28 Aralık 2011 Çarşamba

Palyaço

Keşke boyamasalar yüzlerini çocukların, içinde ne olduğu belli olmayan boyalarla..
Peki bu kadar mı sevinir insan suratı boyandı diye?
Kendimden pay biçince, huylanırdım heralde yüzüme gözüme birşeyler sürseler, ıslak ıslak, soğuk soğuk..
Ben bir an önce yüzünü yıkama telaşındaydım, kendisi ise aynaya bir daha bakma telaşında..
 Biliyorum silme diyecek..
Fotoğrafını çekelim de öyle silelim deyince ikna oldu yüzünü yıkamaya..
Ve tahmin ettiğim gibi kızardı yanakları ve burnunun ucu bir süre :(



25 Aralık 2011 Pazar

Bir Saftirik Oğlan

Kızların cingöz mü cingöz, oğlanların ise çok daha saf ve düz, oldukları gibi olduklarına bir kere daha kani oldum..
Saftiriklik konusunda ise başı kendi oğlum çekmekte.
Bugün bir doğumgünündeydik. 
Anneler ve çocuklar buluşması tadında..
Doğumgünü çocuğu dahil, üç adet 6 yaş civarı, ve bir tane de 1,5 yaşında kız çocuğu ile bir adet 6 , bir adet 3, bir adet de 2 yaşında üç erkek çocuğunu bir araya getiriseniz ne olur? Erkeklerin esamesi okunmaz ama kızlar güne damgasını vurur..
Oynanan bütün oyunlarda, oyunu yöneten, hatta oyuna dahil erkek çocuklarını da yöneten, en çok sesi çıkan, kazanan, kazanamayınca acısını bir şekilde çıkaran ve tüm bunlar olurken kendi aralarında kıyasıya bir rekabete giren cingöz ötesi cimcimeleri izledik bugün. 
Oyunun devamı yada bozulması tamamen  onların arasındaki iç çekişmeye bağlıydı ve şaşkın erkeklerimizin bunu anlama olasılığı yoktu :)) 
Onlar hımm oyun bitti deyip, kendi oyunlarına daldılar, biraz sonra aa yeniden başlamış deyip devam ettiler :)
Şimdi ben anladım ki kızlar, her olayı binbeşyüz yönden görebilme yetisi ile dünyaya geliyorlar. Daha minicikken bile ikili, üçlü ve hatta çoklu ilişkilerde karşılarıdakinin ciğerini okuyup, olayı kendi istedikleri istikamette götürmek için binbir cinlik yapabiliyorlar. Öyle zekice, ortamı öyle iyi tartıp yapıyorlar ki bunu koskaca bir kadın olarak ben dışarıdan bakarken hem nasıl düşündüklerini sezebiliyor hem de yürüttükleri politikaya şaşırıp kalıyorum. 
Altıncı hislerinin gelişmiş olması için büyümelerine gerek yok yani..
Ve bir yandan da düşünüyorum biz de mi böyleydik küçükken, yoksa hala böyleyiz de farkında mı değiliz?
İç seslerimiz erkeklere oranla çok daha kuvvetli, insanlar arasındaki gelgitleri elektriklenmeleri bir erkeğe göre çok daha rahat sezer kadınlar. Kendi aralarındaki rekabet hem var hem yoktur.. Sanki sadece yaşımız büyük olduğu için kendimizi baskılayabiliyor, akıllı edepli uslu davranış nasıl olur onu biliyoruz gibi geliyor bana düşündükçe.. Ama içerideki o içses durmadan konuşmuyor mu bizimle?
Bir seferinde bir cafede, Arda ile aynı yaşlarda bir kız çocuğu Arda' yı her türlü işe koştuğu ve kurallarını tamamen kendisinin koyduğu bir evcilik oyunu kurmuştu. Arda' nın olayın vehametini anlayıp, ama hiç benim dediğim olmuyor bu oyunda demesi epeeey vakit almıştı.
Bir seferinde de Arda' nın ortamdaki oyuncağı elde etmek istediğini sezen cinfikirli bir hatun, oyuncağı bir alıp bir bırakarak bayağı dalga geçmişti bizim cüceyle.. Oyuncağa ulaşması için ciddi plan kurması gerekti sıpanın ama bunu akıl ettiğinde de vakit oldukça ilerlemişti :)
Demem o ki, bugün bir sürü anne miniklerin hem eğlenmelerini , hem de zaman zaman çekişmelerini izlerken, yaklaşık olarak hep aynı sonuca vardık: bu cimcimeler çok cin çok!!




Ortamın küçüğü olarak en çok eğlenenlerden biri Arda oldu sanırım. Ne kışt diyeni vardı, ne de çekeleyeni, aksine yediği önünde yemediği ardında, binbir oyuncağın ve oyunun içinde çok keyifli bir gün geçirdi. 
Gün içinde kendisini pek görmedim ama eve dönüş yolunda bütüün oyunları öğrendim bir bir..
Şapka kapmaca sanırım favori oyunmuş, lak lak ederken benim gibi içerideki cümbüşü kaçıran annelere duyurulur :)



Yemek yemek yemek..

Yemek yemek gündemim olan bir konu değil..
Az yemek yenir bizim evde..
Hani şöyle yiyeceği yemeği hayal eden, canı birşeyler isteyen, onu önünde bulunca iştahla yiyen, yanındakilerin de iştahını kabartan insanlara özenirim bazen..
Yediğim porsiyonlar zaten küçük, sık sık acıkıyorum ama oturup tıka basa yemek yemek benim becerebildiğim birşey değil..
Koca kişisi haliyle benden fazla yer ama hemcinslerine oranla pek zayıftır yemek konusunda.. Uzunca bir süre bizim evde akşam yemeği yenmedi bir dönem, mesela..
Az yiyerek sağlıklı mı besleniyorum(z)? Hayır! Aksine abur cubur, tatlı, çikolata katsayım çok yüksek..
Kocanın da kuruyemiş, cips alanında uzmanlığı var..
Arda' dan sonra yemek düzenimiz ve alışkanlığımız değişti tabii bir nebze, en azından masa kuruluyor, akşam yemeklerinde birlikte oturuyoruz. Acıkmasak da, az yesek de göstermelik yapıyoruz işte birşeyler.
Tabii bazen bizim de canımız hadi şunu pişirelim diyor ama, az işte az..
Yemek yemek Arda için de gündemim olmadı hiç. Çünkü kendisi bizim aksimize oburgillerden (di).. Ağzına verilene hiç hayır demeyen, her gördüğünün tadına bakmak isteyen bir çocuk olarak büyüdü. Benden fazlasını yediği dönemler oldu. Hatta bir dönem onun bu damak tadına düşkünlüğü beni korkuttu. Yaşına uygun olmasa da, her gördüğünü mutlaka denemek istemesi , bizim eve giren yiyeceklere kısıtlamalar gelmesine neden oldu. Yaşından sonra ise normal olarak porsiyonları küçüldü, iştahı azaldı. Yine de yemek yemek konuştuğumuz bir konu değildi. Acıktığında yiyordu..
Şimdi ise bu bilmediğimiz bir konuda çok fena tökezliyoruz.
Okulda sorun yok, önüne ne gelirse yiyor.
Ama eve gelince işler değişiyor.
En sevdiği yemek pilavmış mesela ve her akşam yemeğinde pilav olacakmış. Pilav yoksa yemeyeceğim'ler başlıyor. Tamam yeme demek çözüm değil, sabrımızı deniyor, ama anne ben bu yemeği sevmem, neden pilav yok, neden pişirmedin vs vs vs..
Buna paralel bir 'tatlı bir şey istiyorum' talebi var ki, şu ana kadar acaba şekeri mi düşüyor neden devamlı tatlı bir şey istiyor sorularımı doktor kontrolü ile def ettiğimden, biliyorum ki tatlı bir şey istiyorumun açıklaması: Acıktım ama sunduğun yemekleri yemeyeceğim, benim istediğim yemek olmalı!!
Diyorum ya yemek konusunda çok antremansızım. Peşinden koşmak yada alternatif sunmak, yada ne bileyim konuyu dağıtıp çaktırmadan yemesini sağlamak filan zor geliyor, yapamıyorum.
Yeme diyorum genelde..
Ya bir iki kaşık alıp iniyor masadan, yada inada bindirip neden o yemek yok bu yemek yok polemiğine giriyor benimle..
Nitekim bu akşam da, üstelik sevdiği bir yemek olduğu halde, pilav krizi çıktı. Kriz dediysem bir kaç pazarlık ve nedenli sorular. Bunun sebebi aslında buzdolabında 'gördüğünü sandığı' zararlı neşriyat, ki yanlış gördü üstelik..
Yemek yemiyorsan, bu akşam başka yiyecek bir şey yok dedik ama kendisi şu yaşa kadar bu cümleden bir haber olduğundan, pek idrak edemedi sanırım. Sofra kalktı ve beklediğim üzere onuncu dakikada anne bana tatlı bir şey ver dedi. Yemeğini yemediğin için başka yiyecek bir şey veremeyeceğimi söylemiştim dedim, o anda anladı durumun vehametini.. Binbir pazarlık, biraz gözyaşı.. Kabullendi ve gitti..Gece yatarken gurulduyordu resmen..
Fena hissettim kendimi ama gel gör ki sabaha aç kalktığı için, sorunsuz sayılabilecek bir kahvaltı saati geçirdik..
Yine de keşke aç yatmasaydı...


22 Aralık 2011 Perşembe

Suaygırı eşittir hipopotam

Hep böyle oluyor..
Ne zaman ki bana aynı kitapları okumaktan fenalık geliyor, o zaman kitap yüklenip geliyorum eve.. Nedense pek de sık oluyor bu durum..
Yeni getirdiklerimin başına geleceği de biliyorum alırken:
Yeni herşeye mesafeli yaklaşan cüce önce hepsini birer kez okutacak, ciddi ve bol sorulu bir dinleme yapacak.
Sonra bir kısmını ileriki bir zamanda - nasıl oluyorsa ilgisi depreşiveriyor bir an - işte o ana kadar görmezden gelecek. Aklına yatanları ise akşamları eski aşkları ile harmanlayıp yavaş yavaş okutacak..
Öyle bir gecede iki yeni kitabı arka arkaya okumak, mümkün değil..
Öte yandan da sevdiği kitapların serilerinden haberdar olmaya başladı kendiliğinden. Kitapların arkalarına bakıp, serinin diğer kitaplarının isimlerini okutarak, içlerinden seçmece yapmaya, istediklerini söylemeye ve bunları beklemeye başladı ki, hoşuma gidiyor bu durum..
İşte durum böyle iken dün akşam Mutlu Suaygırı' nı ve Sakar Cadı Vini Uzayda'yı çıkardım ortaya.
Sakar Cadı' ya hasretle sarıldı. Sanki bütün Sakar Cadı serisini biliyormuş da bir bu eksikmiş gibi, arayıp da bulamamış gibi..Acayip bir muhabbet var bu çirkin cadı ile aralarında. Soluksuz okuduk Vini' yi.
Sonra aaa hipopotam anne diyerek diğer kitabı aldı eline.
- Yok annecim o hipopotam değil su aygırı! ( Cahil anne iş başında! )
- Hayıııl o hipopotam!
- Hımm benziyorlar demek, okuyalım mı? (Duruma ayamamış anne ısrarcı! )
- Okuyalım
Bir yandan kitabı kesiyorum acaba gerçekten o bir hipopotam mı, suaygırı ile hipopotam aynı şey mi? Valla da benziyorlar! Banyodaki havlu askısı -ki kendisi bir hipopotam, üstelik mor- aynı bu işte!
Kitapda milyon kere suaygırı kelimesi geçiyor.
Suaygırı olmak istemiyorum yo yo yo! diye söylediği şarkı ise bilmem kaç defa !
Her seferinde anne o hipopotaaam diyerek düzeltmesini ancak minik su aygırının şarkısını seslendirerek durdurabildim. İşin içine şarkı türkü girince akan sular durdu tabii. İçinden şarkının uğruna hadi suaygırı olsun demediyse ne olayım..
Kitap biter anne bilgisayara sarılır ve eveeett suaygırı = hipopotam! sonucuna ulaşır.
Kös kös geri döndüm, kusura bakma annecim evet o bir hipopotammış, suaygırı ile hipopotam aynı şeymiş, sen doğru biliyormuşsun..
Haklı çıktığına mı sevindi yoksa tombul suaygırını mı sevdi bilinmez ama bir aydınlandı yüzü..
İlk defa eskileri ile harmanlamadan yenilerinin arasına gömülüp uyudu..
Anneye ders 1: Çocukla inatlaşma, onun dimağı senden daha zinde,biliyor olabilir..
Anneye ders 2: İyice öğrenmeden çocuğun önüne yeni birşey koyma, önce kendin çalış..




20 Aralık 2011 Salı

Tembel bünyeye faaliyet birebir

Hiiiç bir şey yapmadan oturamam derdim hep, mümkün değil dayanamam öyle bomboş durmaya.. Durabiliyormuşum..
Dünden kalan kafa karışıklığı ve gerginlik yerini pelte olmuş bir 'ben' e bıraktı..
Koskoca gün oturdum..
Oturmaktan totom ağrıdı,,
Sonra kapı önüne çıkıp servisi bekledim.
O arada yağmuru dinen havayı soludum, hah biraz açıldım derken servisin kapısı açılır açılmaz
- Anneeee hediye yaptık biz bugün , sana yılbaşı ağacı, babama da elma yaptım ama yılbaşında vericem,
diye anlatmaya koyulunca cüce, bir de üstüne
- Hadi şimdi ev okul olsuun, ben öğretmen oliyiim, sen de çocuk oooll, sonla faaliyet yapalım,
diye girince eve, o dakikada anladım ki benim oturma saltanatım sona ermiş bulunmaktadır..
Faaliyet, etkinlik, aktivite kelimeleri de okul ile birlikte evimize girip çıkmak bilmemiş, küçücük ağızda pek koca duran kelimeler..
Yok mu daha basit bir anlatı mı, hani boyama yapalım, resim yapalım, kağıt keselim değil, 'faaliyet ' yapalım.. Bir de bu faaliyet kelimesinin içi öyle dolu ki.. Hamurdan tut, elişine, boyamadan tut, dergi çalışmasına kadar herşey bu kelimenin içinde..
Faaliyet yapalım da ne yapalım, üstelik çoook üşeniyorum diye içimden geçirirken çok aramam gerekmedi, malum öyle ha deyince uyduramıyorum bir şeyler. Ayça sağolsun en basitinden yapmış tarifleri, bizim akşamımıza da boyaya bulanmış bir Arda ile bir karton ağaç konuverdi..


Arda' yı temizlerken iyice açıldım ama iyi oldu,,
Demek ki neymiş ?  Tembel bünyeye faaliyet iyi gelirmiş..

Bu sabah


Gri günü aydınlatan bir turuncu şemsiye..




19 Aralık 2011 Pazartesi

Barıştık

Bir heyecan, bir koşturmaca ve bilinmeyenlerin getirdiği hafif bir gerginlikle karışık kalp çarpıntısı var bugünlerde evimizde..
Akşamları ucu hayallere açılan hararetli konuşmalarımızın sonu gelmiyor..
Arda her zaman gördüğünden ve duyduğundan fazlasını hisseder, sanırım tüm çocuklar da böyledir..
Onun topladığı hislerini kocaman kabına doldurduğunu düşünürüm bazen. İçlerinden sevmediklerini ilerleyen bir zamanda ayıklamak ve atmak üzere..
Yorumsuz kaldığı her konuda, cevap vermediği sorularda içeride bir evirip çeviriyordur durumu.. Bir süre, bazen bir kaç gün sonra ya yorumu dile gelir yada süzüp ulaştığı sonucu açıklar birdenbire..
Ama iki hafta önce hiç yapmadığı bir şey yaptı, durduk yere ama gerçekten durduk yere ağladı.
Aynı gün içinde bir tanesi uydurma bir sebep göstererek olmak üzere, bir kaç defa, sebepsiz ve apansız..
Şaşırdım (k), arkadaşlarımız şahittir ki ilk anda anlamadık ama aynı günün akşamı açıklaması kendi ağzından geldi:
 ' Anne hani ben çok ağladım ya bugün, siz hep konuşuyorsunuz, benimle ilgilenmiyorsunuz , öyle diye ağladım!'
Onunla ilgilenmemek? Mümkün mü bu?
Her sorusuna cevap vermek, davet ettiği oyunlara iştirak ediyor olmak, sohbet etmek.. Bunların hiç biri ilgilenmek olarak algılanmamıştı demekki. Günlük temel ihtiyaçlarını tabii ki saymıyorum.
Oyunlara iştirak ediyoruz tabii ama kafamız orda mı?
Ona cevap verirken aklımız uçuş uçuş başka yerlerde değil mi?
İsteklerini yerine getirirken aynı zamanda binbir türlü tilkiyi dilimizde ve kafamızda dolaştırmıyor muyuz?
Evet bunların hepsini yaptık ve o küçücük haliyle buna içerlemiş, bir de sonra toparlamış ve açıklama getirmişti..
İstediğimiz kadar anlatalım, paylaşalım, sarılalım, öpelim, mıncıralım, oynayalım o içeride az biraz hızlı atan kalbimizi hissediyor işte..
Yaptığı açıklamadan sonra özür diledik kendisinden. Zaman zaman anne babaların konuşması gereken yada ilgilenmesi gereken bazı konular olabilir ama bundan sonra bu konuşmaları onun oyun saatinde yapmayacağımızı söyledik, bize sabrettiği için de teşekkür ettik.
O günden bugüne elimizden geldiğince ona ait zamanlardan kendimize çalmadık..Bizim heyecanımızı kafasında somutlaştırması için gereken malzemeleri sağlamaya çalıştık..
Ve sanırım barıştık ..  :)
Bu ay Meraklı Minik' in girdiği her evde yapıldığı gibi bizde de geyikli kurabiyeler yapıldı ama yenmedi..


12 Aralık 2011 Pazartesi

Kat Karıştır - Yap Yakıştır

Masal ve hikaye canlandırıyor musunuz siz de?
Bazen masalın içine girip, herhangi bir karakter olup, bazen de dışında durup her bir karekteri ve ortamı yaratarak?
Bu yeni oyun ve son günlerde görmeyi en çok sevdiğim kareler bunlar işte..
Farklı oyuncakları bir araya getirip, karıştırarak oynamakla başlayan sürecin ( tren istasyonu yapmak için başka bir oyuncağı kullanmak gibi ), bu kadar keyifli bir yere varacağını düşünmemiştim..
Sakar Cadı Vini' nin Doğumgünü Mizanseni
Kalemler: Çimenlere bırakılan hediyeler
Dikdörtgen ve çıkıntıları: Bahçedeki labirent
Kuleli Platform: Zıplama Kalesi
Lego Adamlar: Kuzen Püskül ve Marmelat Dayı
Yerdeki Korsan: Korsan
Hamurlar: Pasta ve diğer yiyecekler
Kadraja girmeyenler: Sakar Cadı Vini ( bir el kuklası ) ve kedisi Vilbur (lego kedisi)

3 yaşın kıpır kıpır zihninin ürünleri benim 33lük hantal beynimi de zorla, dürte dürte hareketlendiriyor ya , ben onu seviyorum asıl..


7 Aralık 2011 Çarşamba

Mim diye birşey vardı değil mi?

Gerçekten mim diye birşey vardı, daldan dala konardı, bazılarını okumak hem güzel hem eğlenceli olurdu.. Böyle birşeyin varlığını bile unutmuşken Her Telden mimlemiş beni, benim takipsizliğim sonucunda bir de üşenmemiş haber vermiş sağolsun. Bunca uğraşa cevap vermemek olmaz:
Kural 1: Mimi bir ödül kabul edip teşekkür ediyoruz ki, hatırlanmak güzel şey gerçekten,,
Her Telden, pek çok teşekkür ederim :)
Kural 2: Kendimizle ilgili 7 gerçek neymiş, onları döküveriyoruz ortaya..
Hadi bakalım..
1- Bir kere tahammül sınırının çok üzerinde endişeli biriyim. Her an herşeyden endişe edebilirim, abartıp, gözümde büyütüp, içimde şişirip patlayacak gibi olurum.
2- Fazla gerçekçiyim. Hayaller, ihtimaller, hele ki iyi ihtimaller bana pek uğramaz. Son senelerde tekrar hayal kurabildiğimi farkedip, düşüncelerimi daha çok serbest bırakmayı öğrendim ki artık herkesinki kadar olmasa da benim de kurduğum hayallerim var, çok çabalıyorum bu konuda, gerçekten :)
3- En yakınıma bile kolay kolay kendisi ile ilgili soru soramam, çekinirim, özeline fazla burnumu sokmuşum gibi gelir. Konuşmak isterse konuşsun diye beklerim ve bazen onlar da sormamı bekler, aynı benim de bana sorulmasını beklediğim gibi.. Derdimi sıkıntımı sorulmadan anlatabilmeyi çok isterdim..Bu konuda çıkmazdayım yani..
4- Yaratıcı ve oyuncu bir anne değilim, hiç olamadım, hep kopya çekiyorum oradan buradan ..
5- Çok sabırlıyım. Dostlarımın haddinden fazla sabır gösterdiğimi ve tepki vermem gerektiğini söyledikleri zamanlar çok olmuştur. Umarım başkaları için gösterdiğim o sabrı oğlum için de gösterebiliyorumdur..
6- Az konuşur, çok dinlerim. İş hayatında çok yararını gördüm. Özel hayatımda azıcık daha çok konuşsam fena olmaz..
7- Herşeyi almaktan vazgeçip yerine kitap alabilirim. Kitap konusunda maymun iştahlıyım. Herşeyi okumak isterim, birini bitirmeden ötekine başlar, birinin sonunu diğerinin başına bağlarım, yine de hiç bir şey okumamışım hissinden kurtulamam.
Hadi 8. de benden olsun, sosyal medya konusunda pek bir kabiliyetsizim, şu blogu günü gününe yazabilsem o bile yeterdi aslında..
Eğer gerçekten vaktiniz olur ve de canınız da isterse Itır, Yeliz, Evrim ve Nilay ( hoş Nilay' ın konseptine pek uymuyor ama :)), siz de üç beş birşeyler karalarsınız belki?..


4 Aralık 2011 Pazar

Yeni Yıl Ruhu



Kafasına bir şapka, beline bir kuşak takıp, önüne de zürafadan geyikleri katıp yeni yıl ruhunu bu sene ilk o getirdi evimize..
Hiç aklımızda yokken, durduk yere koydu önümüze..
Kendine baca bile yapınca içine kaymalık, bu cüce noel babanın kafası pişmesin o aba gibi bereyle diye annesi bir şapka buldu ona en acilinden..
Şimdi uyuyor kendisi, çocuklara yeni yıl hediyesi kitap verecekmiş, öyle karar vermiş..
Ama bir kaç tane kutuda bebek yada kedi de olabilirmiş..
Artık kime düşerse o kutular, şimdiden hepsine mutlu, umutlu yıllar :)



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails