28 Mart 2012 Çarşamba

Funny Mat

Bu şeffaf resimli padin adı Funny Mat.
Bunun gibi minikleri, bir de kocamanları var. Baykuşlusu, kedilisi, evlisi ve daha başka başka birşeylisi diye devam eden bir seri. Dilediğinizce boyayabilir, yada masa üstünde parmak boya, hamur vs. gibi oyunlarda koruyucu olarak kullanabilirsiniz.
Gazlı kalemle, yani bildiğiniz keçeli kalemle boyuyorsunuz, sonra yıkıyorsunuz, sonra bir daha boyuyorsunuz..
Böyle bir döngüye girince çıkması zor oluyor ama eğer sıpanın kendi kendine güvenli olarak yıkayabileceği bir düzeneğiniz varsa, boyamaktan çok yıkamayı seveceğini, boyaların üstünden akmasını seyredebilmek için tekrar tekrar boyayabileceğini evdeki tecrübeye dayanarak söyleyebilirim..
Hatta bu akşam biz bu dinozorlarla duş yaptık, varın gerisini siz düşünün :)







22 Mart 2012 Perşembe

Kutuplar, Dünyalar, Diyaloglar, Diyaloglar..

- Anne bugün ne?
- Salı Arda' cım.
- Öyle değil. Hani Bugün, yarın diyoruz ya. Bugün nasıl bir şey?
- Hımm.. Hani sabahları güneş doğuyor uyanıyoruz, sonra akşam olunca güneş batıyor uyuyoruz ya, işte sabahtan akşama kadar geçen süre bugün..
- Tamaaam, anladım :) ( ve yeni bir şey öğrendiğindeki kesik gülüşler..)
( Tabii ki söylediğim doğru bir tanım değil, ama o an için geçmişte olan her olayı dün olmuştu diye anlatan bir çocuğa yetecek kadar doğru gibi geldi bana )
------------------------------------------------------------------------------
Yemeğin sonundaki tatlıyı yemek uğruna, lokmaları çiğnemeden yuttuktan ve tatlısını da fazlasıyla yedikten sonra, gözü hala geri kalan tatlıda,
- Onları kim yiyecek anne? ( kalan tatlıyı gösterir )
- Ben yiyeceğim, baban yiyecek...
- Ama sen yemeğini bitirmedin daha anne ( ki evet yemeğim tabağımda olduğu gibi duruyordu ), tatlı yiyemezsin !
-------------------------------------------------------------------------------
Salih amcası Arda' yı kızdırır. Yaptığı puzzle'ı bozar ve yeniden yapamıyormuş gibi yapar. Arda devamlı parçaların doğru yerini göstermekte ama sözünü dinletememektedir, sonunda patlar:
- Aaaa! Bir dakika izin ver, ben bir yapayım sen de seyret , öğrenirsin böylece, tamam mı?
Salih Amca:  Yok ben kendim yapmak istiyorum.
- Sabrediyorum, ama yapamıyorsun!!
diyerek puzzle ini toplar ve gider..
--------------------------------------------------------------------------------
- Anne noel baba kimin babası?
- ??? Bilmem ki sence kimin babası?
- Bence karların bir de geyiklerin!
--------------------------------------------------------------------------------
Benim için uzun sayılacak bir süre süren penguen takıntısı yerini kutupları ve kutup hayvanlarını meraka bıraktı.( Her ne kadar penguenler arada hortlasa da!!.. )
Ancak durum sadece kutupları merak etmekle sınırlı kalmıyor. Dünya resmi, fotoğrafı yada dünyaya benzettiği herhangi bir şeyi gördüğü anda çok seviniyor. Anne bak dünya, kutupları nerede? diyerek konuya giriyor.
Bir ara kutuplara gitmek istediği ama gidemeyeceğimizi anlattığımız, bunun üzerine ağlamamak için kendini zor tuttuğu bir kaç gün yaşadık. Şimdi ise olayı daha geniş ama daha kafası karışmış şekilde devam ettiriyor.
-Anne ben uzaklara gitmeyi çok severim biliyor musun? ( konuya giriş için yol yapmak buna deniyor )
- Öyle mi anneciğim?
- Evet mesela kutuplara gitsek?
- Annecim kutuplar çok uzak ve çok soğuk, gitmemiz mümkün değil.
- O zaman dünyaya gidelim?
- Arda' cım dünyadayız zaten.
- Ama kutuplar da dünyada , bak burda kutup yok?
- Annecim dünya çok ama çok büyük. Biz dünyanın bir ucundayız, kutuplar başka bir ucunda. Göremeyiz ki..
- Burası dünya değil anne dışarısı.
- Arda' cım hepimiz dünya gezegeninin üzerinde yaşıyoruz.
- Dünya nerde peki? ( ve başa sarar..)
- Uzayda Arda' cım.
 (vee hatlar iyice karışır..)
Ama sanırım yavaş yavaş kafasında bir resim oluşmaya başlamış olmalı ki, bugün 'burası da Dünya mı ?' diye sormaya başladı. Buradan Demir' e sesleniyorum, gel de bir anlat arkadaşına durumu ne olur be kuzum? :))






20 Mart 2012 Salı

Biz de kışı böyle uğurluyoruzdur umarım..

Bir baktım taslaklara devamlı bir şeyler yazmışım yarım kalmış. Birikmiş de birikmiş.. Yine de onları tamamlamaya değil de yeni baştan yazmaya gitti elim..
Hasta sıpa biçimsiz bir saatte uyuyunca,  bu gece nasıl geçecek diye düşünüyorum kara kara..
Hiç bu kadar çok ateş düşürücü kullanmamıştık-m.
Bebekti, derdini anlatamıyordu,biz de kendi psikolojik sınırımızın sonuna kadar dayanıyorduk ilaçsız. Ama serin tülbent ama ılık duş bir şekilde idare ediyorduk, dayanamadığımızda ilaç verdiğimiz de oldu. Öte yandan iki kıştır nerdeyse hiç hastalanmadı ki Arda. İki kışta toplam iki griple sıyırdık derken Pazar gecesi davetsiz misafir geldi.
Ama gel gör ki, 38,5' u gördü mü ateş, başlıyor mızlamaya, anne ben kendimi kötü hissediyorum diyor, koca adam gibi.. Üstüne bu sefer bir de karın ağrısı, baş ağrısı da girince, ilk defa bu kadar çok ilaç verdim Arda' ya.
Bugün öğlene kadar kuru ateşti, neyse ki öğleden sonra bir burun akıntısı peyda oldu, ben rahatladım. Sevmem sebepsiz ateşi..
Anne kucağı ilaç yerine geçiyor sanırım dedim bu hastalıkta..
Koskocaman oldu, artık ayakları dizleri sığmıyor ki kucağıma..Ama her türlü pozisyonu reddedip, ben sığarım anne sen merak etme demiyor mu, dönüyor, debeleniyor, yatıyor bir şekilde..Kopsa da kolum ağrıdan, susuzluktan ölsem de, yada pek bi fena sıkışsam da oturuyorum öyle işte koltukta.. Kucağımda bir sıpa..
Tükkan da kaldı tabii öyle, hoş tek başıma idare etmiyorum ama olsun.. Ayça sağolsun geldi, Biranda zaten iyi ki, iyi ki var.. Yine de şu güneşli iki günde orada olmak isterdim, kapı önü güneşine oturmak isterdim en azından..
Sabahtan beri tek lokma yemediğinden, öğlen uyanınca top gibi makarna buyurdu beyimiz. Makarnayı bahane edip dışarı çıktık, yoksa istemiyor çıkmak dışarı, pek bir halsiz. Neyse beğendi kendisi top gibi makarnayı, yedi, tıkındı, ateşe yeni düştü uyudu erkenden.. Bu gece uzun olacak belli..
Mutfak masamız miniminnacık, yine de nedense hep orada yapmak istiyor her ne yapıyorsa.. Üstelik oturduğu tabure rahatsız, dengesiz bir de.. Kendi masası boyamak içinmiş (masayı boyuyor bu ara ), salon masası yemek için, mutfak masası herşey için..
Yarın sabaha sözüm var, mutfak masasında boya karıştıracağız kocaman kaplarda.. Biraz uyuyabilirsem fena olmaz çünkü yarın hem gün hem de boya karıştırmaca çook erken başlayabilir bizim evde :)





12 Mart 2012 Pazartesi

Van Gogh ve Tülbent Sakal





Pearson Yayıncılık' ın beş kitaplık ressamlar serisinden ilk olarak Van Gogh ve Ayçiçekleri' ni okurken, eğer olur da içi ısınırsa Van Gogh' culuk oynayacağını adım gibi biliyordum, beğenmezse de bir daha yüzüne bakmayacağını.. 
Bir süre önce kendi yaptığı resimleri beğenmediği için ağlamaya ramak kalan hallerine çözümü nasıl buluruz diye düşünürken, Evrim bu seriden bahsetmişti. O sorunu biraz bu kitaplardan uzaktan uzağa feyz alarak, biraz da kara tahtaya çiz - beğenmezsen sil yöntemi ile çözdük, unuttuk gitti. Van Gogh' u okumamız ise bundan bayağı sonraya rastladı.
Van Gogh evimizin sevilen bir ferdi bir süredir. Kitapla tanıştıktan hemen sonra Van Gogh Alive sergisi açıldı. Güzel rastlantıydı :)
Bu haftasonu sergiyi de 'izledik'. 
İzledik diyorum çünkü gezmek için değil izlemek için tasarlanmış bir nevi gösteri gibiydi. Salonun dört bir yanına - zemin dahil -  yerleştirilmiş perdelerden eş zamanlı olarak Van Gogh tabloları hareketli bir şekilde akıyor, görüntülerin bazıları minicik bir ayrıntıdan başlayıp tablonun bütününe doğru giderken, bazılarında bütünü görüp, resim üzerindeki bazı şeylerin bir anda hareketlendiğine şahit oluyorsunuz ve sergiyi dolaşmak yerine olduğunuz yere çöküp etrafınızda uçuşan tabloları izliyorsunuz.
Hal böyle olunca, bir de sergi girişinde, Ayçiçekleri ve Yıldızlı Gece tablolarını dev boyutlarda görünce, Camille' in babasını uçuşan tabloların arasında yakalayınca bizim sıpa coştu. Bir süre sonra ben salondan çıktım, O hala içeride ama ben daha izliyorum diyerek babasını oturtmaya çalışıyordu.

Kitaplara gelince henüz sadece Van Gogh ve Ayçiçekleri ile Claude Monet ve Sihirli Bahçesi' ni edindik. Bunlardan başka aynı seride Picasso ve Atkuyruğu Saçlı Kız,Degas ve Küçük Dansçı, Leonardo ve Uçan Çocuk kitapları var. 
Monet aynı ilgiyi görmedi Arda' dan ama ben onu da beğendim. Metni biraz daha uzun, hikaye azıcık daha yavaş.. Bu da şimdilik sevmemesi için yeterli bir neden zaten. Ve renkler tabii, Van Gogh' un sıcacık sarısı, canlı resimleri daha ilgi çekici, akılda kalıcı sanırım..
Bu serideki kitapların içinden bir de CD çıkıyor. Hikayeyi ve ressamın özgeçmişini bu CD' den de dinleyebiliyorsunuz.    
CD' li ve sesli kitapları sevemedim ben ama hızla çoğalıyorlar. 
Arda'nın göz ve kulak aşinalığı kazanmasına gelene kadar asıl ben bilmediğim bir sürü şey öğrendim bu kitaplardan. İşte bu yüzden CD' lerine rağmen önerebilirim bu seriyi ve gidebilirseniz sergiyi..




9 Mart 2012 Cuma

Bana da kitap okunsun istiyorum

Hani olur ya, bir kitapçıya girip herşeyi okumak ister insan. İster ki bir anda hepsini hepsini okuyabilsin, dolabilsin.. O hissiyat burada geçer sanmıştım, geçmedi..
Çocuk kitabının yetişkin için ayrı bir çekiciliği var. Kafamın dopdolu olduğu anlarda çocuklar için yazılmış şeyleri okumak, yada bir Hello çalmak iyi geliyor mesela bana. Bu biraz da benim cinsliğimden kaynaklanıyor.
Çok zaman oldu ki, ağlak, hüzünlü, karamsar şeyleri okuyup seyredemiyorum. İçim kaldırmıyor. Daha doğrusu yoruyor beni bunlar.. Eskiden seyrettiğim filmleri seyredemiyorum mesela.. Fazladan kalbim çarpıyor, fazladan üzülüp, fazladan heyecanlanıyorum.. Aynı şey son zamanlarda kitaplara da oluyor.. Bir çırpıda nefes almadan okuduğum kitapları, şimdi konu çıkmaza girdiğinde, karakterin başına hoş olmayan şeyler gelecekse mesela, gidişattan belliyse bu, yok okuyamıyorum..Bir bakıyorum kitap içinde ayracı ile kalmış bir köşede..
Böyle söyleyince garip oluyor ama duygu yoğunluğundan kaçmak denebilir sanki buna..
İyi de hayat her zaman sakin, her zaman durgun, tekdüze de olmuyor ki işte. Öylesi de çekilir miydi bilinmez zaten..
Adrenalin sevmemek de denebilir belki, yada ödleklik. Üzülmekten, heyecanlanmaktan korkmak..
Uzunca bir süredir kaçakları oynuyorum yani..Hafif şeyler okuyup, seyredecek bir şey bulamıyorum.
Okuyasım geldiğinde de burada dükkanın içinde otur, al işte sana milyon tane kitap, hikayesinden romanına, referans kitabına kadar (üstelik öyle içini şişirecek cinsten de değiller), önüne ne gelirse oku gibi bir lüksüm yok. Çalışıyoruz sonuçta :)
O lüksü kullanan kişi, bizim evin cücesi..
Buraya girdiği anda devamlı bize kitap okutturmanın peşinde..Bildiği bilmediği ne varsa, yeter ki ona okuyacak birileri olsun..
Baba, anne, anneanne, dayı, Biranda, Cenk Abi.. Kimi yakalarsa ona okutturma peşinde.. Ve son hamlede böyle İyi Cücelere çocuğu ile gelen bir babaya bile okuttu ki, o babaya müteşekkirim :)
Acaba içinde ayracı ile kenara birikmiş kitaplarımı da bana birisi okusa, bu kaçak halimi atar mıyım üzerimden :)



7 Mart 2012 Çarşamba

Seslerle Dans


Bunları görünce bayıldım..Gördüğüm yer de milyoncu..
Uzunca bir süredir harflerle, daha doğrusu seslerle fazla mesai yapan oğlumun hoşuna gideceğini düşündüm.Sepetin içinden bütün alfabeyi toplayasım geldi.
Ama iyi ki toplamamışım çünkü eve elince fark ettim ki harfler birbirine düz olarak takılmıyor. Örneğin Arda yazdığınızda  - hangi yönde dizdiğinizin önemi yok - D harfi mutlaka ters duruyor.
Milyoncuda satılan şeyden bir beklentim yok, böyle bir şey evimizde hiç olmasa da olur ama bunları hangi amaçla olursa olsun alan hiç kimsenin işine yaramayacak yüzlerce tahta harf yaptıklarının farkındalar mı acaba.. Neden yaptığımız en ufak işten en büyüğüne kadar mutlaka bir yerinde özensizlik gösteriyoruz onu merak ediyorum.
Arda 'D' harfinin ters olmasından pek hoşlanmadı.
Önce anlamadı, sonra bir iki defa dizmeye çalışırken anne bunda bir gariplik var dedi, anlatınca da benim anlattığımı bana sattı ve ama ters duruyor bu diyerek bir kenara atıverdi.
Sesler çok önemli Arda için.
Bir şeyin sesi, onun görüntüsünden, tadından diğer her türlü özelliğinden daha belirleyici kafasında.. Ona verilen her türlü ritmi tutmak, şarkıların içindeki enstrüman seslerini ayırd etmek, şarkıların ilk bir kaç saniyesinde hangi şarkı olduğunu anlamak sevdiği ve kendi sürecinde geliştirdiği oyunlar..
Şimdi bunlara harfler eklendi.
Hadi şu harf ile başlayan kelimeler bulalım oyunlarına şimdilerde yine seçtiği harf ile bitenleri bulmacalarla devam ediyor..Ama diyorum ya öğrendiği yada bildiği şey harf değil. Ne şekli ne yazılışı ilgilendiriyor onu..
Onu ilgilendiren sesi..Hatta o kadar ki, elindeki kitapta karşılıklı duran iki penguene bakarak, anne keşke seslerini duyabilseydim o zaman hangisi anne hangisi baba onu anlayabilirdim, diyecek kadar..
Bıkmadan usanmadan kitap okuma ve okutma halleri de bununla ilintili geliyor bana.. Ve doyuramadığımız, ne yapsam, nasıl yapsam diye düşündüren ingilizce aşkı da..Dagıl dugul uyduruk kelimelerle ingilizce konuşuyor. İngilizce kitaplar okumamızı istiyor, kulaklarını dört açıp dinliyor, sonra o ne demek bu ne demek soruları başlıyor.. Hatta kendi kurduğu oyunlarda bile zaman zaman kendi dilinde ingilizce konuştuğunu duyuyorum son günlerde. Ve galiba kendisinden başka herkesin ingilizce anlayabildiğini sanıyor :)
Bir tek 'R' leri söyleyemediğinin farkında, bununla çok eğleniyor.. 'R' ile başlayan içinde bol 'R' geçen kelimeleri söyleyip söyleyip , söyleyemiyorum anne diye gülüyor ve işin özünde farkında olmadan diline alıştırma yaptırıyor..
Tüm bunlar yüzünden ve bir de Yapıncak' ı her gördüğünde gözlerinden beliren aşk yüzünden, bir dönem aradan sonra tekrar gideceğiz MusicTogether' a. Şimdilik onun seslerle dansına yapabileceğimiz katkı bununla sınırlı kalıyor. Eğer ki bu aşk bitmezse o zaman seslerle oynayabileceği başka yollar göstermek boynumuzun borcudur.




2 Mart 2012 Cuma

Ve konumuz, silah..

İki akşam üstüste ben odada yokken aynı söylem:
'Baba, bugün öğretmenim ne anlattı biliyor musun?'
'Ne anlattı?'
'Bazen çocuklar güzel olmayan oyunlar oynarlarmış, o oyunlarda silah olurmuş. Silah oyuncak değilmiş, silahlı oyunlar da güzel değilmiş. Silahla oynamamak lazım, ben de oynamıyorum ya zaten.'
Ben silahı hala nasıl olduğunu anlayamadığım bir şekilde öğrenmiş olmasına ve ben avcı olayım mı anne şimdi, silahlarım var ama onlarla sadece böyle dolaşıyorum diyerek, bir nevi beni de avutarak oyun  kurma çabasına fazla tepkiliyim heralde ve 'Bizim evimizde silahlı oyun yok', çıkışım çok sert olsa gerek ki, öğretmenin telkinini iki seferdir benim olmadığım anlarda babaya iletiyor.
Öte yandan her zamanki gibi bizim değil öğretmenin anlattığı çok daha etkili oluyor..
Silah mevzuunun bu şekilde kapanmasını diliyorum içimden, sanki kapanacak gibi de duruyor..
Bu tatsız konunun içime su serpen tek tarafı öğretmeninin konuyu ' kötü çocukların oynadığı oyunlar' şeklinde değilde çocukların bazen ' güzel olmayan oyunlar oynayabileceği' şeklinde anlatmış olması,,
Ne de olsa çocuğun kötüsü olmaz - davranışın kötüsü olur ve bizim elimizde de an itibari ile düzeltilmesi gereken bir adet var..


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails