28 Ocak 2010 Perşembe

Karda Taksi Maceraları

Taksi macerası 1, günlerden Pazartesi:
Kar yüzünden sitenin içinden çıkamayınca arabam , Çağlar işe bırakıyor beni, akşam da taksi ile dönmem üzerine anlaşıyoruz. Akşam üstü saat 4 plazayı kapatıyorlar dışarıda deli divane kar yağıyor, taksi durağını arıyorum " arabalardan haber yok ablaaa" diyor durak. Yola çıkıyorum, bir sürü boş taksi, her durdurduğum yolcu almıyorum kenarda bekleyeceğim diyor!!! ??? Nasıl yani?
Yarım saatlik bir arayış sonucunda pes ediyorum, koca gelip beni kurtarıyor..

Taksi macerası 2, günlerden Salı:
Sabah Çağlar kolay taksiye binebileceğim bir yere bırakıyor beni, çünkü evin oradaki durak da arabalarını kaybetmiş, her nasılsa..Bir araba buluyorum ama kanı deli akan şöför illa ki ara sokaklara giriyor, illaki kar tepelerinin üzerine çıkıyor. Nedir derdiniz diyorum lastikler kara alışsın diyor!!!???
Akşamına iş yerine yakın duraktan yine aynı ses araba olmadığını söyleyince ben yine düşüyorum yollara, bu sefer beni kurtaracak kimse de yok, koca tüm gece çalışacak çünkü.. Tam 45 dakika karda araba arar mı bir insan? Arıyorum. Artık ümidimi kesmiş, evi yakın bir arkadaşıma gitmeyi, oradan evi arayip bakıcı teyzemize durumu anlatmayı ve çıkmamasını söylemeyi planlarken tam önümde biri iniyor taksiden ben atlıyorum arabaya. " Abla ben karşı şöförüyüm, geri döneceğim" itirazlarına göğüs gerip kendimi, eve bir nevi zorla getirtiyorum..

Taksi macerası 3, günlerden Çarşamba:
Sabah yine durağı arıyorum a-aaa bu sefer araba var ne ilginç :) Giriş kattayım, camdan taksiyi görüp kapıya yöneliyorum, botlarımı ve montumu giyene kadar taksici defalarca kornaya basıyor. Neden basıyorsunuz kornaya? Sabah uyuyan var hasta olan var diyorum. Doğru mu geldim anlamak için diyor!!!???  Ben de bir sorun var heralde. Aynı dünyada yaşayıp aynı dili konuşmuyoruz taksicilerle kesin!
Ya sabır çekip biniyorum arabaya, yine uça kaça geliyoruz işe. Adam yarı belinden nerdeyse camdan sarkmış diğer taksilere korna çalıp sohbet ediyor yol boyu. Akşamına gözüm yemiyor bir taksi macerası daha , koca yine kurtarıcı..

Peki bir sorun bu şehirde toplu taşıma yok mu? Var ama benim için yok, sanırım bir tek bu şehirde aynı yakadaki iki semt arası toplu taşıma aracı yok. Toplu taşıma ile gidecek olsam 2 ila 3 vasıta değiştirmem gerekiyor, saatlerimi alacak. Halbuki o kadar vaktim yok benim , evde sıpa, bu tarafta iş bekler..

Peki bir sorun oturduğum semt bu kadar mı dağ başı da günlerce benim arabam kara gömülü kalıyor? Hayır Çengelköy' de oturuyorum. Arabamı temizliyorum ama gelin görün ki bir mahalle kadar büyük inişli yokuşlu Ata 2 sitesinin sokakları temizlenemiyor nedense, insanlara evde oturun yada yürüyün çamurlarda deniyor bir nevi, ben de arabamı yerinden çıkaramıyorum.

Velhasıl anlamıyorum anlayamıyorum...

25 Ocak 2010 Pazartesi

12 tane daha var diyor annem, inanasım gelmiyor..


Süt dişleri 20 adetmiş, henüz bizde var 8. Daha 12 tane var diyor annem, sabır diyor..

2'şer 2' şer çıktığını farzetsem, 6 kere daha bu suratları görüp, birşey yapamadan bekleyeceğiz öyle mi?

'Ama acıyor anne , şu sopayı boğazıma kadar sokasım geliyor' manasındaki vızıltılarını sineye çekip şaklabanlığa devam edeceğiz demek.

Hoş geldiniz küçük azılar, büyük azıları da bekleriz bir dahaki sefereee...

 

24 Ocak 2010 Pazar

insan yavrusu kardan korkar mı?

Korkarmış :)

Önce yavaş yavaş karlara basar ama ellemeyi reddeder, sonra önce esen rüzgara kızar, sonra da yüzüne gelen kar tanelerini bahane ederek ağlarmış :)

Onu karla tanıştırmaya çok hevesli baba biraz daha uğraşır, ağlamayı dindirir ama suratındaki mutsuzluk ifadesini silemeyince hadi eve dermiş,,

Anne evden çıkmadan hemen önce bin kat giysiyi giydirirken heder olduğu için, fotoğraf makinesine davranacak enerjiyi bulamadan kar hikayesi sona erermiş :)

Eve geri giren küçük canavar ise kazanmış olmanın mutluluğu ile bugün de evdeki hakimiyetini ilan edermiş..


19 Ocak 2010 Salı

Geçmiş olsun Haiti, hiç geçmeyecek ama, geçmiş olsun..


Bugün anca içim dayandı Haiti depremi ile ilgili haberleri okumaya. Kaç gündür kaçıyorum bu haberlerden. TV yi kapıyorum, gazeteleri okumuyorum, radyoda kanal değiştiriyorum.

Yardım kampanyalarına ulaşmak için bugün annnca içimi sağlam tutup bir bakındım. Yine adeti 5 tl den SMS ler , banka hesap numaraları,, Öyle de uzak ki, yardım malzemesi toplamak ve göndermek filan pek mümkün değil.. :(

Hepsi gider, hepsi az yada çok yerini bulur yapılan yardımların , ama gidenlerin yerini hiç bir şey tutmayacak, akıllarından, hatıralarından hiç silinmeyecek yaşananlar. Yaşayanlar hep hatırlayacak, ekrandan, uzaktan bakanlar ise çok yakında bir gün gelecek, unutacak olan biteni.

O bölgenin en fakir ülkesinde, yeniden inşa edilen binalar acaba bu sefer sağlam olacak mı? Bundan sonra okullarında anlatılacak mı deprem ve nasıl korunulacağı? Hastaneleri, okulları yeniden inşa etmeleri, hayata dönmeleri ne kadar zaman alacak? Döndükleri hayat bir öncekinden daha sağlam olacak mı? İnsanoğlu bu sefer, biraz da olsa ders alacak mı?

Umutsuzum..

Olan bitenin korkusu uzun yıllar boyunca o minik çocukların içinden çıkmayacak, kurtarılanlar kurtarıldıklarına mı sevineceklerini, kaybettiklerine mi üzüleceklerini bilemeyecekler. Daha çok acı çekilecek de işte, dünya dönüyor aynı hızla ve hep aynı yöne, günler hızla akıp geçiyor. Bir tek bu felaketi yaşayanlar göçüp gidene kadar bu dünyadan, hatırasını taşıyacaklar bu felaketin. Onlar da tükenince yeryüzünden, sadece arşivlerde bir haber kalacak Haiti' ye ait :

"7.0'lık depremle 1 dakika boyunca sarsıldı Haiti"

14 Ocak 2010 Perşembe


Bugünlerde elimde iki kitap var.

1- Andersen Masalları


Çocukken aynı seriye ait üç kitabım vardı. Andersen' den Masallar, La Fontane Masalları, Ezop Masalları. Serinin adını hatırlamıyorum, pembe çerçeveli kapaklarını ve fablları hatırlıyorum daha çok. Bu kitabı görünce de dayanamadım,aldım. Okul öncesi için ağır tasvirleri var, şu anda tahmin edemediği biraz daha büyük bir yaş aralığı için uygun olabilir. Ama benim ve benim gibiler için çok uygun :)

Şimdi kendime her akşam bir masal okuyorum :)

2- Freud' a Ne Yaptık da Çocuklarımız Böyle Oldu  - Catherine Mathelin




Otorite ve Zorbalık bölümünden:
 
"Ana baba otoritesi gereklidir, toplumumuzun bu gerçeği hatırlatmakta yetersiz kalması hastalık belirtisidir. Çocuğa saygı göstermek aynı zamanda ona sınırlar ve yasaklar koymak demektir. Çocuğun isteği göz önüne alınır, ama aynı zamanda, isteğinin gerçekleşmesinin neden o anda olanaksız yada sonsuza kadar yasak olduğu ona açıklanabilir. Bir isteğin varlığını kabul etmek ona boyun eğmek demek değildir. Çocuklar otoriteye duydukları ihtiyacı çeşitli şekillerde belli ederler. Şiddet yada saldırganlık göstererek yanıt vememiz her zaman yanlış olacaktır;ancak onlara bir yanıt vermemiz de gerekir.

...
Bir çocuğu eğitmek, yeni şeyler keşfedebilmesi için hayatının farklı dönemlerinde bazı şeylere izin vermemektir....Aşırı hoşgörü bir tür kötü muameledir; çocuğun büyümesini engelleyen, yapılması gerekeni yapmama tarzında bir kötü muamele..

Ona hayır dendikçe çocuk gelişme gösterir ve yeni olanaklar önüne serilir. Ancak ret yada yasak onu asla küçük düşürmemeli , gülünç duruma sokmamalıdır."
...
Bir çocuğa bir şeyi yasaklamak kişinin kendisinin de o şeyden vazgeçebilmesini gerektirir. Bir çocuğu anlık bir zevkten yoksun bırakmak için kendimizi de o zevkten mahrum edebilmemiz; çocuğumuzun bizi tatmin etmek için değil aksine bizden ayrılmak, bizi eleştirmek ve bağımsız yaşamak için var olduğunu kabullenmemiz gerekir. Ana babasını hiç eleştirmeyen bir çocuk onlara yapışır kalır ve büyüyemez."

11 Ocak 2010 Pazartesi

Babaanne ve dede burada, bizdeler. Çağlar bu hafta yok diye geliverdiler. Pek iyi ettiler elim kolum dinleniyor :) Arda ilk defa ben varken başkasını tercih edip dedesine gidiyor. Bazı insanlarda şeytan tüyü oluyor cidden. Ailedeki tüm çocuklar pek severler babamı. Hiç biri dede, enişte vs demez ismi ile seslenir. Nedendir bilinmez.. Çok da farklı davranmıyor çocuklara hatta tahammül sınırı zorlanıp kaçtığı anlara şahit olduk ama çocuklar ondan kaçmıyor işte. Ona yapışıyorlar aksine.

Cumartesi sabahı dedeyi azad edip babaanne ve Arda ile Barış' ın doğumgününe gittik. Barış da artık 1 yaşında :) O hep küçüktü ya, sanki hep küçük kalacaktı gibi. Oysa hepi topu 2 ay küçük bizimkilerden ama olsun, küçüktü ya işte :) Barış 1 yaşında deyince şimdi kulağıma dolu dolu geliyor ama gözümde hala küçük tospacık. Pek yakışıklıydı Barış kuzu, doğumgünü güzel ve kalabalıktı. Oğlanların hepsinin burnu tıkalı hepsi bir nezle arifesindeydiler ama keyifleri yerindeydi genelde. Demir' in de keyifsizliği uykudan uyanınca geçti, şenlendi ortalık.



Arda' nın her tabağa mamaa diye gitmesi , herşeyden yemek istemesi, hele bir ara yeşil şekerle kaplanmış A harfini kemirmesi, yeşil yeşil olması.. Nerden bilsin Evrim Teyzesi Arda'nın onu hüpleteceğini :) Hepsine verdi bir harf halbuki..Herşeyin bir ilki vardır değil mi? :)

Pazar sabahı spora gittim, gittim ama nedense bu hafta çok fena döndüm, hala her yerim acıyor. Spor dönüşü Arda ile dışarı çıktık, ufak bir market alışverişi sonra park. Boyuna posuna bakmadan çocukların peşinden gidiyor sıpa. Onlar topa koşuyorlar bu da koşuyor, sanki koşabiliyormuş gibi. Bir heyecan bir çığlık anlatamam.

Ah yine hayıflanıyorum neden yok bu haftasonu makinemm.

Bitti gitti haftasonu, önümüzeki haftasonuna anneanneyi de bekliyoruz festivale :)

 

Unutmamak Adına : Son Durum :)

14 ayımız bitti. Unutmamak adına ;

Tembel tospa benim gözümde dün itibari ile yürüyor. Çoktandır ayaktaydı ama elimize yapışık, parmağımıza sarılı geziyordu. Emeklemeyi reddediyor ama o tek parmağı tutmadan da ben giderim demiyordu. Dünden beri aynı odanın içinde artık canlı hedef aramadan dolaşıyor. Odanın dışına çıkmıyor, çıkacaksa o tanıdık parmağa mutlaka sarılmak istiyor hala. Daha bir süre daha sarılsın istiyorum çünkü tahmin edileceği üzere çok düşüyor :( Genelde popo üstü ama çok düşüyor.. Şu günlerde elimde fotoğraf makinem olmadığına yanıyorum. Haftasonuna belgeleyeceğim inşallah..

Anlamlı olarak söylediği toplasan 4-5 kelime var. Bunlar dışında devamlı bir şeyler anlatıyor. Çenesi kalabalıklaştı ama anlayabilene..

Bütün komutları anlıyor, yerine getiriyor.

Yemeğimi kendim yiyeceğim itirazları baş gösterdi. Kaşığın üstüne alamazsa yemeği eliyle tutup kaşığın üzerine koyuyor ama ağıza giderken düşüyor tabii :)

Kitaplara olan ilgisi birdenbire arttı. Kitapları getirip önümüze koyuyor, genelde de hep aynı hikayeyi istiyor.

Giyinip soyunurken üzerindekileri çıkarmaya yada kendi giymeye çalışıyor. Özellikle çorap ve ayakkabılarını..

Ayaklarında gözle görülür bir düzelme var. Sol ayakta pek bir şey kalmadı, sağ hala biraz yamuk basıyor ama 2 ay oncesine göre çok çok farklı.

Küçük nesneleri ağzına götürmeden oyun oynama safhasına ulaştık. Bu tip şeyler ilgisini çekiyor ve uzun sürelerle oyalanabiliyor.Fasulyeleri eli ile bir kaba toplamak, içine bir şeyler doldurduğumuz şişe ve kavanozları sallayıp seslerine gülmek, sonra içindekileri illa dışarı çıkarmak..
( Kendime not: Yeni bir şeyler bulmalıyım, bu aylarda ne yapılabilir.. )

Alt değiştirmek bir kaçma kovalamaca oyunu, tutarsan değiştirisin :)

Koltuktan, yataktan iniyor ama çıkmayı denemiyor, biliyor sınırlarını  :p

Bütün kapaklar kapanmalı, herşey yerli yerinde olmalı diyerek yerşnde olmayan eşyaları gösteriyor, becerebiliyorsa alıp getiriyor, her türlü kapak yerine takmaya çalışıyor.

Müzikte el çırpmak yeni keşfi,,Nay nay yapıyor işte :)

Küpler vs diyeceğim ama düşünüyorum onlar bayadir dizip bozuyoruz zaten..

Aklıma geldikçe eklenecek..

9 Ocak 2010 Cumartesi

Anne Nerde? İşteeeeee

Arda' nın yaklaşık 8-9. aylarından beri bir sabah ritüelimiz var. Uyandıktan sonra biz evden çıkana kadar olan süreyi mutlaka bizle geçiriyor. Birlikte kahvaltısını hazırlıyoruz, giyiniyoruz, hazırlanıyoruz. Birlikte teyzesini karşılıyoruz. Kapı önünde tam biz çıkarken teyzesine teslim ediyoruz ve gözden kaybolana kadar el sallıyoruz.

Başlarda el sallayan taraf sadece bizdik, giderek bir oyuna dönüştü. Yeni taşındığımız evde bizi arabaya binene kadar da çok rahat gördüğü için ve artık o da el sallayarak karşılık verebildiği için bu tam anlamıyla bir oyun oldu.

Haftasonları da sabah saatlerinde bizi kapıya götürüp hadi git de el sallayalım imalarında bulunuyor, cama gidip bize dişarıyı gösteriyor ve el sallıyor, artık oyunu geliştirdi öpücük gönderiyor.

Yani bizim çok kısa bir süre haricinde öyle anne arkasından ağlama durumumuz olmadı. Evde bacaklarıma yapışık, onun göz hapsinde yaşıyorum ama evden çıkarken arbede yaşamıyoruz. Amaa gel gelelim " Anne İş' te" kitabındaki şu paragraf bir kaç gündür aklımda dönüp duruyor.

Bizim ritüel mi işe yarıyor, yoksa biz bu bağlanma mevzuunda sınıfta mı kalıyoruz diye düşünmeden edemiyorum.

"Üç yaşından önce çocuk, annesi gözünün önünde değilse, varlığını sürdürmekte olduğunu kavrayamaz. Annesi gözünün önünde değilse, annesi yoktur ve bir daha da olmayacağı kaygısına kapılır. Annenin yokluğunun anlamı çocuk için yaşamın sonudur. Ölüm duygusu ile eşdeğer bir içsel korkuya neden olur. Çocuk etinden et koprarılmışçasına ağlar. Bu ağlamayı durdurma çabaları boşunadır ve bir işe yaramaz. Ağlamanın gerekçesi vardır ve olması da doğaldır. Hatta olmaması anormaldir. Bu anneye bağlılıktır, bağımlılık değildir. Yani annesinin ardından ağlayan bebek, ilerideki yaşamında  da annesine bağımlı olacak diye endişe edilmemelidir. Aksine, bu dönemde gelişmesi beklenen anneye olan bu bağlanma, yetişkin dönemde güvene dayalı bağlılıkların temelini oluşturur. Eşe arkadaşa duyulan bağlılıkların temelini yaşamın ilk üç yılında gelişen bu bağlılık oluşturur. Üstelik lisan dahil olmak üzere bu yaştaki öğrenme mekanizmaları anneye bağlanmanın zemininde gerçekleşir.
                                                          Anne İş' te - Prof. Dr. Sabiha Paktuna Keskin"
zaman sen istediğinde akmaz da böyle uzar uzar ya.. için şişer şişer bir kocaman balon olur her an patlamaya hazır. Sonra birden bitiverir, sonu geliverir, o koca balon da iniverir ya birden.. Öyle işte.. Oh be :)

6 Ocak 2010 Çarşamba

Dünden beri patlıyorum küçük küçük, bum bum bum!



Durduk yere mi sinirlendim?  Hayır..

Bir süredir devam eden "hı-hıı" lar, söylediklerımin anlattıklarımın yarısının unutulması..Hepsine gülümseyen,  iyi niyetine sonuna kadar güvenen, tamam bir dahakine o zaman diyen ben.. Sonra bumm!!! Delirdim dün akşam,burun dolmuş, nefes sıfır, keyif yerinde ama el burunda, banyoya gidip bir iki harekette temizlenen burun, rahatlayan Arda..Burun damlası arıyorum yok, her zamanki yerinde değil, hiçbir yerde değil.. Açıyorum teli bulamadım diyorum nerede olabilir, ee ben onu damlatmıyorum bir tane daha var ya onu kullanıyorum diyor karşımdaki ses!! Deriiiiin bir nefes..Kapatıyorum teli, evdeki bütüüün diğer damlaları toplayıp doğru çöpe..Tek bir damla kalacak ortada ve tek bir krem, ben nasıl teslim ediyorsam öyle geri alacağım bu çocuğu, bir burun temizlemek bu kadar mı zor, söylenmelerim arasında bana şaşkın şaşkın bakan bir çocuk ve bir adam..

İyi niyetinden, sevgisinden, özeninden hala şüphem yok, kendince en doğruyu en iyiyi yapmaya çalıştığından..Allah bin kere razı olsun diyorum hep, emeği çok, daha da olacak belki ama ben arada deliriyorum.. Başkası olsa da delirecektim belki. Anneanneler babaannelerle de başka sorunlar olacaktı.

Ama ama ama..

Ben nasıl bıraktıysam öyle almak istiyorum. Söylediklerimin unutulmamasını istiyorum. En ufak ayrıntının atlanmamasını istiyorum çünkü başka türlü takip edemem, hakim olamam, huzurlu olamam,, Başka da hiç bir iş istemiyorum, ne temizlik ne yemek ne derleme toplama hiç bir şey.. Sadece temel ihtiyaçları zamanında ve tam karşılansın, merakı örselenmesin, sevgiyi ve ilgiyi hissetsin istiyorum. Bunu anlatmak bu kadar zor olmamalı, anlamak da öyle..

Sabaha pek sakinleşmemiştim :(  Bu öfke patlamasına Çağlar' ın yola çıkacak olması da eklendi biliyorum.. Sabah konuştum tek tek anlattım istediklerimi sakince, bir kere - bir kere daha.. İşe geldim, evde bir de temizlik var bugün, sonra aynı "gerzek-sakin" tavırla temizliğe gelene yaptıklarını ve yapmadıklarını anlattım, derin nefeslerle.. Akşam oldu , hala patlayacak gibiyim eve gidip aldığım derin nefesler işe yaramış mı göreceğim..

4 Ocak 2010 Pazartesi

Berk gitti, gitmeyecekmiş gibiydi, gitti, yakındır Evrim ile Demir kuzuyu göndermemiz. Neden böyleyim ben? Olmamış gibi davranıyorum, olmayacakmış gibi.. Dillendiremiyorum, söyleyemiyorum, ne üzüntümü ne sevincimi.. Kocam da üzüldü sanırım, " gitti mi şimdi " dedi, "gitti " dedim, konuşma bitti. Halbuki başka bir şeyler söyleyebilmeyi isterdim, kendine, kuzuya, Evrim' e iyi bak diyebilmeyi, çoook mutlu ol diyebilmeyi, dönüp gelin mutlaka ama diyebilmeyi..En azından bunları diyebilmeyi isterdim..

Yeni bir hayata başlayacaklar, yepyeni,  çok güzel günler yaşarlar umarım..Biliyorum çok uzakta değiller, biliyorum ki her gün haberlerini alacağım ama olsun, burada oldukları gibi olmayacak..İnsanoğlu ne bencil hep kendini düşünüyor, bana tabii ki aynı olmayacak hiç bir şey ama onlar için çok çok çok daha başka, çok daha yeni ,çok daha zor bir başlangıç..

Üçünüz için de en iyisidir dileğim, her aralıkta her fırsatta yanlarında olabilmektir içimden geçen.. Daha neler neler geçer de , geçer işte..

Öyle tatlı öyle cici bir motivasyon aldım ki yeni yıl yapmak istediklerim listeme ..Çok sevindim çok çok çok mutlu oldum, inceliklerine, uğraşlarına,, Dileklerime küçük birer başlangıç yapıp koymuşlar kutunun içine, üstüne de yazmışlar ne için olduğunu :)) Tekrar tekrar teşekkür ediyorum :) Bu kıpkırmızı güzel kutu hep sizden güzel anılar taşır umarım içinde..



Oğlum da kutunun sadece kitap kısmı ile ilgilendi :) Açtı açtı kapadı sayfaları çevirdi.. sonra da sanırım çok kalınmış deyip bıraktı :))



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails