27 Ocak 2012 Cuma

Karlı, heyecanlı..

Ne zaman bitecek / geçecek bu uçak fobik halim benim?
Hiç bir şey yapmazsam, hiçbir zaman geçmeyecek sanırım. Bu fobik hal başlıbaşına bir post konusu.
Dün akşam bir yandan Çağlar indi inecek derken ( uzaktan gelmiyor ha, hepi topu Ankara'dan geliyor), bir yandan Arda bir yattı , bir kalktı en sonunda babasını beklemeye karar verdi derken, bu arada toplu iğne başı kadar kesilen parmağım anlamsızca yaklaşık 40 dk kadar kanarken ve elimde kağıt mendil, pamuk, buz torbası türevleri ile düdük kadar kesiğin kanamasına dur demeye çalışırken nasıl gerildiysem, herkes evine yatağına girdiğinde öyle derin uyumuşum ki sabahın köründe karlı sabaha dikiliverdim.
Servisi azad edip, arabayı elbirliği ile temizledik, geç kalkan sıpayı pek kısa bir süreliğine okula bıraktık, sonra da Çağlar'la karlı sabahtan bir kahvaltı çaldık.
İyi ki de çalmışız günün gerisi pek hareketli geldi.
Çağlar günün çoğunu Arda ile beni bekleyerek geçirirken ben neye niyet neye kısmet dedirten türde bir başlangıca imza atıyordum.
Düşündükçe heyecanlandığım, heyecanlandıkça ürktüğüm ama iyi olacağına bir o kadar da inandığım çok sürpriz bir adım..
Hayat çok garip,,
Şimdi tek dileğim, sonu iyi gelsin, utanmayalım..





20 Ocak 2012 Cuma

Dinoları gördünüz mü?

Kış mevsiminde haftasonları bazen boğucu olabiliyor. Güzel ve sıcak havanın insana verdiği her an dışarı çıkabilirim hissinin yerini kapalı alana sıkışmışlık hissi alıyor. Bazı günler evde pineklemek çok keyifliyken, bazı günler gerçekten eziyet olabiliyor.
Geçen haftasonu ailenin erkekleri hastalıktan kalkmışken ve ben yaklasık 8-9 günlük ev hapsini geride bırakmışken canımız hiç de evde durmak istemiyordu. Alışveriş merkezinin içine girme fikri bile bana boğucu gelirken, Çağlar hareketlendi. Benim alışveriş merkezine girmek istemiyorum itirazlarımı, Dino' ları görüp çıkarız, boğulmayız kalabalıkta diye bastırarak yola çıkardı bizi. 
Evden çıkmadan önce Forum Istanbul'un içindeki Jurassic Land' a hızlıca internetten bir bakış attım. 
Türkiye' nin ilk temalı parkıymış burası. Müze, Juracopter,Bilim Merkezi ve Laboratuar, Show Garden ve Jurassic Land Mağaza olarak beş bölümden oluşuyor.  Hareketli, ses ve görüntü efektinin olacağını tahmin ettiğimiz Juracopter ve Show Garden kısmından Arda korkar mı diye düşünmeden edemedim. Yine de olası korkma yada hoşlanmama durumlarına o anda çözüm üretmek üzere yola çıktık.
Ziyaretçi olarak müze bölümünde gezmeye başlayanlar küçük gruplar halinde parkın diğer bölümlerinde rehber eşliğinde gezdiriliyor. 
Rehberlerin kullandığı dil, dinozorları anlatımları çocuklara hitap ediyor aslında. Yetişkinler olarak biz, bu canlıların ne kadar büyük olduğuna, bazı dev boyutlu olanlarının sadece otla beslendiğine şaşırarak, fosillerin gün yüzüne çıkarılmış olduğu coğrafyaları görünce buradan doğu kültüründeki ejderha motiflerine varan bağlantıları kafamızda kura kura parkı dolaşmayı bitirdik.
Tahmin ettiğimiz üzere en bol efektle Juracopterde karşılaştık.. Hareketli koltuklar, üç boyutlu gözlüklerle izlenen 5 dakikalık film bizim gibi daha önce böyle bir deneyim yaşamadıysanız etkileyici olabiliyor.
Çıkıştaki mağaza ise bu tip yerlerin sonunda gördüğüm en mütevazi mağazalardan biri. Dinozor temalı Galt Puzzle' ları ve dinozor temalı Playmobil oyuncakları koymaları bana çok mantıklı geldi. İlla bir şey almak isteyen çocuğa eline iki alıp bırakacağı magnet vs yerine puzzle almak tercih edilebilir diye düşündüm. Hoş Arda' nın tercihi en minik Playmobil kutusu oldu, onu da beğendik.
Cüceye gelince korkmadı.
Aksine sanırım şimdiye kadar en anlayarak ve heyecanlanarak gezdiği yer burası oldu. Sinema kısmında abiler koltukların nasıl hareket ettiğini önceden gösterdiler ona ve hatta isteği üzerine tüm grubu bekleterek tekrar gösterdiler. Karar vermesini beklediler. Kendisi aşağıdan değil bizzat koltuklara oturarak seyretmeyi tercih etti. Benim bile kalbim çarptı bir ara, onunkisi de çarpmıştır ama oldukça cesaretli ve dik durdu açıkçası..
Parça buçuk bilip de ilgisini çeken dinozorların bu kadar kocaman olmasına hayretler içinde kaldı. İzleyen günler boyunca dinozor oldu. Diyeceğim o ki korkulan olmadı, çok keyif aldı, aldık..
Kara kış günlerinde değerlendirilebilecek bir alternatifmiş dinolar.
Ayrıca burada 4 yaş üzeri çocuklara dinozor yumurtası boyama ve kazı yapma gibi etkinlikler de düzenleniyormuş.
Çok canınız sıkılırsa seçeneklerinizin arasına koyabilirsiniz.
Fiyat politikası - çok fahiş değil ama daha ucuz olabilirmiş bence - ve kötü havada İstanbul trafiği ve keşmekesine girmiyorum. Biz kara ve elektrik kesintisine rağmen pek eziyet çekmedik ama İstanbul'un kime ne zaman güzel yüzünü göstereceği belli olmaz malum:)


17 Ocak 2012 Salı

Kar yağdı, bitti, gitti bile..
Ana yollar açık, iş güç okul devam..
Sahil civarında yok denecek kadar azmış hatta. Biz birazcık yüksekte kaldığımızdan , hem erimesi daha zor oluyor hem de güzide sitemizin güzide yönetimi inişli çıkışlı yollarımızı temizlemeye üşendiğinden herhalde, yaşam dışarıda başladığından azıcık daha geç başlıyor burada..
Nitekim sabah servis site kapısında kalmış. Ben giremedim, siz gelin ben bekliyorum diye arayınca Arda' yı okula göndermesem mi diye düşündüm bir an, ama sonra okul bahçesindeki kar eğlencesini kaçırmasına gönlüm razı olmadı. 
Çıktık yumuşacık karların üzerinde hışır hışır yokuş tırmandık. Önce eğlenceli geldi, ayaklarının kara batması, ayakkabılarının gözükmemesi, sonra başladı mızırdanmaya ama ben yoruldum, ama ben yürümek istemiyorum. Ender Amca neden gelememiş, lastikleri mi yürümemiş vs vs. 
Bir acındırma hali, ahlıyor ofluyor..
Yokuş aşağı inerken azıcık kucağıma aldım ama çok gitmeden indirmek zorunda kaldım. Bu sefer de ayağımı acıttın anne, çok hızlı indirdin anne mızlanmaları..
Halbuki hava çok güzel, güneşli, soğuk bile değil hatta, pırıl pırıl..
Karlar yumuşacık, etraf sakin..
Ayağının acıdığı ise külliyen yalan :)
Neyse bindi servise, en erken çıkan servisle dönmesini rica ederek gönderdim. Servisi görünce ayak acıması da geçtii, anneye naz da..
Dönüş yolunda, kendim oynadım, kendim çektim, kendim hışırdattım karları..
Ne yapayım? :)







16 Ocak 2012 Pazartesi

Pipkin'le Tanışalım Önyargıları Yıkalım

Tübitak yayınlarına karşı ciddi bir önyargı geliştirmişim farkında olmadan. Hikayelerinin olmaması okurken beni zorluyordu. Didaktik olmaya bir çaba sezdikçe uzak duruyordum.
Evdeki dolu dolu kitabın arasında 3-5 tane Tübitak yayını ya var ya yok. 'Arda da sevmiyor zaten' gibi de bir gerekçe yerleşmiş dilime, öyle gidiyordum.. Belki de ben keyifli okuyamadığım için Arda da sevmiyordu..
Mevsimlere, kara, yağmura, yaprağa ait sorular arttığında bile her yerde karşıma çıkan Tübitak' ın Yağmurlu Bir Gün, Rüzgarlı Bir Gün şeklinde ilerleyen serisini almak yerine döne döne mevsimlerle ilgili kitap aradım. Altın Kitapların Mevsimler serisini aldım ama onlar da bir o kadar ders içerikli çıktı.
İşte bu cümleleri Evrim' e de kurunca , dur dur dedi, bi koşu gidip Pipkin'leri getirdi.
Pipkin isimli pek tatlı bir penguen yavrusunun evrene ait büyük sorularına cevap arıyor bu kitaplar. Deneme yapalım, anne - oğul önyargımızı kıralım diyerek Gökyüzü Ne Kadar Yüksek? 'i edindim ve Arda içine düştü!
Tesadüf bu ya evde Pipkin' e çok benzeyen bir yavru penguen de olunca, kitabı o penguene yaşattı resmen.
'Bir Milyon Ne Kadar Büyük?' aslında bayağıdır piyasada ama hem milyon kavramını ne kadar anlayabilir diye şüpheye düştüğümden hem de işte gözlerime çekilmiş Tübitak perdesi yüzünden almamıştım.
Halbuki dili çok basit, kısa cümleler kurulmuş, konu gerçekten 3 yaşında bir çocuğu da sıkmayacak ve kafasını karıştırmayacak şekilde derlenmiş. Kitabın arkasındaki yaklaşık 1,5 metrelik poster yükseklik kavramını boyu 1 metre civarı olan cüceler için gayet de somutlaştırıyor.
Sonuç olarak ben Tübitak' ın kitaplarını tekrar yan gözle kesmeye başladım, benim gibi eli gitmeyenlere Pipkin' le tanışmalarını tavsiye ediyorum.
Kitaptan girmişken son günlerin favorilerine devam edeyim.
Redhouse Kidz ile Ay'daki Adam sayesinde tanışmıştık. Kitap 5+  olarak tavsiye edilmesine rağmen, sayfaların sağından solundan gözüken minik uzaylılar, Ay'daki Adam Bob' un bir gününün detayları hoşumuza gitmişti. Ve hatta haftalar haftalar sonra, Çağlar ve ben banyo sayfasına saklanmış uzaylıyı yeni farkettik :)
Redhouse Kidz' e Limon ağacının şarkısı ve Bütün Gün Esneyen Prenses ile devam ediyoruz bugünlerde.

Bütün Gün Esneyen Prenses' in çizimlerini ben çok sevdim, kitabın sonundaki esprili konuşmaları ve komik olayları da Arda.  Zaten Evrim verirken sonuna gülebilir Arda demişti haklı çıktı. Resimler birazcık kafasını karıştırdı sanırım ilk okuyuşta. Anlatılanları görmek istedi, sayfada tek tek aradık bulduk yerlerini. Hem komik, hem okurken ahenkli bir kitap.
Limon ağacının şarkısı ise kafiyeli şeylere bayılan cücenin hoşuna gideceğini düşünerek aldığım bir kitap. Onun hoşuna gitti ama gelin görün ki benim çok içimi titretiyor. Kitabın yarısından sonra başlıyor sesim titremeye.. Minik limon büyüyor, çiçekleniyor, meyveleniyor ya hah işte ben orada başlıyorum sulanmaya..
Okuyup da bunda ağlayacak ne var diyenlere bilmiyorum diyeceğim, bilmiyorum :)
Yine de her ikisini de gönül rahatlığı ile tavsiye edebilirim.

** Bu yazıyı yarım bırakıp kalktığım sırada Evrim kendi yazısının linkini göndermiş. İsteyene bir Pipkin yorumu da orada var :) ** 







10 Ocak 2012 Salı

Sinirler gerilince doooğru eski albümlere

Sinirlerim çok tepeme zıplayınca eski fotoğraflara bakmak iyi geliyor..
Hele ki sinirimin boşuna zıpladığının farkındaysam, hem kızgınsam hem de içimden 3 yaşındaki bir veledin boyundan büyük laflarına gülmemek için kendimi zor tutuyorsam, o zaman dön bak eski fotoğraflara, şöyle en keyiflisinden olsun, bol kahkahalısından, sakinleş..
Bu resimlere dönüp bakmama sebep ise:
Beşte eve giren bir insan yavrusu saat dokuza kadar puzzle yapar mı?
Hadi abartmayayım, arada yemek yedi, haftasonu istediği ama almadığımız oyuncak bir şekilde aklına düştü (sanırım puzzle larin birinin üstündeki resimden yola çıktı ) biraz ağladı, bir de bisiklet kaskına cam takmamı istedi, çünkü o büyümüş ve büyük abilerin camlı kaskı olurmuş..
Bunlar haricinde kalan tüm zamanda da puzzle yaptı.
Sanki 3 senedir biriktirmiş bütün puzzle aşkını, merakını da bu akşam taşmış artık dayanamıyormuş gibi..
Boz yap, bir daha boz, bir daha yap, hepsini yap yanyana diz halıyı doldur, sonra tekrar boz, tekrar yap..
Hiç bir diyeceğim yok, bana bulaşmadan, en fazla anne bir seyret bak nasıl yapıyorum diyerek bunca saat geçirmesi ohh mis tabii..Arada puzzle üstü resimlerden hikayeler uydurmak, dur filin yanına trenlisini koyalım, o da binsin gitsin misali renklendirmek,.
Buraya kadar herşey çok güzel.
Amaa ya o harcanamamış enerji ne olacak?
Saat dokuzda yatma zilleri çaldığında, normalde uykuya kendi rızası ile giden çocuk, yok uyumayacağım diyecek.. Bir tane daha yapayım, baba bak en zorunu yapalım vs diye uzayan diyaloğu bu son, bunu da yap yatıyoruz diye keseceksin, o devam edecek:
' Yok bunu yapalım sonra bir tane daha yapalım sonra yatalım.'
Cebren ve hile ile pijama giydirip yatağa sokmak çözüm olmayacak,' bu pijamayı sevmedim, ötekini giyelim, ama ben bununla rahat edemedim, ama yok kaşındım.. ' diyecek. Sanki her akşam başka pijama giyiliyor da bu giydiği kaşındırıyor beyimizi..
Artık sesim yavaş yavaş yükselmeye başlamışken ve o yüzüme artık kızdığımı anlayan kocaman bir çocuk gibi bakıyorken, git o zaman değiştir pijamanı dememle, ama anne ben çıkarabiliyorum da daha giyinemiyorum ki, ne yapıcaz şimdi deyecek ve ben gülmeye başlayacağım böylece işler iyice çığrından çıkacak..
Olacak ve olan bu..
Şu an saat 11 itibari ile yeni uykuya daldı. Bana bir kitap babasına bir kitap okuttu. Pijamasını değiştirdi. Her ikimizi de yatağa yanına soktu, yani bütüün istediklerini bir bir yaptırdı ve uyudu..Üstelik babasını da uyuttu..
Bana da kalkıp sakinleşmek için yazdan kalma resimlere bakmak düştü.


Halbuki ben bu akşam bir iki bölüm House izlemek istiyordum,,
Puzzle ve uykuyu bahane edip sinirlenmeme neden olan , içimi sıkan şeyi ve günün tatsız haberini çitlediğim çekirdeklerle çöpe atmak istiyordum,,
Bu saatten sonra ise bu gülen suratlarla sakinleşip ancak uyurum,,





5 Ocak 2012 Perşembe

Hay Bin Ördek!!

Bu yılın henüz at, koyun, sinek her ne ise adı konmamış yeni grip virüsünü eve misafir ettik, hem de yılbaşı yemeğine..
Ben kendisine Ördek Gribi diyorum, çünkü yayılmış, halsiz, paytak bir yürüyüş ve devamlı burun çekmekten yukarı kıvrılmış bir ördek ağzı geldi yerleşti evin erkeklerine..
3 günün sonunda şimdiye kadar ki her hastalıkta olduğu gibi normale döneceğimizi sanarken -  yani ateş düşecek ve baygın gözler açılacak, sümükler ve öksürük baki kalacak derken - ateş kendisini 37, 5 ' a sabitledi ve gözlerdeki o baygınlık geçemedi bir türlü..
Dün burnundan aldıkları örnekle tamam dediler influenza A bu..
Eee ne peki?
Grip işte..
Gerçek grip, hani öyle soğuk algınlığı, bilinmedik bakteri mikrop birşey değil, bildiğin grip..
Kaldırmıyor ayağa..
Ne oğlanı , ne babasını..
İlacı filan da yok,, Bol sıvı, çok öksürürse yada burun pek fena tıkanırsa bildiğimiz çözüm önerileri..
İçimi huzursuz eden cümleler ise:
'Nasıl seyrettiğini bilmiyoruz bu sene. Geçen seneki hafifti. Bu sene önümüze gelen çok ağır iki vakaya Tamiflu verdik ama hafif gidiyor gibi genelde. Olur da ishal, yüksek ateş, çok halsizlik, kusma vs olursa bizi haberdar edin. Ama olmazsa da haberdar edin ki nasıl seyrettiğini bilelim'
Peki ederiz dedik çıktık.
Bizden öğrenecekler öldürüyor mu güldürüyor mu diye..
Evdeyiz..
Gözleri az daha açık bugün.. Biraz daha çok ayakta, en azından oyun oynayabilecek kadar enerjisi var..
Pis bir öksürük, su gibi, şeffaf akan bir burun..Ateş hala 37 ile 37,5 arası gidip gelmekte..Ne aşağı iniyor ne de yukarı çıkıyor..
Herşeyden öte, ne var ne de yok diyebileceğimiz şu ateş sıkıyor canımı.
Bu sabah 5. gün bitti, Hülya Hanımdan öğrendiğimiz parmak hesabıyla..
Evin her yanında tuvalet kağıtları, ıhlamur bardakları..
Dolapta habire balı süzülen bir siyah turp..
Neyse dünkü açıkhava turunu kısa kesmek isteyen şu aşağıdaki bakışlardan sonra, bugün en azından gıdıklamaca oynayacak neşesi var ya buna da şükür..Bir de düne nazaran öksürükle 5 dakikada bir delinmeyen öğle uykusu.. En azından..
Çağlar' ın gidişattan anladığımız, halsizlik, ateş, eklem ağrısı, arada üşüme ve birkaç gün sonrasında eklenen burun akıntısı ve öksürükle seyrediyor bu meret. Öyle üç günde de terketmiyor geldiği yeri..Bir de fena ve hızlı bulaşıyor aman dikkat..
Nasıl seyrederse seyretsin de bir an önce gitsin,,
Daha ben hasta olucam sıramı bekliyorum, değil mi ama?




2 Ocak 2012 Pazartesi

Mozaik Oyunu

Geçen haftalarda Toyzz Shop' ta Evrim' in bahsettiği SES marka hobi oyuncaklarını görünce, yine onun denemiş olduğu mozaik oyununu almıştım. Acil durumlarda açılmak üzere bekliyordu..
Bugün durum çok acil olmasa da, hasta babayı oğlanın gazabından bir miktar kurtarmak hem de kendi işlerimi en kısa zamanda kotarabilmek için kahvaltı sonrası çıkardım ortaya.

Bir taşla hem hasta çocuğu dinlendirmek, hem oyalamak, hem zaman kazanmak, hem de ince motor bıdıbıdısı olmak üzere pek çok kuş vurduk sayesinde..
Üstelik çok da uygun bir fiyata..
Deneyin derim :)





1 Ocak 2012 Pazar


Bu sene yeni yıl heyecanını yakalayamadık biz..
Arda her gün eve yeni bir neşe, yeni bir yeni yıl şarkısı, yeni bir kostüm fikri taşıdığı halde..
Onu hiç kırmadan nasıl olup da kendimizi kaptıramadık anlamadım..
Çığlıklar atarak, el çırparak kurduğu ağaç, bana her akşam bir oyalanma fikri çıkardı sağolsun..
Kah kardan adamlar yaptık astık üzerine, kah minik çiçekler yaptık astık..
Her akşam babasını heyecan içinde karşılayıp yeni süslerini göstermesine vesile oldu..
Bol bol gülmesine,,
Noel babalar boyadık, ağaçlar, geyikler  kestik..
Bu yılbaşı çok meşguliyet buldurdu bize de, yine de bir miskinlik, bir ruhsuzluk..
Cumartesi sabahına ateşli uyandı Arda, Cuma akşamı girdiğimiz evden burnumuzu çıkarmadan, Arda' nın yanına Çağlar' ı katarak bu akşamı bulduk..
Yılbaşı gecesinde anneanne ve kocaman anneanneyi de aldık yanımıza, yine de gece 12 yi zor bulduk..
Şu saatlerde Çağlar' ın ateşi çıkma eğiliminde, Arda' nı ateşi sabitlenmiş halde, mıyır mıyır, mızır mızır oturuyoruz evde..
Annem iyi ki gelmiş, onun geldiği her an elim ayağım dinleniyor, ruhum da dinleniyor biraz ama gitti bile..
Yılın ilk gününü bu kadar huysuz ve huzursuz geçirmiş miydim daha önce , bilemiyorum..
Oysa çok umutluyum 2012' den..
Yepyeni yepyeni şeyler olmasını bekliyorum..Hayatımın her noktasında bir dönemeci kıvrılacakmışım gibi hissediyorum..
Umarım yılın sonu sağlıkla ve huzurla geldiğinde, bugünün bu miskin ve bıkkın havasının aksine, arkamda kıvrım kıvrım bir yol bırakmış olurum 2012' ye dair..
Herkese, hepimize bol şans, sağlık, neşe ve huzur getirsin yeni sene..


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails