30 Mart 2010 Salı

Seminerden bende kalanlar..

  • Çocuk yetiştirilmez yetişir. Çocuk kendi potansiyeli ile dünyaya gelir ve bunu geliştirmek için çabalar.
  • Bizim ona kazandırdığımızı düşündüğümüz insani eğilimler aslında çocuğun içinde vardır. Toplumu, çevresini izleyerek bunlara işlerlik kazandırır, uyum sağlar. Buna normalleşme süreci diyoruz.
  • Hareket etmek, özgürce dolaşabilmek çocuğun en önemli eğilimlerinden biridir. Kısıtlanmamalıdır. Çocuk yetişkinin isteği ile oturup kalkmamalı, yetişkin çocuğun hareket isteğini engellememelidir.
  • Dil kazanımı ve konuşma önemli bir aşamadır. Çıkardığı her ses konuşmaya bir adımdır. Onunla onun dilinde konuşmak önemli. 
  • İlk altı yıl duyuların hassaslaştırılması için önemli bir süredir. Bu süreçte çocuğun minik objelere dokunması ve ilgi duyması engellenmemelidir. Minik objeler ile vakit geçiren ve merakını gideren çocukların ileride ayrıntılı, detay gerektiren işlerde başarılı olma şansları artar. El becerileri gelişir. 
  • İşaret parmağı ve orta parmaktan beyne giden direk bir yol vardır. Farklı yüzeylere dokunmak, maddeleri dokunarak da tanımayı öğrenmek önemlidir. Çocuğun dokunma duyusunu körelterek ileride temizlik takıntılı, yağlı, pütürlüi tozlu yüzeylere dokunamayan insanlar yetiştirme şansımız yüksektir.
  • Çocuklara sosyalleşmeleri için doğal ve sağlıklı ortamlar yaratılmalıdır. Günlük hayatın içindeki süreçleri görerek ve katılarak öğrenmeleri içselleştirmelerini sağlar. 
  • Çocuğa kendi kendine öğrenmesi için ortam ve fırsat yaratılmalıdır. Öğrenme isteği örselenmemeli, onun istediği zamanda, onun talep ettiği bilgi sunulmalıdır.
  • Gerçek dünyayı onların boyutlarına getirdiğimizde, kendine güvenli, merakı süregelen bireyler yetiştirme şansımız çok yüksektir. Çocuk kendi boyutundaki bir çevre ile kendini oraya ait hisseder. Yetişkini taklit ederken kullandığı araç gerecin kendi boyutlarına uygun olması gelişimini olumlu etkileyecektir.
  • Montessori mataryelleri konsantrasyon yeteneğinin gelişmesi aşamasına önem kazanır. Mataryeller  tek bir hedefe yöneliktir. Her mataryel tek bir duyunun gelişmesi için tasarlanmıştır. 
  • Çocuk meşgul olmak ister. Oyun ile meşguliyet farklı kavramlardır. Çocuğun amacı meşgul olurken ihtiyaç duyduğu gelişimi sağlamaktır. Onu meşgul ederken bu amacı gözden kaçırmamak gerekir. 
  • Oyuncakların çocuğa ne kattığı önemlidir. Çocuğun ilgi duymadığı oyuncaklar ya gereksiz zor yada gereksiz kolay olabilir. Bir oyuncağı kırmakta içini dışına çıkarmaktaki amaç acaba ben bununla daha başka neler yapabilirim olamaz mı?
  • Çocuğu iyi gözlemlememek, meşguliyeti esnasında konuşarak ve müdahele ederek öğrenme sürecini bölmek yaptığımız en önemli hatadır. Her hatasını düzeltmek, hareketlerine yada yapmaya çalıştığı şeye sözle ve hareketle müdahele etmek, dikkatinin dağılması bir yana o aktiviteyi bir daha denememesi ile bile sonuçlanabilir. Sessizlik çok önemli..Çocuk için sonuç değil, süreç önemlidir.
  • Çocuğun onuru ve gururu kırılmamalıdır. Hataları onun önünde ve hata yaptığı anda düzeltilmemeli, eğer gerekliyse başka zaman doğrusu gösterilmelidir. 
  • Yaptığı hatanın sonuçlarını görmek ve düzeltmek için çabalamak, cezadan çok daha öğreticidir.
  • Çocuğa içinde özgür olabileceği sınırlı alanlar yaratılmalıdır. Hiç bir özgürlük sınırsız değildir. Sınırsızlık kontrolsüzlüğe neden olur. Çocukların sınırlandırılma ihtiyacında olduğunu unutmamak gerekir. Çalışma alanını sınırlamak ( masa üstü, tepsi içi  vs gibi ) de bu başlığa girer.
  • Montessori masalı yasaklamaz, sadece 6 yaşına kadar hayal gerçek ayırımı olmadığı için anlatılan masallardaki öğeler iyi seçilmeli iyi ve kontrollü masallar anlatılmalıdır.

29 Mart 2010 Pazartesi

Bugünlerde bizde bunlar moda


Son günlerde favorimiz bu 32 kartlık memory oyunu. Biz memory oynamıyor eşleştirme yapıyoruz, bir hayvan seçip ' Bu bir aslan, diğer aslan nerede?' diye soruyoruz. Sonra oturup o hummalı çalışmayı izliyoruz. Kutu aranıyor taranıyor diğer aslan bulunuyor ve ' Vıcıbıcı' gibi bir şey söyleniyor :)

Hayvanları azaltıp işini kolaylaştırmayı denedim ama hayır o bütün kutunun içinden aramayı tercih ediyor. Ve her gün başka bir hayvan favorimiz. Bugünlerde gergedan mesela :))



Bir diğeri ise dokun hisset kartları. Bizde sadece renkler ve şekiller kutusu var. Onu da yedik bitirdik diyebiliriz. Her bir nesneyi ve renklerini buluyoruz. Kutuyu defalarca doldurup defalarca boşaltıyoruz ve uçurma resmine hayranız. Hiç birşey yapamazsa kutuyu bir anca etrafa saçip içinden uçurtmayı bulup minik çığlıklar atıyor. Hiç de uçurtma görmedi halbuki şimdiye kadar. Bu bahar göstersek mi acaba? :)

23 Mart 2010 Salı

Evdeki şempanze

Ben bu şempanze benzetmesine bayıldım.
Harvey Karp' ın Mahallenin En Mutlu Yumurcağını okudum bir çırpıda. Güle eğlene arada Çağlar' a da özet geçerek..
Çocuğun yürümeye başlaması ile gelişimindeki en büyük adımı attığını söyleyerek yürüme çağından itibaren sınıflandırmalar yapmış. 12-18 ay arası dönemde o bir şempanzedir diyor :)
'Elleri serbest kaldığı andan itibaren dokunabildiği herşeye dokunur, biraz konuşabilir ama fazlasını anlar, ses tonu, el işaretleri ve yüz ifadeleri ile iletişim kurar. İçinde bulunduğu dakikayı yaşar ve yaptığınız her şeyi taklit etmeye çalışır.'
Nasıl net bir özet :) İşte budur, evdeki durum, hayatımızdaki hareket, bizim evdeki taptatlı şempanze budur:
Aklımda kalan bir diğer nokta da kitabın 'Hayır' döneminin ilk sinyallerini 15 ay civari verdiği ve iki yaşına kadar bunun artarak devam ettiğini söylemesi. Biz bu direnişleri 2 yaşından sonra beklerken ve istemediği en ufak bir harekette çığlık kıyamet ağlamalarına, isteklerinin yerine getirilmesine sabır gösterememesine, her dediğinin o dakika yerine gelmediğinde tepinerek tepki göstermesine anlam veremezken , şimdi bunların birer öncü olduğunu bilmek ve bu dalgalar karşısında sağlam durmak gerektiğini hatırladım..
Okurken çok eğlendim, diğer dönemlerimizi yaşarken dönüp dönüp bakacağım eminim ..

Bu haftasonu,


Salıncakta çok eğlendik,
Kaydırakta daha çok eğlendik,
Çiçeklere çok şaşırdık,
Bütün şaşkınlıklar bitince de aylak aylak dolaştık..
Pek iyi geldi pek, hava da , bahar da, uzun günler de pek iyi geldi bize..

19 Mart 2010 Cuma

..

Alyamaya'nın Esra'sı  mevsimlerdenroma' yı okuyorum demiş. İyi ki de demiş, bakınca sevdim. Meğer ne çok insan okuyormuş :)
Hani diyorum hazır gömleklere de sığmışken bu işin peşini daha mı sıkı takip etmeli? Ne yapmalı, ne etmeli?

16 Mart 2010 Salı

Bu sabah..

İş üstünde yakalanmak böyle oluyor işte :)

15 Mart 2010 Pazartesi

Özet

Yeni girdim eve, yorgunluk ve uyku akıyor gözlerimden ama gün bitmesin henüz. Kendim için de bir şeyler yapmalıyım değil mi? Yazmak gibi, okumak gibi ..
Kuzumu özledim, yetişemedim uyumuş..
Yorgunum ama kötü geçmedi günüm,
Sabah İlkay ve kurabiyesine sevindim. Tanışmıyoruz ama çok üzülmüştüm tatlı kurabiyenin hastalığına, haftasonu gündemim olmuştu. Pek sevindim geçmiş bitmiş..
Demir kuzu annesi 'Olur mu ? ' diye sorunca  'Oluuuyyy' demiş ki dudaklarını hayal edebildim, sabah sabah pek bi neşelendirdi beni..
İş güç çoktu ama sohbet ve kahkaha da çoktu, iyi geldi pazartesi pazartesi..
Haftasonu kitaplığı ve banyo dolaplarını düzeltmiştim, aklıma geldikçe sevindim, deli miyim? :)
Sabah kaaç zamandır üstüme olmayan tüm gömleklere sığınca hangisini giyeceğimi şaşırdım, şaşkınlık sevinç birbirine karıştı, yaşasın yarına düşünmeden birini giyebilirim:))
Babasını hiiç üzmeden uyumuş oğluşum, yetişemesem de içim rahat etti duyunca..



Arada saçmalamak ve ilgisiz cümleler kurmak da iyi geliyormuş, sevdim bunu :)

10 Mart 2010 Çarşamba

Bir Çocuk..

Bu sabah uyanamanın verdiği ağırlığı bir öksürük krizi ile bertaraf etmiş , tıkalı burnum ve kulaklarımla, Arda kucağımda otururken, onun meme emmesini ve televizyona arkası dönük olmasını fırsat bilip bastım kumandanın düğmesine. Kendi derdimize dalıp dünyadan bir haber kaldığım suratıma çarpıldı. İlkokul çağlarında bir çocuk bir enkazın altına girmeye çalışıyor , orada durmaya, orada oturmaya çalışıyor. Kimbilir neyi kimi bırakmış orada?
Kucağımdaki güzelliğe, başımın üstündeki çatıya hatta tıkalı burnuma bile bin defa şükrettim ama gözümün önünden de gitmedi O' nun çırpınışı.
Başka zaman olsa kerpiç evlerden girer İstanbul' da hala onarılmayı yada yıkılmayı bekleyen binlerce hasarlı binadan çıkardım ama bu sabah o çocukta kaldım. Daha ötesine gidemedim,, Ama o çocuk kalmasın orda, aklından da anısından da silsinler toz toprak kokusunu. Gülen yüzü ve bir topu olsun en kısa zamanda , lütfen olsun..

Pırasayla mutlu olmak


Mutfaktan kaçırılmış şu pırasa var ya şu pırasa bir nebze iyileştiğimizin en büyük kanıtıdır :)

8 Mart 2010 Pazartesi

Haftasonundan Geriye Kalan:

Yorgun bir anne - baba -  çocuk üçgeni.
Tam geçti derken Cuma akşamı hortlayan ateş, Cumartesi yapılan doktor ziyareti, ateş ile savaşılan bir Pazar günü.. Bu sabaha anne hasta , baba yorgun, Arda ise "eehh birazcıık " daha iyi uyandı..
Yarın tekrar doktordayız. Antibiyotiksiz iyileştirmeye çalışıyor doktorumuz ama bir haftadır inat ediyor bu garip mikrop. Umarım yarın daha kesin çözümlerle dönebiliriz eve. Onun ateşi kaldıracak gücü hala var ama benim bu tempoda daha bir kaç günü kaldıracak gücüm kalmadı..:(
Cumartesi tüm günü uykuda ve meme emerek geçiren tospa dün ve bugün biraz daha ayık. Ayakta dolaşıyor ama ateşi yükselip yükselip düşüyor. Ateş düşürücüler bir yere kadar etkili oluyor. Bu sabah biraz daha iyi hissetmemi sağlayan tek şey ateşinin dün geceden beri yükselme aralıklarının uzaması oldu.
Bu kadar yorulduğum, içimin bu kadar acıdığı başka günler hatırlamıyorum. Yada oldu da insan unutuyor mu acaba?
Baygın bakışlı hasta Arda resimleri makinede, makine evde kaldı. Bu geceyi moralimiz azcık daha düzgün geçirebilirsek belki atarım buraya da..
Şimdi tek hedefim bu günü ve geceyi de düşük ateş ve bol uyku ile atlatabilmek..

3 Mart 2010 Çarşamba

Hoşgeldin ateeeşş ve hemen git !!

Dün 14.30 da telefon geldi evden Arda' nın ateşi yükseliyor en son 38.3 ölçtük diye. Ateş düşürücü verin dedim çıktım işten. Hızlı bir doktor randevusu ile 16.30 da doktordaydık. Amma velakin ben hiiiç bir şey anlamadım bu işten, nedeni şu ki:
Gündüz hiç öksürmedi ama kulağını tutuyor demişti bakıcısı, kulakta bişi yok, boğaz da bişi yok, ciğerlerde bişi yok. Boğazındaki lenf bezleri şişmiş biraz bir de uçları patlamış ama çıkamayan 4 adet dişimiz mevcut. Peki bu tablo ateş yapar mı doktor amca? Diş yapabilir , lenf bezleri de bir enfeksiyona bağlı şişmiş olabilir , olabilir yani..Boğaz kültürü alalım, ilaç yok, ateş 38-38,5 u geçerse ateş düşürücü verelim, tavsiyesi ile ayrıldık doktordan.
Boğaz kültürünün sonucu Cuma günü belli olacak. Dün sabah 4.00 ten beri de ateş 37,5 a sabitlemiş duruyor. Gece uykusunda öksürük devam ama uyandırmayacak ölçüde. Arda tatsız ama korkunç değil, Cuma gününe kadar anne evde elinde derece ve kağıt kalem ile yaşayacak, iş yerinde telefon kulağına yapışacak..
Bu anne abartıyor da olabilir ne de olsa  genlerinde var genel bir endişe hali ve biliyor ki bu süre zarfında kocası başta olmak üzere annesi ve arkadaşları "yok bişiiii, bu bişii diiil "diyerek endişe halini süpürmeye çalışacak..
İnsanın kendini bilmesi de güzel tabii :)

2 Mart 2010 Salı

"Öhöö ! "

Nereden çıktı bu öksürük şimdi?
Öksürmeyi de öğreniyor mu insan?
Sanki öksürmek istiyormuş da öksüremiyormuş gibi yada öksürüğünü tutmaya çalışıyormuş gibi küçük "öhö" lerle idare etmeye çalışıyor tospa.  Pek fena oluyor insanın için ilk duyduğunda, öksür de rahatla diyesim geliyor.. Anlamıyor ki? :)
Ateş var yok gibi, 37,3 le bıraktım evde. O da derece doğruysa. Şu yeni nesil dereceleri kullanamayan bir ben mi varım acaba? Kaç kere kullandım o da başka mevzuu ama beni en iyi civali derece paklıyor. Güvenmediğimden heralde kullanamıyorum da kulaktan alından vs den ölçen dijital dereceleri.
Koşup oynamaktaymış şimdi ama o "öhö" ler var yaa fena takıldı bu sabah aklıma..
Ihlamur, adaçayı, tarçın kaynatıp bıraktım, zencefil bitmiş, sinirlendim, zencefil de biter miymiş? İşe yarar mı onu da kestiremiyorum, öyle acemiyiz ki hastalık mevzuunda.
Neye sinirleniyorum ki ben şimdi zencefile mi, ateşe mi, yoksa bir türlü beceremediği öhöö lere mi?

1 Mart 2010 Pazartesi

Tiyatrodaydık!

Dün sabah hem Arda hem biz ilk tiyatro deneyimimizi yaşadık. Küçük Kara Balık başlamadan önce oturduk koltuklara,
                         
kuru dut atıştırıp böyle bekledik oyunu
Oyun başlayınca kucağa geçiş yaptık iyi görelim diye ve bizi de şaşırtarak sonuna kadar izledi oyunu Arda kuzu. Müziksiz aralarda hoparlörleri gösterip müzik çalsın diyerek, müzikle geçen her dakikada sahneye kitlenerek, el çırpmaya başlayıp sonra ellerini havada unutarak :)  tüm oyunu sorunsuz izledik.
İçimden acaba erken mi, huzursuz olur mu karanlıkta, ağlar, sıkılır apar topar kaçar mıyız salondan sorularıma çok net bir cevap verdi :  Bü - yü - yo - rum  anneee! :)



LinkWithin

Related Posts with Thumbnails