10 Aralık 2015 Perşembe

Oturduğum yerden birtakım çıkarımlar filan..

Can haftada iki sabah üçer saat bir oyun grubuna katılıyor.  Haftada iki sabah beni sınıfın kapısında bırakıp içeri giriyor, yaşları iki- üç aralığındaki 8-10 çocuk, bir öğretmen ve bir yardımcı öğretmen eşliğinde vakit geçiriyor.
15 dakikalık şarkılı türkülü bir günaydın faslından sonra oyun alanına gidip önce bir yoruluyorlar. Ardından sınıfa dönüp bildiğimiz sınıf içi aktiviteleri ile vakit geçiriyorlar. 
Bu arada ben de bu üç saat boyunca, geldiğimiz bu oyun alanının kafesinde oturup, okuyorum, yazıyorum..
Çünkü aslında her sabah bu şekilde huzurlu geçmiyor. Zaman zaman sınıftan ağlayarak çıkan minikler oluyor. Ağlayan ve annesini görmek isteyen hiçbir çocuk zorla sınıf içinde tutulmuyor. İstediği anda çıkıp annesini görüp, isterse annesiyle sınıfa dönebiliyor. İşte bu yüzden bana da orada oturup, haftada iki sabah üçer saati okumaya ve yazmaya ayırmaktan başka seçenek kalmıyor. Şikayetçi değilim. 
Can ilk iki hafta beni hiç yanından ayırmamıştı. Şimdilerde eğer sınıfta çok canını sıkan bir durum yoksa yada derdini anlatamadığı bir an olmuyorsa çıkmıyor dışarı. Bu saatlerin bitişinde de gayet keyifli geliyor yanıma. 
Bütün bunların ne orjinal tarafı var derseniz, bana ilginç gelen tarafı şu: 
Dubai'de pek çok başka şehirde olduğu gibi çocuğunuzu yuvaya yazdırmak için birkaç yerde birden sıraya giriyorsunuz ki bir sonraki sene size yer açılırsa onu okula başlatabilin. Sonra bir belki iki sene sıra beklediğiniz bu yuva, kapıdan çocuğu içeri alıp, size hadi gidin diyor. Arkanizdan ağlayan bir çocuğunuz varsa, onu nasıl teskin edecekleri tamamen şansınıza kalmış.
İyi bir öğretmene denk gelirseniz, belki olan biteni sizinle paylaşır, çocuğu kucaklar vs. Aksi durum ise tahmin edilemez bir sürü senaryo ile dolu olabilir. 
İçinizi rahatlatan tek nokta, okulların belli bir standartta olması ve kötü müdahele ihtimalinin yok denecek kadar az  olması. Ben kendi adıma sırf bu yüzden, yani seneye okula başlayacak çocuğuma annesiyle birlikte geçireceği bir ısınma turu şansı verilmeyeceğinden haftada iki sabah üç saatimi burada geçiriyorum. Yeni bir okul yeni bir ortam mutlaka stres yaratacaktır ama önceki kısa tecrübesi, annesiz de bu işi daha önce yapabilmiş olması, alışma süresini kısaltacaktır diye umuyorum. 
Benimle aynı umudu taşıyan bir sürü anne ile de haliyle biraraya geliyorum. İşte bana ilginç gelen şey ise bu noktada ortaya çıkıyor: Bu annelerin arasında avrupalı anne sayısı yok denecek kadar az. 
Burası sınıflarda oyun grupları düzenlerken, aynı zamanda oyun alanına dışarıdan da zaman geçirmek için gelenleri de kabul eden bir yer. 




Avrupalı annelerin çoğu buraya oyun alanını kullanmak için geliyor. Yani yavruları ile birlikte girip, biraz oyun oynayıp zaman zaman da, ben bir kahve içeceğim sen devam et deyip, onları içeride bırakıyorlar. O yavrular da gıkları çıkmadan oyunlarına devam ediyor. 
Peki bizim türk, hintli, arap, uzakdoğulu hadi az daha yanaşayım rus ve doğu avrupalı annelerin yavruları neden böğürerek ağlıyor ve analarının bacağına yapışıyor? Ben ve benim gibi okula kolay alışsın, korkmasın, nefret etmesin, severek gitsin diyerek ön hazırlık yapma ihtiyacı hisseden analar ile diğerlerinin farkı ne?
Sosyolojik ve psikolojik tahminler yapacak nitelikte bulmuyorum kendimi. 
Ama sebep beş çocuklu bir ailenin , ergenden bebeye boy boy bütün çocuklarini yanına alıp, bir restorana gitmesi, sessiz sakin bir şekilde yemeklerini bitirip kalkabilmeleri ve aynı retoranda bizim iki adet çocuğumuzu masada tutabilmek için çeşit çeşit şaklabanlık yapmak zorunda kalmamız ile aynı bence! 
Her bir insan kendinden önceki beş neslin genininden özellikler taşıyor diye okumuştum. Bu bilgiye dayanarak içimden bu farkın sorumluluğunu tamamiyle atalarımıza atmak geliyor. Üstelik bu fikre bir etiyopyalı, bir polonyalı,  bir rus ve bazı sabahlar bizim sohbetimize ortak olan ingiliz bir anadan da destek buluyorum.
Şuraya  gelip ben mi sosyalleşiyorum, çocuk mu belli degil anlayacağınız.
Nacizane fikrim çocuklarımıza gösterdiğimiz iyi niyet, özveri, coşkun sevgimiz, kendimizi paralarcasına didinmelerimiz ne kadar çoksa,  onlara olan güvenimiz da o kadar az! Gözümüzde hep küçük, hep acizler. Üzülmelerinden, kırılmalarından, hırpalanmalarından öyle ürküyoruz ki.. 
Bizim nesil analar bu konuda kendi analarını fersah fersah aşıp, çocuklarını engin denizlere daha rahat salıyor olsalar da, işte o beş nesil önceden gelen gen kırıntıları var ya, onlar yetiyor..
 Kendimize ne kadar çeki düzen verirsek verelim, bir noktada yine doğru bildiğimizi değil,  gördüğümüzü yapıyor, hatta hissediyoruz.
Belki bizden beş nesil sonra, bizim coğrafyamızın anneleri de 'ben bi kahve içeceğim, sen devam et' dediğinde bizim yavrular da kafalarını çevirip devam edecek işlerine, annelerinin onlara olan sonsuz güvenini hissedecekler. 
Sonuç olarak bunca laftan sonra hala halimden memnunum..
Burada oturup okuyorum, arada çıkıp koşarak ve hatta genellikle zırlayarak gelen sıpamla gidip iki boya filan yapıyorum. Arada da böyle diğer annelerle lafa dalıp bir takım çıkarımlara varıyorum. Ne de olsa menşeinden bağımsız ortak annelik dili diye birşey var !:)


Sent from my iPhone

1 Aralık 2015 Salı

Aralık

Yine aylar geçti..
Yine ailece okula alıştık,düzene alıştık, rutinler oturttuk derken, aa Aralık gelmiş!!
Yaz memleketine kış gelmesi, hele ki yeni yıl gelmesine alışamadım ben daha..
Vitrinlere baksan sanırsın ki dışarısı kar buz. Ama gel gör ki vitrinlere bakanlar şıpıdık terlikli hala..
Dün akşam çocukları yatırıp, daha önceden aldığımız masayı eve getirmek üzere, masayı aldığımız mağazaya gittik.  (Ay evet hala evi evirip çeviriyoruz!! Atıyoruz, alıyoruz vs.. Çok pişmanım taa İstanbul'lardan buraya eşya taşıdığıma da neyse konuyu dağıtmayacağım..)
Her yerde yılbaşı ağaçları, kardanadamlar, noel babalar, süsler püsler.. Pek güzel, hele ki ben çok severim ıncık cıncık işleri, ona rağmen yine de bir garip geliyor bana. Geçen sene yeniyılı coşkuyla karşılayamama nedenimi, yeni taşınmış olmama, buraya adapte olamamış ruh halime bağlamıştım. Yok o öyle değilmiş meğerse.
Ben basbayağı havadan etkileniyormuşum!
Haftasonları denize giriyorken, eve dönüp yılbaşı ağacı süslemek, çizilmiş sınırlarıma uymuyor, afallıyorum..
E güney yarımkürede yaşayanlar ne yapsın? diyeceksiniz ki haklısınız. Ne yapayım o da onların sorunu, belki onların algısında yeniyıl güneşlidir. Kardanadam değil kumdan kale yapıyorlardır filan..
Herneyse, sonuçta bu sene kaçışım yok onu biliyorum.
Çocuk okulda yeni yıl ruhuna girdi bile. 6 Aralık' ta Christmas Concert ile başlıyorlar kutlamalara.. Yeri göğü süslemeye başladılar bile. Okulda bir köşede veliler habire kesip yapıştırıyorlar, okuldaki parti için..
Eve boş kavanozlar geldi, içine mini minnacık ciciler koyup gönderelim, her çocuk partiden dönerken eve bir tane götürsin diye..
Çakma noel baba için sıra alın duyurusunun yapıldığı gün, tüm saatler yarım saat içinde doldu.. Neyse ki benim koca oğlan istemiyor artık Noel Baba filan..
Tüm bu şartlar altında benim de evde bir minik hazırlık yapmam, en azından evdeki küçüğün hatırına az biraz yeni yıldan bahsetmem, çocuk yeniyıl ruhunu daha kazanmadan kaybetmesin diye konuya hakim olduğum günlere geri dönmem lazım..
Aslında iş yeni yıl hazırlıklarına gelene kadar ohoo daha neler neler yapmam lazım da, günler bu aralar torbaya girdi, yetişemiyorum.
Ha bu arada kendi basit hayatımın koşturmacası içinde gündemi takip edip, sonra o aklımın almadığı, yüreğimin kaldırmadığı bunca şey yüzünden uykusuz kalmaktan da geri durmuyorum..
Yetişemediğim çocukların önüne koyulacak bir yılbaşı ağacı ile iki parlak topçuk yani! Topçukların, noel babaların, upuzun tatilinle hoşgeldin Aralık.. Bu sene az da olsa hakkını vemeye çalışacağım senin..

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails