'nın boyamalarına daldım bu ara:)) Ver elime boyama kitabı boyayayım:) 
Can'ın uyumasından istifade daldan dala atladığım bir yazı oldu bu da..
Bunlar da girizahdaki kurabiyeler :)

12 Kasım 2013 Salı

Artık 5 yaşında! Yok yok daha sadece 5 yaşında!

Arda geçen hafta 5 yaşını doldurdu.
Bir yanım ne çabuk 5 yaşında oldu derken, diğer yanım daha sadece 5 diyor... Ve o daha sadece 5 diyen yanımla öbür yanım bu sıralar sürekli dalaşıyor..
Bazen 5 yaşındaki bir çocuktan çok fazla şey beklediğimi düşünüyorum. Zaman zaman da tam tersini..
Sorumluluk almaktan çok uzak ama pek çok şeyi de bizsiz ve yardımsız kotarıyor. Yeter ki peşinde hadi'leyen biri olsun :(
Ama evdeki minnakla ve onun getirdiği yeni düzenle başa çıkabilmesi için (çok yol almış olmasına rağmen ) hala yardımımıza ihtiyacı var. Peki benim her kaos anında O'na yardım edebilecek sabrım ve gücüm var mı? 
Dün Arda, Can ve ben yalnızdık..
Arda midesini üşütmüş, her yediğini beklenmedik anlarda evin çeşitli köşelerine geri bırakıyordu. Can kısa sabah uykusundan uyanmış, dik tut beni ey kadın, yatarken hiç birşey göremiyorum naraları atıyordu. Ben ise Can'ın dikelek geçirmek istediği şu saatlerde Arda kusmasın diye dua etmekle meşguldüm..
Sonunda öğlene doğru Arda'nın midesi duruldu, Can uyudu.. Arda kendisini iyi hissetmenin mutluluğu ve hiç beklemediği evde geçireceği bir günün sevinci ile melek moduna girdi. Uzun uzun oynadık, konuştuk, yemek yaptık, yedik, odasını biraz topladık. Arada uyanan Can ile ilgilendik ve kendi işimize devam ettik.
Ohh gün  hiç de korktuğum gibi geçmiyor derken bir an geldi, canı sıkıldı. Hiç birşeyle ilgilenmek istemedi, tv ve ipadden medet umdu ama ben saat kurdum ve bu oyalamacalar da bitti.
Yapmak için aklına gelen her şeyi ya benimle yapmak yada hiç yapmamak istedi. Normalde kendi başına hallettiği el yıkama gibi basit şeyler için bile anneeeeee diye seslenmeye başladı. Bu arada sabahtan beri, tüm enerjimi ve zamanımı O'na ayırmış olduğumun tabii ki farkında değildi. Ve ortam gerilmeye başladı.
Saat 5 'i bulmuştu.
Yorgundum, başım belim bacaklarım hepsi birden ağrıyordu. Can akşamüstü uykusuna geçmek için kucağımda kıvrılıyordu. Arda olur olmaz herşeyde aaannnnneeeeeeee nidaları ile beni çağırıyordu. Son gücümü topladım ve Arda'cım bana 10 dakika izin ver, Can'ı uyutayım yanına geleyim. Bu arada da lütfen bağırma ki çabuk uyusun dedim.
Daha cümlemi bitrmemim üzerinden iki dakika geçmedi ki Arda elinde plastik bir kılıçla odaya daldı ve kocaman bir gümbürtü kopardı!!
Can'ı yatağına attığım gibi soluğu bunun peşinden odasında aldım. Çok lazımmış gibi upuzun bir konuşma yaptım. O yatağının üzerinde kızgın kızgın bana bakarken de çıktım gidip Can'ı uyuttum..
Ne oldu peki? Birşey anladı mı? O kocaman konuşmadan aklında kalan benim ateş saçan gözlerimden başkası değil eminim..
Ben ise bütün akşam içime çöreklenen kötü his ile kalakaldım.
Bu akşam da benzer başka bir mizansen yaşandı.
Arda, tepemde Can varken benimle oynadığı oyundan zevk alamayınca Kapla'ları döktü ortaya. Ama kızgın tabii benimle oynayamadığı için. Bu arada Kapla'dan yapmaya çalıştığı şey de habire yıkılıyor. Bir anda sinirlendi, oynamıyorum babam gelsin o yapsın dedi. Terslik bu ya o anda baba aradı ve geç geleceğini söyledi. İşte orada ipler koptu.
Anne meşgul, baba geç gelecek ve Kapla'lar yıkılıyor!!...
Ne desem olmuyor...
Kapla'lara devam etmeyi asla istemiyor. Bir kere babam yapsın dedi ölse dönmez.. Binbir çeşit oyun söylüyorum, birlikte yapabileceklerimizi sayıyorum, seçenekler sunuyorum olmuyor olmuyor..
Sonunda benim de sabrım tükendi sen nasıl istersen öyle yap dedim gittim ama içimden geçen 'ne halin varsa gör'e daha yakın bir his.
Söylenmesi ve herşeye çemkirmesi yemek masasından kalkana kadar bitmedi. Bu arada ben bittim, sesim bir normale dönüp bir yükseldi. Biraz atıştık, biraz seviştik derken ben Can'ı rüyalar alemine göndermeyi başarınca ortalık biraz duruldu. Kitap okuduk uyudu..
Derdi Can değil, ben de değilim..
Derdi, hiçbirimizin çözemediği ve belki de zamanla kendiliğinden çözülecek olan, kısıtlı ve çok değerli zamanını Can ile paylaşmak zorunda kalması..
Her ne olursa olsun kardeşine bakışlarındaki sevgi hiç değişmiyor, hiç kin tutmuyor ya ve hep unutuyor, aynı sevecenlikle başa sarıyor ya, öyle zamanlarda işte artık 5 yaşında ile daha henüz 5 yaşında yanım birbirini yiyor..
Anneliğin bu yanı da ayrı zormuş..
O hatırlamayacak, kendimden biliyorum..
Ama ben içimin cız ettiği bu çekişmeleri hep hatırlayacağım, onu da annemden biliyorum..


25 Ekim 2013 Cuma

Rutin, program, düzen.. Adı her ne ise bize ondan lazım!

Evde bebek olması demek, herşeyin elde olmadan onun etrafında dönüyor olması demek, çok neşe, çok yorgunluk ve tatlı bir telaş demek.
Bizim evdeki durum da aynen böyle işte.
4 gün sonra Can 3 aylık olacak.
Ben evin işlerine hiç dokunmadan, Arda'yı kollayarak ve rutini Can' ın ellerine bırakarak bir 3 ay geçirdim. Hatta günün akışını o kadar Can' a bıraktım ki, bu sayede upuzun, sorunsuz bir iki çocuklu tatil bile yaptım arada..
Ev işlerine dokunmama kısmı ise şanstan öte tecrübe ile yaptığımız bir seçim oldu. Yorgunluk ve gece yatana kadar evin içinde dolanmak mı, yoksa huzurumuza karşılık ödeyebileceğimiz bir bedel karşılığında yardım almak mı dedik ve yardım almayı seçtik.
Arda 2,5 yaşına gelene kadar mutfakta geçirdiğimiz geceleri ikimiz de unutmamışız..
Arda'yı kollama kısmına gelince;
Günümün en çetin saatleri Arda'nın okuldan gelmesi ile başlıyor. O saatlerde Can ayakta ve kucağımda oluyor. Arda ise eve aklında bin türlü oyunla dönmüş oluyor. Ben Can' ı üstüme bağlayıp Arda ile oyuna katılmaya çalışıyorum. Ama her akşam bu yöntem başarılı olamıyor. Can'ın gazı, banyosu, memesi derken o koşturmacada işte Arda' yı kollamam gerekiyor. Kırmadan, ittirmeden, hadi odana demeden..
Yani benim sınavım saat 16:00'dan 20:00' ye kadar sürüyor..
Başlarda çok zor olsa da ve hala zaman zaman zorlansak da yavaş yavaş benden çok Arda' nın duruma hakim olduğunu, beni beklemek yada kendi başına devam etmek konusunda karar verdiğini görüyorum.
Yine de nerden baksan beş yaşında, karar verse ne olacak?
Arkamı dönsem ipade dalıp saatlerini geçirebilir yada hülyalıdır kendisi , bir anda bakarsınız şarkılar kostümler derken kendi dünyasına dalmış.. Anlayacağınız onu idare et, bunu doyur, ötekini oynat derken ben akşamları 16:00'dan 20:00' ye kapalıyım, ulaşamazsınız.
Bu günlerin geçeceğini bilip hem tadını çıkarmaya çalışmak, hem de çok kafaya takmamak da ancak ikinci bir bebekte mümkünmüş amaaa işin bir de ama kısmı var.
Şu güne kadar dedim ya bayağı yaydım yayıldım.
Can ne zaman isterse o zaman uyudu ne zaman isterse o zaman emdi ve tabii hal böyle olunca Can beyden keyiflisi yoktu. Benim açımdan ise kendime bayram tatiline kadar izin vermiştim evdeki düzeni hale yola koymak için, çünkü bu şekilde hiç birşeyi öngörmem mümkün değildi.
Dışarı çıkmayı bile planlayamazdım çünkü düzensiz bir düzeni olan bir bebekle gün geçiriyordum, üstelik ipler onun elindeydi.
Tatile gittik döndük, Arda denize kuma, Can da açıkhavaya doydu.
Ve benim kendime verdiğim zaman doldu.
Üstelik bu üç ay zarfında her istediğinde emen, istediği zaman uyanıp uyuyan CanCan hem devamlı hazmetmeye çalışan midesi ile uğraştı hem de 3 aylık bir bebeğin kilo sınırlarını aşıp yeni bir klasman yarattı kendine.
Şimdi günlük bir rutin oturtmaya çalışıyorum.
Ama acemi bir yeni anne gibi desteğe ihtiyaç duydum.
Arda kendinden çok uyuyan, ne zaman kalkıp ne zaman yatacağı belli olan bir bebekti bu aylarda. Öyle rutin mutin aklıma bile gelmemişti. Bir heves alıp okuduğum anne-baba eğitim kitapları bebeklik döneminde benim için okunmuş olmakla kalmıştı.
Ama bu sıpa pek öyle kolay şekilleneceğe benzemiyor.
Uykusunu düzene koymazsam hiç birşeyi düzene koyamayacağımı farkedince o raflarda bekleyen kitaplara şöyle bir döndüm.
İkinci çocuğunda  da kitaplardan medet uman tek anne ben miyim acaba..??
Bir kere ister gündüz ister gece olsun çok zor uykuya geçiyor. Memede uyumuyor ama uyurken kucak istiyor.
Şimdiye kadar isteklerine boyun eğdim ama dediğim gibi tombalak da olunca ayakta, omuzda yada kucakta uyutmak beni çok zorlamaya başladı.
Bir de bu uykuların mide ve bağırsak gazları nedeni ile bölünmesi var ki, zaten zor uyutmuşsun, tam iki dakika nefes alacaksın hoop gaz çıkarıp ayılan bir çocuk ve dön başa..
Oturdum önce Tracy'yi hızlıca taradım.
Sonra doğumdan önce de okuduğum Sears kitaplarına da aynı muameleyi yaptım ve şimdilik içimi de beni de rahat ettiren bir şekilde denemeler yapıyorum.
Bir kere emzikte ısrarlıyım.
Uykuya geçmekte yardımı olacaksa buyursun emsin.
Nitekim bir kaç seferden sonra yatağına yatırıp ağzına emziği verdiğimde uyuyacağını anlamaya başladı. Emziği 5. günde  artık daha kolay alıyor.
Bir kaç tane farklı marka emzik almıştım. Zaten bir kısmını tatilde kaybettik:) Geriye kalanların içinden birini seçti  yada razı oldu diyelim.. Onu daha uzun süre tutuyor ağzında, diğerleri anında fırlatılıyor.
15 dakika kadar yatağında emzikle debelenirken mayışıyor zaten. Bu arada genellikle yanında oturuyorum yada odanın içinde oluyorum.
Yapamadığı şey o mayışık uyanıklık halinden uykuya geçmek.
Kızarıyor, söyleniyor , uyumak ve uyanık kalmak arasında bir savaş veriyor. O anda kucağıma alıyorum, rahatlıyor.
Gözlerini kapadığında ve hatta biraz uykuya geçtiğini düşündüğümde hop tekrar yatağa.
Bu döngü bazen çok uzun sürüyor bazen çok kısa. Genelde yatağa koymamla gözünü açması bir oluyor.
Ve her durumda akşam uykusuna geçiş en zoru oluyor. Banyo da yapsa, ortamı ne kadar hazırlamış olsam da o akşam uykusu nedense bir kolay uyunamıyor.
Sonrası ise sorunsuz. İlk uykuya daldıktan sonra gece 2'ye 3'e kadar uyuyor. O saatlerde meme isteyip tekrar yatıyor. 5.30-6.00 civarı da ayılmaya başlıyor.
Tabii ki isterim yatağında uyusun ama uyku için ağlatmak istemiyorum. Şimdilik kaderime razı gelip tam uyuma anında kucağımda olmasına razıyım.
Öteki türlü yatakta emzikle mayıştığı 15-20 dakikayı da kucakta ve ayakta geçiriyordum ki bu bile sırt kaslarım için güzel bir gelişme..
Diğer taraftan uyku ile beraber durmak bilmeyen emme işine de biraz dur dedik.
Üç saatten önce emzirmemek için ilk gün biraz çabaladım. Benim de onu başka şekilde oyalamayı öğrenmem gerekiyordu çünkü. Üç saatte bir emmeye pek itirazı  olmadı. Sandığımdan çok daha kolay idare ediyor. Demek ki acıkmıyormuş aslında diyorum.
Bu kısımda fena sayılmayız., iyi gidiyoruz.
Tüm bu çabalar aslında niye?
Anne çocuğum şu saatte uyuyacak ben de şunu bunu vb. yapacağım diyebilsin diye:)
Çocuk  da ne yapacağını bilmez halde elde kolda kalmasın diye..
Dur bakalım kotarabilecek miyiz ?
Kendim de bizi merakla izliyorum:)



24 Eylül 2013 Salı

Meme Savaşları

Evet! Tam da başlıktaki gibi savaş halindeyiz..
Ben ki emizrmeyi seven bir anneyim. Emzirmek terapi gibi, sakinleşme, totomu yere koyma ve dinlenme anı. Keyif..
Emzirirken birşeyler içtiğim, kitap okuduğum çoktur. 
Yok açmış gözlerini bana bakıyorsa onun da keyfi başkadır. Bakışırsın, konuşursun, bir nevi tanışır, birbirine alışırsın. 
Hele ki uzun uzun emer de bir de memede uyursa misss.. 
Memede uyumasın denir ama bana memede uyutmak çok kolay ve sancısız geliyor. Başka türlüsünü de bilmiyor(d)um. Arda hep memede uyudu. Memeyi bırakınca da öyle uyumak için çok sancı çekmedi. 
Ben de 6 -7 aylıktı memede uyumasın diye bir dönem savaşıp sonra salmıştım. Salış o salış, 2 yaşına kadar memede uyudu. 
O yüzden ben sanıyorum ki bebek dediğin uzun uzun emer, anne de kendi de bu işten keyif alır, üstüne bir de memede uyur..
Can efendiden çok öğrenecğim şey varmış meğer..
Can'ın ve dolayısı ile benim savaşım 20. günden sonra başladı.
Karnındaki gazı, midesindeki havayı daha net hissetmeye başlayınca hem emmek isteyip hem hem de gaz ağrısı çekme anları biraraya gelmeye başladı. 
Uyurken yada uyku mahmuru iken memeyi alıp, dibini görene kadar emen çocuk, uyanıkken, özellikle de akşam uykusuna yatmadan önce meme ile savaşmaya başladı. 
İki yudum al, sonra bırak, bu arada bağır, sonra anne seni alsın omuzuna yatırsın veee içinde kalsa onu havaya uçuracak kadar büyük bir gaz baloncuğu, kocaman bir gooorrrkkk sesi ile çıksın gitsin. Sonra tekrar iki yudum ve tekrar bırak ve bağır ve kalk.. 
Bu böyle bitmek bilmez bir döngü haline geliyor bir süre sonra. 
En fenası o iki yudumdan sonra inat edip memeyi bırakmazsa oluyor. Hem kızıyor, hem tepiniyor hem emiyor ve tabii bolca hava yutuyor. 
Hooop sil baştan..
Birisi emzirme keyfinden mi bahsetmişti??
Nadir anlarda , olur da karnı rahatsa, midesi boşsa uzun ve sakin emzirme seansları yaşanabiliyor bizim evde ama pek nadir işte..
Bu sıpa bana bildiklerimi baştan, başka şekillerde öğretiyor.
Önceleri yenidoğan her bebek gibi çok uyuduğundan, uykusundan ayılmadan emzirip, tepişmekten kurtarıyordum. Ama şimdilerde daha uzun uyanık kalıyor haliyle ve yeniden uyumadan önce meme istiyor. Memede uyumak diye birşey anlattığım sebepten mümkün değil zaten ve dans başlıyor..
Bu en çok akşam uykusuna yatmadan önce olunca ben de anne sütünü biberonda vermeyi denedim. Ağzı çok dar, o çekmeden akıtmayan bir biberon şimdilik ikimizi de rahatlattı. 
Çünkü bu savaş sırasında bir de sütün çok gelmesi, onun hem midesi hem de ağzına kontrolü dışında dolan sütle başedememesi de var. 
40'ı çıkana kadar çok şiddetli devam eden meme savaşları, şimdilerde daha az ve sakin yaşanıyor. Yada ben alıştım! 
Çok didiklemiyorum. 
Gazı ile başetmeyi öğrendiğinde daha keyifli emecek biliyorum. Doyduğunu anlayacak en azından. Bu şekilde savaşırken onu da anladığından emin değilim. 
Şimdilik uykusu açılmadan emzirerek, akşam çok uzun sürerse bu kavga biberon vererek günü kurtarıyorum. Yeterince kilo  alıyor, kusmuyor. Geriye bir tek benim keyfini süremediğim emzirme anları kalıyor ama olsun. Bu cüce de böyle deyip geçiyorum. Sanırım tecrübe biraz da rahatlık demekmiş.
İki ayının dolmasına günler kala çok da stabil bir düzene geçemedi. Geceleri güzel uyumasına rağmen, gündüz ne zaman uyur, ne zaman emer diye sorsa biri kafasına göre derim.
Çok başına buyruk, emrinde de kölesi ne de olsa..:)
Bu aralar biraz da kendi derdime düştüm. İllet bir diş ağrısı ve bitmesini beklediğim antibiyotik hayat kalitemi, enerjimi çok düşürdü. 
Can'ın memeyle savaşmaya takati var ama benim onunla savaşmaya takatim yok.
Yarın dişimdeki sorunu ( umarım) çözüp, daha sonra da bu sıpanın düzensiz günlerini düzene koymak istiyorum. 
Meme emme aralıklarını uzatarak, onun gaz ile başetmesine yardım etmek ve meme savaşlarını da bu şekilde hafifletmek gibi amaçlarım var. Bunu yapmak demek, emmek isteyen 2 aylık bir bebeği oyalamak için, kucakta gezdirmek, bol bol konuşmak filan demek ki, kafamın yarısı sürekli ağrır 
iken yapabileceğim iş değil.
En kısa zamanda Can , ben ve meme arasında barış imzalamış olarak geri dönmek üzere iyi günler dilerim.



18 Eylül 2013 Çarşamba

Değişiklik iyidir, vedalar ise hüzünlü..

Arda geçen Cuma günü üç senedir,yaz kış,tatiller haricinde devam ettiği okuluna veda etti.
22 aylıkken, daha poposu bezli, dili yarım yamalak dönerken, onu kucaklayıp üç koca sene boyunca bakan, kollayan, büyüten, öğreten öğretmeninden ve aynı sınıfı paylaştığı arkadaşlarından "Sizi ziyarete geleceğim" diyerek ayrıldı.
Ayrılırken bence yaşayacağı değişimin çok farkında değildi. Kardeşim doğdu, ben abi oldum, abi okuluna gideceğim motivasyonu ile biliyordu yeni bir okula başlayacağını.
Onu motive eden de biz değildik. Nasıl olmuşsa olmuş, kendine okul değişimine sebep olarak böyle bir gerekçe bulmuş ve içten içe hazırlanmıştı. Okul değişikliğini kafasında kardeşinin doğmasına bağlamıştı. Biz de bu duruma hiç ses etmedik.
Aynı dönemde hayatında iki büyük değişiklik olacaktı. Eve bebek gelecek, O da çok iyi bildiği, evinin rahatındaki okulundan ayrılıp, daha büyük, daha kalabalık bir okula gidecekti. Ayrı ayrı hamlelerde deneseydi belki bu büyük değişimlerle başedemezdi, kafasında bağlayıvermişti.
Cuma günkü ayrılık beni eskilere götürdü. O'nu miniminnacık haliyle teslim edişim, günde binbeşyüz defa okulu arayışım..
Üç sene boyunca okuldan cevap alamadığım tek bir konu olmadı. En ufak bir pürüzde, benim kafamı kurcalayan her detayda Arda'nın sevgili Dilek öğretmeni ve okul yönetimi benimle birlikte çözüme dahil oldu, iletişimi hiç koparmadı. Yeri geldi onlar  bizi uyardı, yeri geldi biz onlara öneri götürdük.
Üç sene az değil.. Bir an geldi artık okul müdürü ve öğretmenler arkadaşım, kardeşim olmuştu. Arda' nın okulu zaman zaman çok sıkıldığımda sohbet etmeye uğradığım bir yer bile oldu benim için.
O kadar girip çıkmama rağmen iç işlerine hiç karışmadım. Sınıflara dalmadım. Oğlum hakkında konuşacağım zaman haber verip gittim. Öğretmeninin ve okulun çizdiği sınırlara hep uydum.
Arda benim okulun içinde hangi odadan çıkacağımı bildi, beni sınıfına yemekhanesine bahçesine beklemedi. Onlar da hem Arda' nın annesi hem de arkadaş olarak hep dinlediler beni. İçimi rahatlatmadılar, pışpışlamadılar. Konu çocuk olunca iyiyi de kötüyü de paylaştılar.
Hal böyle olunca gözüm kapalı oğlumu teslim ettiğim bu yerden ayrılmak belki Arda'dan çok bana koydu.
Üç senenin sonunda onlara emanet ettiğim minik çocuğu büyümüş, dillenmiş, hakkını hukukunu savunur duruma gelmiş, kalabalıkta kendini ifade edebilen, merakları olan, onların peşinde koşan ve hayır diyebilen  bir çocuk olarak geri aldım.
Ne harfleri ne sayıları bilmesi önemli..
Her daim her yerde öğrenebileceklerinin yanında, küçükken öğrendi mi yanına kar kalacaklar daha önemli. Özgüven gibi, mutlu hissetmek gibi, dünyaya güvenmek gibi..
Sevgili Kırmızı Elmam Anaokulu Ailesi,
Bana oğlumu tüm bu saydıklarımı ona kazandırmış olarak teslim ettiğiniz için, sevginizi, özeninizi esirgemediğiniz için, giderken bile karşılaşacağımız her türlü zorlukta bize destek olacağınızı ısrarla söylediğiniz için ve üç senedir ailemizin bir parçası olduğunuz için teşekkür ederim.
Bundan sonra ben Arda için değil, sizleri ve sohbetinizi özlediğim için kapınızı çalacağım.
Belki gün gelecek arkadan gelen küçük sıpamı da bahçenize salacağım..
Arda' ya gelince;
Üç günden beri kendine ve dünyaya olan güvenini sınıyor, çok da başarılı bir sınav veriyor. Kocaman bir okulda, yepyeni öğretmenler ve arkadaşlarla birlikte, yeni bir dünyaya adapte olmaya çalışıyor. Henüz çok motive, çok mutlu gelip gidiyor.. Günler ne getirecek göreceğiz..
Ben ise içim pır pır onu evde bekliyorum. Aklımda milyon soru ile..
O eski okulunun çatısı altındayken nasıl rahat olduğumu, huzurlu oturduğumu farkediyorum. Ve sabırla aynı huzuru hissedeceğim günleri bekliyorum..
Değişimler hem gerekli, hem güzel hem de zor.
Yepyeni deneyimlere yelken açan bütün çocuklarımıza, annelere,babalara kolay gelsin.. Çocuklarımızın yüzünün hep güldüğü, çok mutlu oldukları bir sene olsun..
Gerisi nasılsa hallolur..



29 Ağustos 2013 Perşembe

Ve CanCan doğar - 2

İlk yazı burada

Evet aklım Arda'da kalmıştı.
Pazartesi sabahı doğuma gireceğim belli olmadan bir iki gün önce Arda' ya laf arasında "Bebeğin doğmasına çok az kaldı. Doğacağı gün uyandığında biz evde olmayacağız. Sen babaannen ile kahvaltı edip okula gideceksin. Sonra akşam olmadan baban seni alacak ve hastaneye bizim yanımıza getirecek. Bebek de doğmuş olacak göreceksin. " demiştim. İki gece de hastanede kalacağımı eklemiştim.
Laf arasında söylemiştim çünkü bir girizgah yapsaydım, olayın önemli olduğu havasında konuşsaydım bu Arda için kafasında kurulacak, hayal edilecek, büyütülecek ve belki de endişelenilecek bir konu haline gelecekti. O' nu hazırlamanın en iyi yolu olağan gelişim içinde son ana varmadan ve abartmadan kısaca anlatıvermek oluyor hep.
Nitekim Pazar günü de bir aralıkta "Annecim yarın kardeşin doğacak, sabah evde olmayacağız.." Diye başlamıştım ki lafı ağzıma tıktı." Tamam anne biliyorum babaannem beni servise bindirecek, sonra da hastaneye geleceğim." Daha fazla üstelemedim, çocuğa aynı şeyi bin kere söylemenin de manası yoktu. Anlamıştı..
Yine de işte aklım Arda' da kalmıştı..
Tüm hamilelik sürecinde de düşündüğüm bebekten çok Arda idi aslında. Hani o gözünün önünde ya, daha gerçek ve daha hayatına ortak.. Onun için endişelenip onun için plan yapıyor insan. İlk çocuktaki gibi tek odağın karnındaki bebek olmuyor. En azından benim için öyle oldu.
Can doğup da ben hastane odasına geldiğimde işte, aklımda Can' dan çok Arda vardı.
Sabah babaannesine hiç sorun çıkarmamış, kahvaltısını edip servise binmişti. Servise daha binerken de benim kardeşim oluyor bugün diye bütün servisi haberdar etmişti.
Şimdi hala uyuşuk ve kafam iyiyken bunlar iyi gelen haberlerdi :)
Öte yandan odaya gelmemle Can beyi memeye dayamamız bir oldu. O da pek bir açmış sağolsun uğraştırmadı bizi. Sonra düşününce farkettim ki sütüm gelecek mi, bu bey emecek mi diye de hiç düşünmemiştim. Herhalde Arda bana meme emme konusunda zorluklar yaşatsaydı bunlar daha ilgi alanımda olurdu. Çok şükür ki Can da düşündürmedi  ilk anda.
Şimdilerde tam bir ayını doldururken ise meme emerken onu zorlayan gaz ağrıları haliyle beni de zorluyor. İnatla emse de, meme saatleri son bir haftadır ufak savaşlar halinde sürüyor.  Gazlı bebek ve onun meme ile imtihanı  hiç yaşamadığım bir deneyim olsa da bugünlerin geçeceğini bilmek içimi rahatlatıyor, onunla beraber gaz ve meme savaşına ben de katılıyorum.
Gün içinde gelen giden, kapımızdan ve telefonumuzdan hiç eksik olmayan dostlarımız arasında zaman geçti ve akşamüstü benim yorgunluğum su üstüne çıkarken Arda geldi. Tam da Can memede idi ve odada sevdiği bütün insanlar vardı.
Odaya girince gözlerindeki heyecan ve mutluluğu bir daha görebilmeyi çok ama çok isterim.
Neyse ki Çağlar bizi kareye sığdırmak yerine O'nun mutlu ifadesini anlık da olsa yakalamış ve bize o ilk karşılaşma anına dair çok güzel bir anı kalmış.

Mutluluğun sebebi bir kardeş ve onun getirdiklerinden çok, anne babanın ona söylediklerinin birebir doğru çıkmasıydı belki de.. Tam da dendiği gibi okula gitmiş, babası onu almış, hastaneye getirmiş ve annesi ile kardeşi olan minik bebek burada onu bekliyorlardı.
Kimse abi yakıştırması yapmamış, herkes onu sadece bir kardeş sahibi olduğu için tebrik etmişti. Gururluydu yani..
Önce geldi Can'a baktı, küçüklüğüne hayret etti, sonra elimdeki damar yolunu farketti. Acımıyor dedim merak etme.
Ve odaya geldiğinde Can ' ın memede olması da olağan birşeydi aslında. Bebekler meme emerdi. Yani şansına onun aklında kurduğu tüm manzara beklediği gibi onu karşılamıştı. Bu onun için de bizim için de şanstı, mizansen yaratmamştık. Ve sonrası Arda' nın Can ' a bağıra  çağıra iyi ki doğdun şarkısı söylemesi, arada yüksek sesi yüzünden birbirimizi duyamaz oluşumuz ve oda dışına gönderişimiz, bu işkenceyi hemşirelerin çekmesi olarak devam etti. Barış'ın gelmesi ve ikisinin savaşçılık oynamak üzere hastane bahçesine yollanmaları ile ortalık duruldu.
Eve sorun çıkarmadan döndü.
Hiç de korktuğum gibi olmamıştı.
Ertesi gün kuzeni Ege abi gelecekti ve ben Arda' nın Ege 'yi görünce hastaneye gelmek istemeyeceğini düşünmüştüm. Hatta Çağlar' a okula Arda' yı almaya Ege ile git. Böylece buraya gelmek istemez sen de bir kez daha gel git yapmazsın demiştim ama olmadı. Babası okul çıkışında hastaneye annen ile Can' ın yanına mı gitmek istersin yoksa eve Ege ile oynayama mı dediğinde önce hastane sonra ev diyerek beni ters köşeye yatırdı. İtiraf ediyorum o akşam odaya geldiklerinde çok şaşırdım. Neyse ki ayaktaydım ve biraz oynadık birlikte. Yine sorunsuz döndü eve.
Ertesi gün eve dönecektik ve evde neler olacaktı merak ediyordum.
O günden bugüne herhangi bir kriz, taşkınlık, kıskançlık belirtisi vs birşey yaşamadık. Evde bir bebek var ve anne çoğunlukla onunla olmak zorunda, bunu sanki kabullenmiş gibi..  İçim ezilmiyor değil.. Akşamları yatarken iki elim kanda olsa da onu yatırmaya çalışıyorum. Küçük sıpa biraz bekleyebilir..
Elleme, yapma, etme demiyoruz.. O da çok yumuşak ve zaten bütün ilgisi Can'da değil. Hele sus sessiz ol hiç demiyoruz, çünkü Arda sesli bir çocuk. Yüksek sesle konuşan her an şarkı söyleyen, gürültülü yaşayan bir çocuk. Yeni gelen minik seste uyumaya, abinin hareketinden etkilenmemeye alışmak zorunda. Yada başka bir çare bulmalıyız. Diğeri uyusun diye bunun şarkısını bölmek, sonuçta o da henüz çocuk olduğundan, mantıklı gelmiyor bana.
Ama hem Çağlar hem de kendi adıma itiraf ediyorum ki, Arda'nın evdeki enerjisi, yüksek sesli oyunları Can'a koymuyor ama bizi yoruyor..
Özellikle herkesin yorgunluğunu hisetmeye başladığı ve yemek- banyo-uyku düzenine geçmeye çalıştığımız akşam saatlerinde anneee satranç oynayalım mı, baba legolarla oynayalım, annee ben kuvete girmek istiyorum diye devam eden taleplere bir de salonun ortasında kurulan sahneler tiyatrolar eklenince zorlanıyoruz..
Böyle zor anlar gündüze denk gelirse en iyi çözüm hemen yanına bir arkadaş bulmak oluyor. Park bahçe de bazen işe yarıyor.
Zaman zaman boyundan büyük laflarla, yaşından beklenmeyecek olgunlukta cevaplar aldığımda ise acaba içten içe kırgınlık, kızgınlık, kıskançlık hissediyor da adını mı koyamıyor, içinde mi patlıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
İki kere çok yoğun yaşadım bu duyguyu.
Birinde Arda'nın çok uykusu gelmiş ama yatmak için beni bekliyordu. Can'ın ise doymak bilmediği bir meme seansı idi ve Arda ayakta uyur bir halde beni koltuğun kenarına oturup bekledi. Gidip yanyana yatınca annecim dedim, Can çok küçük ve herşey için bizim yardımımıza ihtiyacı var. Karnını doyurmak için bile o yüzden beklettim seni. Bana dönüp "Anne , böyle bir sorunumuz yok ki" dedi!
Ve ben bir yetişkin tarafından terslenmiş gibi afallayıp tabi yok ama işte vs diye geveledim lafı..
Diğerinde ise sabah okula gitmek üzere iken " Anne Can'ın evde yalnız kalamadığını biliyorum. Bir sabah ona babam baksın da beni okula sen götür" deyince, bir de orada fena oldum işte. Düşünmüş, çare bulmuş öyle gelmişti..
İşte o düşündükleri umarım içeride bir yerde birikmiyordur..Ve gelecek günlerde başka şekillerde karşılaşmayız onlarla..
Bunlar benim anne endişelerim. Bunları bir kenara bırakırsak, şimdilik bizim evde iki çocuklu hayat bizi çok da dağıtmadan gidiyor.
Bir hafta sonra Arda yeni okuluna başlayacak, yepyeni bir düzene geçecek.Belki o zaman dengelerimiz biraz değişecek ama şimdilik iyiyiz :)

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Ve CanCan doğar..

CanCan hayatımıza gireli 25 gün oldu.
Çok direndim bu sefer erken doğmasın diye, hem minimumda hareket ederek hem de doktorumu iknaya çalışarak bu sefer çok direndim ama olmadı. Benim oğlanlar 36. haftada arıza veriyorlardı. Anlamıştık.
O haftaya kadar çoktan doğum pozisyonu almış, kasıklarıma ve eski sezeryan dikişime baskı yaparak beni zorlayan bebek bir günün içinde ters döndü. En son 35+4 .günde kontrole gidip nst ye girdiğimde -ki günlerden Pazartesi idi- evet çok aşağıda, suyu da biraz az ama bekleyebiliriz diyen doktorum, perşembe günü beni tekrar görmek istediğinde Can kafasını yukarı döndürmüş, aynı abisi gibi kordonunu koynuna, boyun altına almıştı.
Suyunun azalması filan önemli değil dedi doktorum. Ama haftalardır kasıklarını zorlayan, dikişlerini bereleyen bu sıpa olur da makat geliş doğmaya kalkarsa ki, açılmam da vardı, bu kordon yada el ayak sarkması gibi büyük risklere sebep olur. Çok fazla bekleyemeyiz dedi. Baş aşağı dursaydı ve doğum başlasaydı tamamdı, ama böyle olmaz dedi. Küvez çok tatsız bir deneyim, kabul ediyorum ama bu sefer ihtimal çok düşük diyerek biraz olsun hem ikna etmeye hem de empati yapmaya çalıştı.
Bir yerden sonra cevapsız kalıyor insan. Anti-tez üretemiyorsunuz. Arda' nın küvez günleri aklıma geldikçe şişiyordum. Herkesin doktorum dahil tek tesellisi bu bebeğin daha iri olması, ve Arda gibi çok erken haftalardan başlayan sorunlar yaşamamış olmasıydı.
O günkü kontrolden sonra Cuma ve Cumartesi de hastaneye gidip geldik. Nst ye girdik. Belki tekrar döner diye bir umut bekledik. Bu arada akciğer sorunu yaşamayalım diye surfaktan iğnelerini oldum. Ama özellikle Cuma gecesi, hareketleri yavaşlayıp, Cumartesi sabahı da hiç ses vermeyince, erken saatte soluğu hastanede aldık. Artık diyecek sözüm kalmamıştı, Nst de yanımıza gelen doktorum,çok kesin bir ifade ile  siz burdan anesteziye gidiyorsunuz ve Pazartesi sabahı doğum için buluşuyoruz dedi ve konuyu kapadı.
Cumartesi hastaneden çıkışta sabah yatağından kaldırıp uyur uyanık sokağa çıkardığımız sıpamızla kahvaltı ettik. Çocuk işte neşesi bozulmuyor ya kolay kolay, ne güzel :)

Sonraki günü anlamsız bir rahatlık içinde geçirdim. Bence herşey yolunda gidecekti ama gitmezse de bu dünyanın sonu değildi , yaşamış ve görmüştük. Cumartesi günü ve geceyi arkadaşlarımızla geçirdik, Pazar sabahı kuaföre gittim sonra sahile indik. Arda, Demir ve Barış'a doydu, uzun uzun oynadılar. Pazar gecesi ben hariç herkes için çok gergin bir akşamdı. Neyse ki uyku pek güzel bir şey:)
Pazartesi sabahı hastaneye girişimiz ve ameliyathaneye gitmem çok kısa süre içinde oldu. Epidural istemiştim, yanıma her gelen genel mi epidural mi diye soruyordu ve bir an vazgeçmeyi bile düşündüm, yat uyu olsun bitsin diye geçti içimden. Ama yüzünü görme isteği ağır basıyor, yediremedim kendime
Geveze ötesi bir anestezi asistanı beni lafa tutarken, epidural takıldı, bebek hemşiresi ve çocuk doktoru ekibe katıldı, tanıştık ve doğum başladı.
Arda zaten güç nefes alıyordu doğduğunda, ağlayamamıştı bile. Bunun koca sesini duyduğum anda küveze filan gerek olmayacağına emin oldum bir anda. Doktoruma seslenip "bu ağladı!  "dedim ,güldü haliyle..
Birazdan yanıma akça pakça pembe suratlı şeyi getirdiklerinde bu sefer başka bir şokla "aa bu beyaz
"deyince bu sefer herkes gülmeye başladı. Ne de olsa diğeri anne karnından bile esmer çıkmıştı, en
son beklediğim şey beyaz bir oğlandı.
Onlar bebeği kontrole götürdükten sonraki süre zor geçti. Dikişlerin atılması çok uzun sürdü. Sol tarafım ile çok uğraştılar, bana da bebek çıktıktan sonra bir sakinleştirici verdiler, kafam bi dünya, soramıyorum da ne oluyor diye. Ama yattığım yerden tahmin ediyorum ki zedelenen eski dikiş yerim, çook ağrıyan sol kasığım bunlara sebep.
Odaya geldiğimde Çağlar ve annem Can ' ın sağlıkla yanımızda oluşundan rahatlamışlar, anlamsızca gülerek bana bakıyorlardı:)
Benimse aklım Arda'da, okula gitmiş mi, arıza çıkarmış mı, babaanneyi zorlamış mı? Hepsine hayır, gayet mutlu okula gitmişti, daha servise binerken kardeş haberini duyurmuştu.  Ohh bir rahatlama daha..
Şimdi farkediyorum ki, Can'ın kilosu boyu filan hiç umrumda değilmiş o anda. Çok sonra sorup öğrendim, yada söylediler. Sağlıklı, yanımda gerisi boş diye hissettim demek ki.
Ama Can oğlan ben merak edip sormasam da 36 hafta 4 günlükken, koca sesi, koca gözleri, 3126 gr ağırlığı, 50 cm boyu ile ailemizi dört kişi yaptı.

Şimdi sıra ayaklarımın açılmasında, bu beyaz oğlanın emmesinde ve akşamüstü Arda'yı aklım başımda karşılayabilmekteydi..


24 Temmuz 2013 Çarşamba

Bugün tam da..

Arda'nın doğduğu gün..
35+6. günde, içeride susuz kalmış, kordonu iki defa boynuna dolanmış olarak doğmuştu bizim sıpa.. Bir hafta süren ama bana hiç bitmeyecekmiş gibi gelen küvez günlerinden sonra, minicik bir bebekle dönmüştük eve..

Bu noktadan sonrasını bilmiyorum:) Benim ilk hamilelik maceram 35+6. günde sona ermişti. Bu sefer de çok çok uzun sürmeyecek gibi duruyor.

Yoldaki tospanın suyu da biraz az ama en azından kordonunun yerinde olduğunu umuyorum :) O da erkenci olacağının sinyalleri gönderiyor.. Haftalar öncesinden indi yerleşti doğum pozisyonuna. Doğum kanalına o kadar girdi girecek ki artık kafa ölçümünü bile alamıyor doktor. Yaklaşık ölçümlere ve tahminlere göre hemen hemen 3 kg..

Hafif bir açılma var ve yanında çok yoğun bir basınç bir de topallayan bir sol bacak..Yine de bir hafta 10 gün daha kendisini içeride rahat ettirebilir miyiz diye oturuyorum, olabildiğince sakin..

36. haftayı doldurup doğmasına rağmen , 28. haftadan itibaren suyu giderek azaldığı için akciğerleri tam gelişmemiş bir bebekti Arda. Sonraki bir hafta aslında anne karnında geçirmesi gereken kritik bir haftaydı, küvezde tamamladı. Her ne kadar bu seferki hamilelik benzer seyretmese de , insanın içinde bir korku oluyor, aynı şeyleri tekrar yaşar mıyım diye..

NST'nin ne kadar can sıkıcı, bunaltıcı olduğunu unutmuşum..Halbuki 28. haftadan itibaren sürekli girmiştim NST'ye. Pazartesi günü nerdeyse bir saat bağlı kaldım o kuşaklara. Her daim tepişen bebeğin uyuyacağı tuttu, o sakin kaldıkça NST süresi uzadı. Arda'dan temkinli doktorum dibine kadar emin olmadıkça çıkarmıyor beni mauyenelerden. Neden az hareket ediyor, yine mi su kaçağı var dedi, bir de ona baktı, çıkmadı birşey. Yarın sabah tekrar gideceğim göbeğimi o alete bağlatmaya, ama bu sefer kitabımla!

Pazar gecesi sıkı bir can acısıyla uyandım, kalksam kalkamıyorum, yatsam olmuyor. Yavaş hareketlerle toparladım kendimi, beyimiz de bir miktar hareket etti ve rahatladım. Pazartesi sabahı NST sonrasında muayeneye girdiğimde, daha ben olanı biteni anlatamadan olay açıklığa kavuştu. Sezeryan dikişinimin sol köşesinde bir darp var, incelmiş dikiş, darp edildim yani!

Evde yapılacak pek birşey kalmadı, zaten sınırlı ve mütevazi bir hazırlık içindeyiz başından beri. İkincilerin kaderi bu mudur?:)  Dün sabah üzerimdeki tembelliği atıp, artık daha fazla oyalanmanın da saçma olacağına kendimi inandırıp hastane çantası hazırladım.

Arda küveze girdiği için ben hastane odasında bebekle kalmadım hiç, çantaya ne koyduğumu bile hatırlamıyorum, zaten ihtiyacım da olmamıştı. En çok ihtiyacım olan şey pompaydı o günlerde. Bu sefer her ne kadar olumlu hislerle dolup taşsam da , çok birşey koymadım çantaya.

Kendime pijama, gecelik, çamaşır, bebeğe bir çıkış takımı ve iki tulum.. Başlık, eldiven, çorap, battaniye ve omuz bezi.. Gerisi daha kozmetik ihtiyaçlar..Birşey lazım olursa nasılsa evden alınır gelinir diyerek temel malzemelerden oluşan bir çanta hazırladım. Diyorum ya sanki daha çok kalacak içeride gibi bir rehavet var üstümde. Halbuki Pazartesi günü hastaneden suyun gelirse, kanaman olursa, sancın tutarsa tembihleri ile ayrıldım..

Rehavetime rağmen Arda'ya hafif bir girizgah yaptım dün akşam. Biliyor musun bebeğin gelmesine çok az kaldı, bir kaç gece evde uyuyamayacağımı zaten biliyorsun ama bu arada hem anneannen hem de babaannen ve tabii baban da burada olacak, seni de yanıma getirecekler dedim, bıraktım.

O hiç kaybetmediği, bence 5 yaş ürünü olan, heyecanla kendi devam etti.
Çıkacak yani karnından yatağına mı yatacak???
Evet annecim.
O zaman kucağımıza alabiliriz, biraz da ağlar belki ama dimi?
Evet annecim.

Ve bitti :)

Kucağımıza sağlıkla almaktan başka dileğim ve duam yok. Sonrasında Arda'dan yana çok büyük sorunlar yaşamayacağımı hissediyorum, yine de çocuğa güven olmaz, bakarsın bizim ev bir savaş alanına döner, bilinmez:)

Şimdilik ailece sakiniz, umutluyuz.. Darısı tospayı kucakladıktan sonraya..

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Karnı Burnunda Anne Okul Ararken..

Bir rüzgarlı, bir güneşli, bir yağmurlu şu dalgalı havalar öyle iyi geldi ki bana..
Sıcaktan kendimi evin içinde bir köşeden bir köşeye atıyor, klimayı bir açıp bir kapatarak hava ile orta noktada buluşmaya çalışıyordum.

33.haftayı geride bırakırken, bir yandan sıcakla boğuşup, bir yandan ufak tefek hazırlıkları hızlandırırken Arda'nın okul değişimi bomba gibi düştü gündemimize. Oysa ki hiç niyetimiz yoktu böyle bir değişikliğe. Eve bebek gelirken O'nu okulundan alıp başka bir yere vermek aklımızın ucundan geçmiyordu. Memnunduk da halimizden.

Arka arkaya birtakım  değişiklikler oldu okulda. Olmadı, sinmedi içimize.. Bir kaç ay daha izleyelim neler olacak görelim dedik önce ama sonra sene ortası değiştirmek zorunda kalırsak Arda'ya da bize de zor olacağına karar verdik. Üç senedir gittiği okuldan ayrılmak zaten kolay olmayacaktı, bir de sene ortasında olması ihtimalini göze alamadık. Ben de kendimi elimde okul listeleri, bilgisayarın karşısında buluverdim.
Gideceği ilkokulun anasınıfı mı, yoksa özel bir anaokulunun anasınıfı mı, devlet mi, özel mi den başlayan ve gittikçe detaylanan bir sürü soru içinde buldum kendimi.

Bir de zaman kısıtı girdi işin içine. Bebekten önce yapabilirsek bu değişikliği hepimiz için iyi olacak. Bebekten sonrası zaten bir bilinmezlik, bir de yeni okula hepimizin alışması sanki işleri daha da zorlaştıracak.

Hepsini geçtim, araştırıp konuştukça, danıştıkça, darmadağın edilen eğitim sisteminin anne-baba ve çocuğu nasıl bir çıkmaza soktuğunu daha da iyi anlıyor insan. Mevcut ve gelecek nesillerin plansız programsız üzerinde oyuncak gibi oynanan bir eğitim sisteminde salınıp durarak büyüyeceklerini iyice kafama sokmak , belki bir noktada kabullenmek içimi şişirmekten başka bir işe yaramadı.

Çok fazla seçeneğimiz yok. Elde olan seçenekler için de günlük düzenimizde ciddi değişiklikler yapmamız gerekecek. Bir kaç gün içinde karar vermeli, Arda'yı da kendimizi de yeni düzene alıştırmaya başlamalıyız.
Oysa benim hala soracak çok sorum, danışmak istediğim bir kaç kişi daha var. Konu çocuk olunca sorular, soru işaretleri hiç bitmiyor.

Öte yandan yaklaşık iki haftadır evdeyim. 20 li haftaların sonundan beri kendini devamlı hatırlatan sol bacağıma, geçen hafta oldukça şiddetli kasık ağrıları eklendi. Bir önceki geceyi kasıklarımda yüksek bir basınç ve hareket ettikçe canımı acıtan ağrılar ile geçirince dün sabah kontrole gittim. Sıpa oldukça aşağı inmiş, pozisyonunu almış, kafasını sezeryan dikişine dayamış, hissettğim basınç bu yüzdenmiş. Kasıklarımdaki sancılar ise leğen kemiğinin basınç nedeni ile esnemesi sonucu oluyormuş. Az hareket, bol dinlenme ile son haftaları geçirmem gerekiyor. Zaten bu sefer üzerimde kocaman bir ağırlık hissediyorum. Hani derler ya ağırlaştım diye, o ağırlaşmayı iliklerime kadar hissediyorum işte.

O içerde büyüye dursun, ben mecburi işler dışında evde sakin günler geçiredurayım, kafamı okul konusundan daha çok meşgul eden bir şey yok. Konu kendi çocuğun bile olsa, onun adına karar vermek pek zor, üstelik pek yakında kararlarımıza konu olacak kişi sayısı ikiye çıkacak. Tecrübelerimizin bize yol göstereceğini umuyorum :)

11 Haziran 2013 Salı

Geçen günler - 30. hafta

27'den 30'a son üç haftada, bizim evden hastalıklar, arkadaşlar, vefatlar ve gündemin çırpıntıları geçti.
Gezi Parkı direnişinin başlangıcı olan o sıcak cuma gününü evde ateşli bir çocukla geçirmeye çalışıp da akşamına erkenden baygın düştüğüm gece, sabaha karşı, sitenin içinden geçen konvoy ve kornalar ile sıçradık.
O sıçrayış, o sıçrayış işte.. Gerisi malum..
Bütün bir günü ne telefon ne bilgisayar ne de televizyon yüzü görmeden geçirmiş biri olarak benim için olayın patlak verdiği an sabah saat 5'tir.
Sonrasındaki günlerde bir noktada neden akşamları tencere tava çaldığımızı, neden televizyon izlerken öfkelendiğimizi ve neden her zamankinden daha çok elimizdeki telefonlara yapıştığımızı Arda' ya anlatmak gerekti.
Baharda belediye sokaktaki ağaçları budarken salya sümük budamasınlar diye ağlayan bir çocuğa, bir park var ve oradaki ağaçları kesmek isteyenler var, insanlar da buna kızıyorlar ve bu şekilde tepki gösteriyorlar demek zaten çok çok geçerli bir nedendi. Gel gör ki, ona göre bizim balkonumuzdan  çaldığımız davulun , tencerenin sesini o parktaki insanlar duymazlardı ki.. Kendi basit mantığında haklıydı belki de..
Nitekim ikinci hafta devrilirken, gerçekten sesler duyulmuyor, duyulanlar kaale alınmıyor.. Ama hala umudumuz var..
Geçen hafta perşembe sabahı ise bizi bir anda gündemden koparıp alan iki ölüm haberi ile uyandık. Perşembeden bugüne kadar günler cenazeler, dualar, ailenin bir düğünde bir cenazede bir araya gelebilen fertlerinin bir araya toplanması ve dağılması ile geçti.
Aradaki tek iyi şey Canan ve Ozan'ın o sürede burada olması, Deniz kuzunun evdeki kahkahaları ve Arda'nın bu vesile ile hem iyileşmesi hem de bana yapışmaktan vazgeçmesi oldu..
Artık dükkana bile doğru düzgün gidemiyorken, önce dört gün boyunca ateşli haliyle kucağımda uyumak isteyen sıpa -ki benim zaten kulaklarımdan oturduğum yerde ateşler çıkıyor- ardından cenazeler, toplaşmalar, bir de üstüne uykusuzluk ve huzursuzluk.. 30 haftalık bir hamile için biraz fazla oldu..
Her ne kadar daha 10 haftam var gibi görünse de bana bu macera pek o kadar sürmeyecek gibi geliyor..
Ufak ufak hazırlanmaya başladım ama hiç planlı değilim bu sefer..
Aklıma ne gelirse onu yapıyorum ve eminim pek çok şeyi de unutacağım..
Arda artık sormaya başladı, bebek ne zaman doğacak, kaç gün kaldı, kaça kadar saysam doğar? :)
Dün Ela'nın da kardeşi doğmuş diye haber vermemle iyice heyecanlandı. Arada bir karnımdan içeriye sesleniyor, birşeyler anlatıyor..
İlk defa doktora gittik birlikte.. Kalp atışını duyunca çok sevindi, heyecanlandı ama sonrasında bu gri ekrandan pek bir şey anlamadım ben dedi. Bunun üzerine doktor yüzünü görmek için bayağı bir çaba sarfetti ama yine mümkün olamadı. Yine de merakının giderildiği bir doktor ziyareti oldu, tatmin oldu sanki..
Bundan sonrası daha hızlı geçecek..
Gelen günler sağlıkla ve güzel haberlerle gelsin..

16 Mayıs 2013 Perşembe

27.hafta - Kucağımda hala yer var..

22.hafta ve 26.hafta arası nasıl geçti anlamadım.
24.haftada yapılan 100'lük şeker yüklemesi Arda' ya hamile olduğum zamanki kadar vahim çıkmasa da 'dikkat et, yediğine içtiğine bak da ye' deyivermişti.
Daha fazla hareket, daha az üç beyaz dedi doktor ve diyetisyene gitmeme gerek görmedi.
Bu uyarı ile kendime gelmeye başlamışken ve bolca sapıtıp yoldan çıktığım yeme içme şeklimi düzene sokuyorum derken bir sabah balon gibi şişmiş ayaklarla uyandım.
Bir önceki gün ayaklarımda hissettiğim rahatsızlık hissini o gün dükkanda çok fazla ayakta durmama ve hep sandalye tepesinden ayaklarımı sarkıtmama bağlamışken,ertesi sabah poğaçaya dönmüş ayaklarımı görünce aklım biraz karıştı.
Yine de acele etmeyip bir süre bulduğum her fırsatta ayaklarımı uzatmaya çalışarak devam ettim. Gel gör ki ne kadar yatarsam yatayım, ayaklarımı ne kadar havaya dikersem dikeyim o ayaklar eski haline dönmedi.
Bir sonraki kontrolde dedim ki bu ayaklar benim değil..Sabahın 10'undaki kontrolde şiş bileklerimi gören doktorum ise beni doğruca tahlile yolladı tabii.
Daha az üç beyazın yanına, daha çok protein de eklendi diyetime.
Tahlilde ayaklarımın şişmesine neden olabilecek kadar şeker ve protein kaçağı çıkmadı çok şükür ama ilginçtir ki izleyen 72 saat içinde sanıyorum ki tüketmediğim şeker ve hemen her öğünde az da olsa almaya çalıştığım proteinle ayaklarım iniverdi.
İnsan vücudu acayip bir sistem..Eksiğini gediğini bir yerden haber veriyor , anlayana tabii..
Nitekim son bir iki gün öğünlerimi sebze ve meyveye- elimde olmadan- çevirdim ki baktım bu sabah ayaklarım yine benimkiler değil..
Ve 27. hafta itibari ile tam da Arda'yı doğurduğum kilodayım!!
Arda 36. haftada doğmuştu. Böyle bakınca 5 sene önce bu kiloya 2 ay sonra gelmiştim ve doğumdan hemen sonra da o kilonun bir kısmı doğal olarak gittiğinden, bir vücudun kendine fazla gelen kiloyu taşımasının nasıl birşey olduğunu pek anlamamışım.
Fiziksel olarak güçlü ve dayanıklı biri değilim zaten.
Ne çok  fiziksel aktivite yapabilirim ne de zamanında öyle çocuğunu sırtlayıp taşıyabilen annelerden olabildim. Hemen belim boynum eğrilir, çok çabuk yorulurum.
Şimdi de üzerimdeki ağırlığı taşıyamıyorum. Özellikle sol bacağım bana bu gerçeği sık sık hatırlatıyor.Bunun için pek de yapacak birşey yok. Daha çok yürüyüş, ağrıdığında ise daha çok dinlenme..
Bunların hepsi içerideki sıpanın bana etkileri..
Kendisi ise iyi çok şükür.. Oldukça hareketli ve kontrollerde keyfinin yerinde olduğunu söylüyor doktorum.
Evde başka bir çocuk varken insan zaten karnındaki ile çok da ilgilenemiyormuş.
Üzerimdeki ağırlık ve kendini hatırlatan bacak ağrım da olmasa çoğu zaman aklım evde, işte ve Arda'da..
Arda şimdilik heyecanla bekliyor bebeği. En azından öyle görünüyor..
Henüz tek bir çöp bile almadık ama o her an bebeğe birşeyler hazırlama hevesinde. Giysilerini alalım, yatağını alalım vs sayıp duruyor. Henüz erken deyip duruyorum ama hevesini de kaçırmak istemiyorum.
Öte yandan bu sabah kucak kucağa ayılmaya çalışırken, 'Anne artık ineyim kucağından da bebek ezilmesin!' deyiverdi..Fena oldum.
Bir kere bile çıkmadı ağzımdan kucağımdayken bebeği eziyorsun vs gibi bir laf. Aksine devamlı, kucağımda ona hep yer olduğunu söylüyorum, kendisini kucaklayıp taşıyamasamda her fırsatta kucağıma almaya çalışıyorum. Yerde onunla oynayamasam da mutlaka benim de rahat oturabileceğim bir düzenek kurup devam etmeye çalışıyorum.
Ezmiyorsun, ezilmez o merak etme dedim, daha kucağımda çok yer var ikiniz de sığarsınız. Geri geldi çıktı kucağıma tekrar ama o arada dikkati de dağıldı,  gidip tahtasına bir at arabası çizmeye başladı..
Boğazımda yumrukla kalan ben oldum :)
Belki de onlar kendi dengelerini kendileri kuruyorlar zamanla. Biz yada şimdilik ben an azından, hissettiğim suçluluk ve eksik kalma korkusuyla onun dengesini kurmasına engel oluyorum..
Daha bir rahat olmak lazım..
Nitekim sabah Itır ve Arda'nın gönderdiği kitabı okurken, benzer cümleye orada da rastladık 'annelerin kucağında her zaman yer vardır' diyordu. Pek hoşuna gitti. Sanki doğrulandı söylediğim..
Neler olacak, yeni düzen bizim evimizde nasıl kurulacak, yaşayıp göreceğiz..




13 Mayıs 2013 Pazartesi

"Herkes salondaki eşyasını toplasın!" Gaddar anne söylemi mi?

Bir süredir sabahları Arda' ya yatağını toplatıyorum.
En başta bir iki sefer birlikte topladık. Sonra onun "herşeyi kendim yapabilirim" yaşı olduğu için, kendisi toplamaya başladı.
Tabii ki onun topladığı yatak, toplanmış olmuyor..
Ama ellemiyorum.. Zaten çok eciş bücüş olursa kendisi de beğenmiyor.. Bir miktar yardım istiyor hallediyoruz.

Asıl iş onu yatağın başına getirmek.
Bir tek bizim evdeki model mi böyle bilmiyorum ama bir şeyi binbeşyüz defa söylemeden yapması çok ama çok nadir oluyor.
Her sabah kurulmuş plak gibi konuşuyorum, sabah hazırlığımızı yapmamız lazım, önce banyoya, sonra yatağını toplamaya, sonra giyinmeye, sonra kahvaltıya, bıdı bıdı bıdı.. Kendi sesimden nefret ediyorum bazen.
Bu bıdıbıdı seansı kavga dövüş ve bağrışma şeklinde olmuyor ama olsun.
Sabah uyanınca evde dırdırlayan bir anne var işte!
Yazık aslında ne çok sıralı iş var yapılacak, hem de sabah gözünü açar açmaz..
Ama öte yandan babası ile benim benzer sorumlulukları yerine getirdiğimizi görmesini, o yatağını toplamak için debelenirken birimizin yatak odası topladığını birimizin kahvaltı hazırladığını farketmesini istiyorum.
Tembel bir çocuk Arda. Bunu kabul edip, onun ağırlığını, sallanmasını göze alarak, sakin kalmam gerekiyor.
Yatak toplamaktan çok daha çetin bir savaşı salona yayılan oyuncaklar için veriyorum aslında..
Yatak toplamak ve sabah hazırlığı kısmında kavgasız dövüşsüz bir rutine girmiş olsak da salondaki oyuncakları toplama konusunda Arda benden 1-0 önde.
Şöyle ki, akşamları yatmadan önce başlayan oyuncak toplama serüveni, ertesi sabah servis gelene kadar sürebiliyor. Birazdan toplarım, birazını toplayayım gerisini sabah toplarım, çok yoruldum toplayamayacağım.. gibi gibi bir sürü cümle kuruyor.
Hiç birimizin salonda eşyalarımızı bırakmadığımızı, topladığımızı, isterse kendi odasında istediği kadar dağılabileceğini söylediğimden beri de eğer azmedip toplarsa odasının ortasına bırakıyor ve odamı böyle bırakmak istiyorum diyor.
Tamam çocuğum bırak diyorum o noktada mecbur:)
Bu iş böyle sürüp giderken farkettim ki, salondan küçük parça oyuncak toplamamak için onlarla oynamayı bıraktı!
Odasına yayılmak istemiyor, bizimle de oynamasın ama yanımızda oynasın istiyor. Gel gelelim o başında saatler geçirdiği legolar, playmobiller ortada yok. Hatta daha az parçayı toplamak için koca parçalı eski legolarını bile getirdiğini gördüm ki, pes dedim!
Bu tembellik mi yoksa inat mı?
Çocuğumu biraz tanıyorsam bu inat ve ben o inattan giderek daha çok tırsıyorum..
Yani dörtbuçukluk bir cüce sırf benimle inatlaştığı için ve bunu ağlamadan kavga etmeden sürdürebilmek için, keyif aldığı şeylerden vaz mı geçiyor???
Daha önce benzer bir konuda çatışmış olmasak ve bunları kaldıracağım, hafta boyunca oynayamayacağız ihtarımı hiçe sayıp, gerçekten de ortadan kaldırdığım oyuncakları hafta boyunca bir kere bile arayıp sormamış olmasa, inadın da bu kadarı yok artık diyeceğim ama diyemiyorum..
Yatağını toplaması, eşyalarına sahip çıkması, yerine kaldırması ve benim bunları yapmasını rica ediyor olmam bence gaddarlık değil, alışkanlık haline gelmesi için biraz da gerekli..
Ama işi inada bindirip, kendi keyfinden vazgeçiyor olması biraz canımı sıkıyor.. Beni onu keyif aldığı şeylerden mahrum bırakıyormuşum hissine sürüklüyor.
Nitekim bu akşam da yatmaya hazırlanırken gel de halıdaki oyuncakları toplayalım dedim. Şimdi bundan bahsetmeyelim , sabah konuşuruz dedi, iyi mi??
Olur çocuğum sabah konuşuruz..







25 Nisan 2013 Perşembe

Şaşkın Diyaloglar

Arda: Saklambaç oynayalım mı?
Ben: Olur ama beş dakika bekler misin? Ellerim çok kirli..
Arda: Aaaaaa!!! O zaman ben de kendi başıma oynarım!
İç ses: Kendi başına? Olur :)

Arda: Anne, önce sen vardın, sonra bir adam buldun, adını Çağlar koydun, sonra evlendiniz, sonra ben oldum, sonra o da benim babam oldu dimi?
Ben: !!?? O pek öyle değil annecim ama :))))

(Bu diyolog henüz bebekten haberi olmadığı ilk aylarda.. )
Arda: Senin göbeğin neden kocaman? Bebek mi var içinde?
Ben: Evet olabilir annecim.
 (Sessizlik... Düşünür, içeri gider ve gelir..)
Arda: Yok yok bebek değildir o, senin yaptığın yemeklerdir!

Arda: Anne bebek doğunca biz dört kafadar bir resim çektirelim, olur mu??

( Bebeğe isim konusu konuşulurken.. )
Arda: Anne bu bebek zenci doğarsa adı bla bla... olsun!!!
( Zenci kısmından sonrasına dikkatimi veremediğim için adını anlayamadım :)))
Ben: Zenci mi??? :)))  Pek mümkün değil annecim ama sen nerde gördün zenci bebek?
Arda: ipadde..
İç ses: ipadin neresinde var yahu zenci bebek?

19 Nisan 2013 Cuma

22.Hafta ve Taramalar Taramalar..

Bu hafta arka arkaya tarandık, ben ve karnımdaki tospa.

Geçen hafta detaylı ultrasona girdim. 

Nasıl yağmurlu ve soğuk bir gündü..  Nisan ayının 15'ine randevu alırken hiç bu kadar kışı çağıran bir gün olacağını düşünmemiştim. Trafiklerde süründük resmen. Hoş İstanbul'da trafikte sürünmek için yağmurun yağmasına gerek yok ama yağmur yağınca da tadından yenmiyor bu şehir.

Hafif bir kafa karışıklığı ile çıktık oradan.

Genel olarak herşey normaldi ama kalbinde bir minik noktacık, kalsiyum birikmesiymiş, görüldü. Doktor, bunun kesinlikle kalbiyle ilgili birşey olmadığını, tek başına hiç bir şey ifade etmeyeceğini, bunun haricinde de herşeyin yolunda olduğunu, ne şimdi ne de doğumdan sonra ekstra bir tetkik yapılmasına da gerek olmadığını söylemesine rağmen, dönüş yolunun trafiği hem benim hem de Çağlar için bir düşünme süresi oldu. 
Ayrıca bu noktacığın yaşımın getirdiği mevcut ve herkeste olan riskleri artı yada eksi yönde değiştirmediğini, eğer yanında başka bulgular da olsaydı o zaman dikkate alınabileceğini de ekledi. Zaten etkisiz hali yüzünden x1 noktacığı da deniyormuş kendisine.

Neyse ki üzerimdeki karamsar havayı pek çabuk terkettim.

Yolun yarısı geçmişti, şu dakikadan sonra bebeğin sağlığı ile ilgili ne olacaksa olacaktı. Kaçış yoktu, kaçmak isteyen de  yoktu..
İki gün sonra kendi doktorum da aynı yorumları yapınca tamam deyip konuyu kapadım kafamda. İyiyi dilemekten, evrene olumlu mesajlar göndermekten! :) başka yapacak bir şey yoktu. 

Sonra arka arkaya şeker yüklemelerine girdim.
Bunların yüksek çıkacağını biliyordum.
Arda zamanında da gebelik şekerim vardı. Bu sefer üstelik çok hızlı kilo aldım ve benimle birlikte bebek de bir o kadar hızlı kilo aldı. Bunların da şekere bir işaret olabileceğini söyleyen doktorum, şeker yüklemesini 24. haftayı beklemeden yaptırmamı istedi.

İlki neyse de, allahım o 100'lük yükleme denen şeyin berbatlığını ikinci defa yaşayınca hatırladım! Dört saat kolunda açılmış bir damar yolu ile beklemek, o tatlı ötesi sıvıyı içtiğimde midemin ağzıma gelmesinin yanında hiçbirşey değil gerçekten.

Bence hiç yapmasak da olurdu, verselerdi paşa paşa diyetimi ben yapardım:) 
Görünen köy kılavuz istemiyordu da öyle olmuyor işte, neyse bulandım, bir sürü kan verdim ve ortamı koşarak terkettim. 

Haftasonu Aknur, 100'lük yüklemesinde içilen glikoz içerikli şurubun sadece bir simit ve bir limonata kadar şeker içerdiğini söylemişti de şaşırmıştım. Ben de sordum bu sefer :) Gerçekten de öyleymiş. Demek ki masum sanarak yediğimiz pek çok şeyden tahminimizden çok daha fazla şeker alıyoruz. Evdeki sıpayı şekerli şeylerden elden geldiğince korumaya çalışırken, zaten gizli şeker kaynaklarından ihtiyacından fazlasını da alabiliyor olduğunu düşündüm. Tabii bu durumda ben, bu halimle ve yediklerimle hayli hayli fazlasını alıyorum şekerin..
Görünen o ki, yeni hafta bol sebzeli - meyveli bir menüyle geliyor.. Haydi bakalım..

11 Nisan 2013 Perşembe

Dördüncü Kafadar

Hareketlerim yavaşladı.
Çok hızlı kilo aldım, onun istediği kadar hızlı ve esnek değilim..
Kucağıma alamıyorum, yere oturamıyorum..Benimle oyun oynamak için masasını yada sehpayı taşıyor içeriden..Ve demiyor ki anne yere gel..
Arada kızıyor, küsüyor, hırçınlaştığı da oluyor..
Ama çoğunlukla bir sevgi böceği..Öpücüklere boğuyor, devamlı..
Olur olmaz şeylere arıza çıkardığında, hele bir de bu, gün içinde bir kaç kere olduğunda, benim de ses tonum yükseldiğinde, bana ona sarılmak iyi geliyor..  Ona da onu sevdiğimi söylemem..
Test ettim onayladım, böyle..:)
Küçücük kafasında neler kuruyor bilmiyorum.
Bir kardeş eve ne getirir, ne götürür düşünebildiğini sanmam..
Bildiği annenin bir süredir güreşemediği ve çabuk yorulduğu..
Çok fazla anlatmak, bebekten, yeni geçilecek düzenden bahsetmek Arda için doğru yol değil.
Hiç bir zaman çok önceden anlattığımızda olmadı.. İşlemedi bizde o kural..Yaşayarak, zaman içinde hazmederek yol almak hep daha iyi geldi.
O yüzden çok anlatmıyoruz. Sorarsa cevap veriyoruz ki belli aralıklarda soruyor,  geri kalanında normal yaşantımıza devam ediyoruz. Zaten benim yavaşlayan tempom ve evde bebek hakkındaki konuşmalardan o alacağını alıyor. Başkalarına anlatmasından hiç bir detayı da kaçırmamış olduğunu da anlıyoruz.
Büyük hazırlıklar yok henüz, evde değişiklik yok.
Planlarımın arasında öyle büyük değişiklikler de yok.
30. haftaya yakın bir zamanda yatağını değiştirmeyi teklif etmeyi düşünüyorum, kabul ederse ne ala, etmezse başka bir çözüm buluruz elbet.
Öyle de bir rahatlık ve zamana bırakmışlık var üzerimde.
16. haftaya kadar Arda' da hiç yaşamadığım bulantılar ve yoğun bir halsizlikle boğuştuğumdan belki de şimdi 22.haftanın başında ikinci trimesterin getirdiği enerji ve iyilik hali sayesinde pek bir rahat ve huzurluyum.
İstenen ve beklenen bir fasulye bu yoldaki, doğumuyla birlikte evdeki çoğunluğu ilelebet erkeklere bırakmış olacağım ve
Arda'nın dediği gibi ' Anne, şu bebek bir doğsun da bir dört kafadar resim çektirelim! '

1 Şubat 2013 Cuma

Dilek

Tam da şimdi Music Together minikleri "la la la" derken yazmanın tam sırası..
Hello tınılarını hep sevdim, hiç bıkmadım,,
Hele ki o Music Together dersleri vesile olmadı mı bizim Biranda ile bir araya gelmemize ve yola çıkmamıza.. İşte o zaman birinci yaşımızı kutlama yazısının arka fonunda MT olmasından daha doğal ne olabilir değil mi? :)
Bugün tam bir sene oldu, İyi Cüceler'in anahtarını teslim alalı. Şu bilgisayarın başına hiç birşey bilmez halde dikilip, bir cesaret kollarımızı sıvayalı..
O günden beri her sabah kapıyı açtık..
Şu bir senede çok ama çok şey öğrendik..
Yolumuzu çizdik, sınırlarımızı koyduk.
Ne olduğumuzu, neye hizmet ettiğimizi, nerde durmak istediğimizi ve asıl önemlisi ne olmak istemediğimizi artık çok daha iyi biliyoruz.
Bir senenin sonunda kendimize dönüp bakınca sanırım, ben keskin köşelerim ve yanımdan ayıramadığım mantığımla , Biranda da bitmek tükenmez iyimserliği ve enerjisi ile aslında "mümkün değil olmaz" denebilecek bir beraberlik sağlamış olmanın huzurunu yaşıyoruz.
Bir yılın sonunda kalbim en derinden bu hayalin sonuza kadar sürmesini diliyor..
Her türlü sıkıntıya, zorluğa, bilinmezliğe rağmen, çocuk sesinin, kitapların ve müziğin iyileştirici etkisinden asla mahrum kalmak istemiyor.
2012 bize hayallerimizi getirmişti..
2013' ten de aynı performansı bekliyoruz :)
Hayata geçen düşlerimiz yaşasın, yaşlansın..
İyi Cüceler, ismindeki tınıyı, yüzlere yaydığı gülümsemeyi, kapıdan içeri her girenin hissettiği sıcaklığını hiç kaybetmesin..
Nice yaşlarımız olsun! :)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails