29 Mart 2011 Salı

Konfor Alanı

Ciğerlerimin temiz hava ile dolduğu, gözlerimin manzaraya doyduğu, çok güldüğüm, çok düşündüğüm bir haftasonu oldu.
Bunlar olurken başka şeyler de oldu:
Haftasonu boyunca süren eğitim esnasında konuşulanlardan biri  anne- babaların çocuklarına koydukları hayali engellerdi.
Kahve içme kararırsın,
Oraya çıkma düşersin,
Akşam ezanından önce evde ol vb.
Daha pek çok örnek sayıldı konu geçerken, pek çoğu benim ailem tarafından kullanılmamıştı. Ama kardeşim de ben de adrenalinden ve aksiyondan uzak iki yetişkin olduk.
Bedensel aktiviteler hep zorladı beni, dalmak, uçmak, atlamak filan ise denemeye yanaşmadığım, ben yapamam deyip geçtiğim şeyler oldu hep.
Bir hendeğin üzerinden atlamak gerektiğinde aklım hep o hendeğin içine düşebileceğime odaklandı.
Yaşım ilerledikçe vazgeçmelerim, denemesem de olur dediklerim çoğaldı. Gençlik cesareti kaçtı gitti :)

Eğitimde bu engellerin bizim konfor alanımızı daralttığından yada başka bir deyişle konfor alanımızın sınırlarını nasıl belirlediğinden bahsedildi. Ailem hiçbir sözlü müdahelede bulunmadan konfor alanımı daraltmıştı işte.
Bu eğitim esnasında farkına vardığım bir konu değildi. Daha önceden de annemle paylaşmış, nedenleri ve “nasıl olsaydı” lar üzerinde konuşmuştuk.
Eğitim sonrası annemle bir kez daha konuştuk bu konuyu.
Çünkü bu hafta sonu bizden sekiz metrelik bir direğe tırmanmamız, ertesi gün ise oniki metre yükseğe boşlukta sallanan kütüklere tırmanarak çıkmamız istendi.
Amaç konfor alanından panik alanına geçmek değil, sadece bu alanı genişletmek denildi.
Nitekim dalış yaptığında hissettiği duygunun “özgürlük”  olduğunu söyleyen arkadaşım uça uça çıktı o direklere.. Bana eşlik eden arkadaşım ise oğlum bunları görünce gurur duyacak benimle diyerek.. Hepimizin motivasyonları ne kadar farklı..
Benim ilk düşündüğüm  "Oraya çıkmayı çok istiyorum ama o yükseklikte karşı tarafa atlamam gerekiyor bunu yapamam, yine de çıkıp kendimi boşluğa bırakmak istiyorum" oldu .
Sonuçta kendi sınırlarımın dışına çıkarak, korkarak, yapabildiğim kadarını yaptım..Çok da keyif aldım, çok mutlu hissettim kendimi.
Sonrasında annemle konuşurken ” ben” dedi “asla asla çıkamazdım.” 
Kilit cümle buydu işte.
İnsan kendi yapamadığını çocuğuna nasıl yap derdi. Kendinin ölesiye korktuğu şeyler varsa , bunu çocuğuna yaptırmak için nasıl duracaktı yanında? Nasıl destek olacaktı?
“Aa sakın yapma” demedi hiçbir zaman evet, “dene istersen” dedi ama “gel birlikte yapalım” diyemedi demek ki. “Gel tekneden birlikte atlayalım, kaydıraktan birlikte kayalım, gel şu ağaca birlikte tırmanalım” diyemedi.
” Sen dene”  derken içi titredi, sesi titredi belki, ben de hep bir adım geri durdum. O da bilemedi belki, alkış tutmayı, hadi kızım yaparsın demeyi, aferin ne güzel atladın diye yüceltmeyi..
Kırgınlık, serzeniş değil de bunlar, şu hafta sonundan çıkardıklarım sadece, kendime ışık olsun, halime tavrıma bir yön çizsin diye.. Sadece bedensel aktivitelerde değil, her konuda, ağzımdan çıkanla, elimin gözümün, ses tonumun söylediğinin bir olması için, bana ders olması için, oto kontrol sağlaması için.
Daha çok ders çıktı bu hafta sonunda, işime dair, kendime dair, empatinin gücüne dair de onları daha sakin kafa ile toparlamak gerek. Umarım benzer sonuçları ipin diğer ucundan tutanlar da çıkarmıştır.

Paylaş

25 Mart 2011 Cuma

Bu sefer..

Yola çıkıyorum bir saate kadar..
Koskoca haftasonunu kaplayan bir eğitim için.. 
Artık dağa mı tırmanıcaz, ağaçların arasında mı sekeceğiz bilmiyorum..
Sıpa huzursuz, anne benimle oynasın diyor, benimle uyusun, benimle uyansın..
Sabahları lego oynayalım diyor,,Biraz birlikte oynayalım işte evden çıkmadan önce..
Halbuki ne çok koşturmacamız, ne çok işimiz var, hem sabah hem akşam..
Olabildiğince hepsini bir kenara bırakıp oynuyoruz tüm oyunları..
Ama yetmiyor işte , az kalıyor,
Okulda yaptığı ettiği herşeyi, bir kere de bizimle yapmak istiyor.. Şarkılarını bize de öğretmek, boyalarını bizimle boyamak.. Ve ille de anne ile..
Bu akşam baban ile uyuyacaksın dedim.
Sen gitme babam gitsin dedi.
Bu kadar net işte, bu kadar basit ve anlaşılır aslında değil mi?
Halbuki kendisinin de çook yoğun bir haftasonu programı var :)
Cumartesi bir park buluşması var mesela..
Sonra pazar günü tüm sevdiği aile üyeleri ile bir doğumgünü partisi! Daha ne olsun değil mi?
Baba, anneanne, dayı, yenge, kocaman anneanne ve diğerleri yanındalar..
Ama anne de olsun işte..
Belki çok eğlenecek ve umarım çok eğlenecek..
Belki ben de biraz değişiklik, biraz farklı insanlar , biraz farklı mekanlar ile huzur bulacağım, dinleneceğim..
Daha önce de ayrı kaldık.
Çook hem de.. Sorun yaşamadan mutlu mesut ayrıldık, buluştuk hepsinde.
Bu sefer ikimizi de neden yordu şu kısacık haftasonu programı?
Anne sen ço minitsin dediği için mi?
Ço sevooyum seni diyebildiği için mi artık?
Kimbilir..
İyi haftasonları..

Paylaş

23 Mart 2011 Çarşamba

Karıştır - Mıncıkla

Ela kuzu boyaya kağıda düşmüş son günlerde, akşam dedikodusunu yaptık annesiyle.
Herşeyi ağzına soktukları 1 yaş civarı , meraklarının en tepede olduğu dönemde , insan elinde olmadan ürküyor, bu boyayı yer mi bu şimdi, hamuru dişler mi acaba diye..
Nitekim dişliyorlar da :)
Sonra hatırladım Arda' nın boyaya ilgisi, erken tanışmasına rağmen, yaşından bir kaç ay sonra anca başlamıştı. Oyun hamurlarını da yaş civarı vermiştim eline herhalde, parmak boyayı da az daha geç.. İlk başta tedirgin yaklaşmış, sonradan mıncıklamayı sevmişti.
Yağdan, pisten, kirden iğrenen, ona dokunmam, bunu tutmam diyen bir çocuk olsun istemedim hiç. Nitekim herşeye temkinli yaklaşan Arda, kuma, çamura, hamura, boyaya hep yavaştan yaklaştı.
İğrenmesin, huylanmasın diye de hep teşvik, bol alkış. Çünkü ailede var böyle bir damar. Eliyle yemek yemeyen, krem bile sürmeye iğrenen fertler..
Şükür ki şimdilik kendisi hamuru da, boyayı da, kumu da, çamuru da seven bir çocuk.

Son zamanlarda da mutfakta anneye eşlik ettiğinden farklı kokular ve farklı dokularla karşılaşıyor bol bol.
Hamur yoğuyoruz mesela, ayran karıştırıyor bazen, tahinle pekmezi karıştırırken çıkan şekillere, sonra da hepsinin tek renge dönmesine seviniyor, garip :) Una sokuyor elini bir avuç alıveriyor mesela, sonra ellerine bakıyor , beyaaz diye .
Mutlaka istiyor ki bir kaptan öbürüne konulacak bir şey varsa o yapsın, ama kaşıkla ama boca ederek. Ve mutlaka " tendi başına"  yapsın, yardım almadan..
En son "yok artık olmaz" diye kafamdan geçirdiğim ama hemen ardında sessizce olabileceğine karar verdiğim mıncıklama işlemi ise son bir kaç ayın en ilginç dokusuydu sanırım onun için.

Önce tedirginlik..
Sonra ben yaptım sevinci..
Yağlanan yere göğe, saça başa, una, baharata bulanan mutfağa değmez mi? :)

Paylaş

22 Mart 2011 Salı

Parmak Kukla

Bu komik deniz canlıları  nev-i şahıslarına münhasır parmak kuklalar. Yapı market kuklası da desek olur :) Doldurmuşlar bir torbaya , yanında gözleri, üzerindeki süsleri filan, hepsi bir torbanın içinde. 
Kendilerini hayata geçirmek için Arda' nın uzun uzun uyuduğu yağmurlu öğleden sonrayı seçtik annemle.
Çünkü aslında kendimize aldık işte! Biz oynayalım diye, süsleyip yapıştırıp, sonra da Arda' ya oynatalım diye.
 
Lego parçalarını parmağına takıp , parmak kukla yaparak konuşturan sıpa, uyanınca bu güzelim kuklaların yüzüne bakmadıysa da, bir iki gün içinde bakıyorum da yavaştan göze girmeye başlıyor bizim kuklalar :)



Paylaş

17 Mart 2011 Perşembe

16 Mart 2011 Çarşamba

Sabah Keyfi

Sabahın erken saatlerinde mutfağın kapısından bana şaşkın şaşkın bakan kocamı gördüğümde fotoğraf makinasını ayarlamaya çalışıyordum.
Şu “soyut”  afrikalı kadınları çekebilmek için..
Ama o bana ben ona gülmeye başlayınca, bu çıkmış bir tek ..Bunları alırken aralarına bir tane de yüzü gözü olan almak istedim de, satan çocuk “olmaz abla, bunların hepsi soyut”  deyince gülesim gelmişti..
Bence iyi de olurlardı yan yana ama çocuğu kıracağıma almadım “somut” olanını J
Çocuk haklıydı da ,  benim gözüme güzel gözükmüşlerdi sadece, soyut somut umursamamıştım.
Herkesten erken uyanmak, hele de hava güneşliyse, keyifli olmasının yanında , benim  oyunlarıma da zaman yaratıyor ya, pek seviniyorum.
Hem kalkabildiğime, hem de güneşli havaya..





Paylaş

14 Mart 2011 Pazartesi

Meğerse..

Çocuk olmak,
yaptığı kule ile gurur duymak demek heralde.
Katıksız bir sevinçle o kuleye bakabilmek,
bir kuleye gerçekten ama gerçekten sevinmek demek.
Yıkılacağı ihtimaline karşı denemek,
bir santimlik yol alabilmek için pür dikkat olmak,
nefes bile almamak demek..
Sonra bir daha aynı neşe ile,
aynı azimle herşeyi başa sarmak demek.
Anne olmak ise,
" Anneee!  Baa ben yaptım!" dediğinde,
en az onun kadar sevinebilmek demek. 
Büyüdükçe küçük sevinçleri unutmak ne kötü,
hatırlatan bir bücürün olması da ne şahaneymiş meğerse..

Paylaş

10 Mart 2011 Perşembe

Çeki düzen, zor düzen, güzel düzen

Yaklaşık 3-4 hafta oldu heralde, marketten temizik maddesi, tuvalet kağıdı, çöp torbası ve benzerleri dışında alışveriş yapmamaya çalışıyoruz.
Bu kuralı karışık ekmek unu almak ve organik soya sütünü denemek için bozdum geçenlerde. Bir de Arda için mısır unundan yapılmış makarna almak için kullanıyorum marketi.
Onun haricinde sebze, meyve, yumurta ve geçen haftaya kadar da sütü Pınar Hanım' dan sipariş verdik.
Hafta başı Arda için pişirdiğim bir bütün ekmeği olduğu gibi kreşe yollamaya başladım.
Dolapta saklayıp ısıtarak veriyorlar, böylece sabah kahvaltılarında yaptıkları yumurtalı ekmek vs gibi şeylerde Arda' nın ekmeği hazır oluyor. Bunun sonucu baktım ki ekmek atmıyoruz artık.
Evde tutup, dilim dilim gönderirken bayatlatıp atıyorduk basbayağı yada buzluğa atıyordum köftede kullanmak için bu sefer buzluk ekmekten geçilmiyordu.
Sebzeyi Pınar Hanım' dan sipariş edip marketten almamak için çaba göstermenin bir güzel yanı daha oldu, daha az yemek israf etmeye başladık. Oradan gelen sebzeleri çabucak tüketmek gerekiyor. Marketten ve pazardan aldıklarınız kadar uzun süre durmuyorlar dolapta. Az az almaya, sebzelikte kalanları farkında olmadan takip etmeye ve siparişlerimizi ona göre vermeye başladık.
Dün akşam da yine Arda için poğaça yapıp okula göndermem gerekiyordu. Açıkçası içine koymak için patates haşlamaya filan da üşendim , dolaptaki kötü olmasına ramak kalmış bütün otları topladım bir araya, maydanoz, dereotu, nane, ne varsa işte, hatta az biraz ısırgan, biraz da peynir, çok acayip bir poğaca içi oldu.
Zaten poğaçaların kendi acayip. Mısır unu, yulaf unu ve taa bir zamanlar çok azcık sipariş edebildiğim soya unundan kalanı karıştırınca rengi kahverengiye çalan , kıyır kıyır bir hamur oluyor. Hah dedim bu içi de koyunca artık yenmez yutulmaz birşey olur.
Umduğumdan çok daha güzel oldular. Pişince ben bir tane yedim. Sabah da her ihtimale karşı Arda' ya tattırdım. Baktım gerisini arıyor, olduğu gibi gönderdim hepsini okula.
Azcık uğraşınca, tembellik etmeyince oluyormuş meğer, uğraşmaktan öte alışkanlık edinmek için çaba gerekiyormuş. Çalışan ve evde temizlik haricinde yardımcısı olmayan bizim gibi bir aile için zor bir düzen aslında bu ama olağanüstü birşey de değil. Şimdiye kadar çoktan yapmamız gerekeni yapıyoruz sadece, tembellikten yapamadığımızı..
Bir de diyorum şu buğdaysız tarifleri hafiften bir köşelere yazsam mı?
Mecburiyet yaratıcılık getiriyor, ama yazmayınca benim her bir kek, börek, çörek birbirinden farklı oluyor :)

Paylaş

8 Mart 2011 Salı

Bu sıkıntı kapkara gökyüzünden ve hiç kar gibi yağmayan kardan heralde..

İnsanın içinden yazmak gelmiyor ama günler de geçiyor..
Binbir değişik kelime, olay, hal, tavır katılıyor aramıza..
Fotoğraflar da sekteye uğradı bu ara, çektiklerimizi atacak yer bile kalmamış laptopta..
Çağlar, ek bir diski anca dün akşam alıp geldi ama back up alması kurması derken daha birkaç günü var o işin..
Cumartesi akşamı, Pazar sabahı gideceğimiz fiyatyo = tiyatroya sevinirken, enerjisini atamamış halde evde deli danalar gibi koşarken, halının üzerinde, dümdüz yerde düştü sıpa.. Çok ağladı, basamadı ayağının üzerine..
Bugün Salı, hala hafiften sekiyor, koşmaya ise hiç yanaşmıyor..
Şiş yok, morluk yok, soruyorum acı yok, elliyorum birşey yok, ama birşey var işte..
İçimdeki endişeli, huzursuz anne hemen gösteriyor kendini..
Halbuki saklıyorum ben onu, örtüyorum üstünü, eğitmeye çalışıyorum ama ilk boşlukta fırlıyor dışarı..
Aklım Arda' da, kendim iş yerinde günü bitirmeye çalışıyorum..
Doktoru da bekleyelim Çarşambaya kadar dedi.
Yarın Çarşamba işte..

Paylaş

1 Mart 2011 Salı

Hak ve özgürlüklerime saygılı ol, bloguma dokunma!

Her sorun yasakla çözülüyor, çözülmeye çalışılıyor...
Yasaklanan her şeye cin fikirlerle başka girişler, başka çözümler bulunuyor ülkemde..
Yasaklar giderek kişisel özgürlük sınırlarımızın kapılarına dayanıyor..
Ben de bilirim başka kapıdan girmeyi..
Bu kapıyı kapatıp bir başka aralıktan kendimi ifade etmeyi sürdürmeyi..
Ama bu savaşı vermek istemiyorum..
Bu savaşı vermeye blogumda başlarsam , hayatın diğer her alanında da önüme çıkacak yasakları delip, yasak olmayan acaip yollardan işimi halletmem lazım çünkü..
Hak ve özgürlüklerime saygılı ol, bloguma dokunma!

Paylaş

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails