16 Mayıs 2013 Perşembe

27.hafta - Kucağımda hala yer var..

22.hafta ve 26.hafta arası nasıl geçti anlamadım.
24.haftada yapılan 100'lük şeker yüklemesi Arda' ya hamile olduğum zamanki kadar vahim çıkmasa da 'dikkat et, yediğine içtiğine bak da ye' deyivermişti.
Daha fazla hareket, daha az üç beyaz dedi doktor ve diyetisyene gitmeme gerek görmedi.
Bu uyarı ile kendime gelmeye başlamışken ve bolca sapıtıp yoldan çıktığım yeme içme şeklimi düzene sokuyorum derken bir sabah balon gibi şişmiş ayaklarla uyandım.
Bir önceki gün ayaklarımda hissettiğim rahatsızlık hissini o gün dükkanda çok fazla ayakta durmama ve hep sandalye tepesinden ayaklarımı sarkıtmama bağlamışken,ertesi sabah poğaçaya dönmüş ayaklarımı görünce aklım biraz karıştı.
Yine de acele etmeyip bir süre bulduğum her fırsatta ayaklarımı uzatmaya çalışarak devam ettim. Gel gör ki ne kadar yatarsam yatayım, ayaklarımı ne kadar havaya dikersem dikeyim o ayaklar eski haline dönmedi.
Bir sonraki kontrolde dedim ki bu ayaklar benim değil..Sabahın 10'undaki kontrolde şiş bileklerimi gören doktorum ise beni doğruca tahlile yolladı tabii.
Daha az üç beyazın yanına, daha çok protein de eklendi diyetime.
Tahlilde ayaklarımın şişmesine neden olabilecek kadar şeker ve protein kaçağı çıkmadı çok şükür ama ilginçtir ki izleyen 72 saat içinde sanıyorum ki tüketmediğim şeker ve hemen her öğünde az da olsa almaya çalıştığım proteinle ayaklarım iniverdi.
İnsan vücudu acayip bir sistem..Eksiğini gediğini bir yerden haber veriyor , anlayana tabii..
Nitekim son bir iki gün öğünlerimi sebze ve meyveye- elimde olmadan- çevirdim ki baktım bu sabah ayaklarım yine benimkiler değil..
Ve 27. hafta itibari ile tam da Arda'yı doğurduğum kilodayım!!
Arda 36. haftada doğmuştu. Böyle bakınca 5 sene önce bu kiloya 2 ay sonra gelmiştim ve doğumdan hemen sonra da o kilonun bir kısmı doğal olarak gittiğinden, bir vücudun kendine fazla gelen kiloyu taşımasının nasıl birşey olduğunu pek anlamamışım.
Fiziksel olarak güçlü ve dayanıklı biri değilim zaten.
Ne çok  fiziksel aktivite yapabilirim ne de zamanında öyle çocuğunu sırtlayıp taşıyabilen annelerden olabildim. Hemen belim boynum eğrilir, çok çabuk yorulurum.
Şimdi de üzerimdeki ağırlığı taşıyamıyorum. Özellikle sol bacağım bana bu gerçeği sık sık hatırlatıyor.Bunun için pek de yapacak birşey yok. Daha çok yürüyüş, ağrıdığında ise daha çok dinlenme..
Bunların hepsi içerideki sıpanın bana etkileri..
Kendisi ise iyi çok şükür.. Oldukça hareketli ve kontrollerde keyfinin yerinde olduğunu söylüyor doktorum.
Evde başka bir çocuk varken insan zaten karnındaki ile çok da ilgilenemiyormuş.
Üzerimdeki ağırlık ve kendini hatırlatan bacak ağrım da olmasa çoğu zaman aklım evde, işte ve Arda'da..
Arda şimdilik heyecanla bekliyor bebeği. En azından öyle görünüyor..
Henüz tek bir çöp bile almadık ama o her an bebeğe birşeyler hazırlama hevesinde. Giysilerini alalım, yatağını alalım vs sayıp duruyor. Henüz erken deyip duruyorum ama hevesini de kaçırmak istemiyorum.
Öte yandan bu sabah kucak kucağa ayılmaya çalışırken, 'Anne artık ineyim kucağından da bebek ezilmesin!' deyiverdi..Fena oldum.
Bir kere bile çıkmadı ağzımdan kucağımdayken bebeği eziyorsun vs gibi bir laf. Aksine devamlı, kucağımda ona hep yer olduğunu söylüyorum, kendisini kucaklayıp taşıyamasamda her fırsatta kucağıma almaya çalışıyorum. Yerde onunla oynayamasam da mutlaka benim de rahat oturabileceğim bir düzenek kurup devam etmeye çalışıyorum.
Ezmiyorsun, ezilmez o merak etme dedim, daha kucağımda çok yer var ikiniz de sığarsınız. Geri geldi çıktı kucağıma tekrar ama o arada dikkati de dağıldı,  gidip tahtasına bir at arabası çizmeye başladı..
Boğazımda yumrukla kalan ben oldum :)
Belki de onlar kendi dengelerini kendileri kuruyorlar zamanla. Biz yada şimdilik ben an azından, hissettiğim suçluluk ve eksik kalma korkusuyla onun dengesini kurmasına engel oluyorum..
Daha bir rahat olmak lazım..
Nitekim sabah Itır ve Arda'nın gönderdiği kitabı okurken, benzer cümleye orada da rastladık 'annelerin kucağında her zaman yer vardır' diyordu. Pek hoşuna gitti. Sanki doğrulandı söylediğim..
Neler olacak, yeni düzen bizim evimizde nasıl kurulacak, yaşayıp göreceğiz..




13 Mayıs 2013 Pazartesi

"Herkes salondaki eşyasını toplasın!" Gaddar anne söylemi mi?

Bir süredir sabahları Arda' ya yatağını toplatıyorum.
En başta bir iki sefer birlikte topladık. Sonra onun "herşeyi kendim yapabilirim" yaşı olduğu için, kendisi toplamaya başladı.
Tabii ki onun topladığı yatak, toplanmış olmuyor..
Ama ellemiyorum.. Zaten çok eciş bücüş olursa kendisi de beğenmiyor.. Bir miktar yardım istiyor hallediyoruz.

Asıl iş onu yatağın başına getirmek.
Bir tek bizim evdeki model mi böyle bilmiyorum ama bir şeyi binbeşyüz defa söylemeden yapması çok ama çok nadir oluyor.
Her sabah kurulmuş plak gibi konuşuyorum, sabah hazırlığımızı yapmamız lazım, önce banyoya, sonra yatağını toplamaya, sonra giyinmeye, sonra kahvaltıya, bıdı bıdı bıdı.. Kendi sesimden nefret ediyorum bazen.
Bu bıdıbıdı seansı kavga dövüş ve bağrışma şeklinde olmuyor ama olsun.
Sabah uyanınca evde dırdırlayan bir anne var işte!
Yazık aslında ne çok sıralı iş var yapılacak, hem de sabah gözünü açar açmaz..
Ama öte yandan babası ile benim benzer sorumlulukları yerine getirdiğimizi görmesini, o yatağını toplamak için debelenirken birimizin yatak odası topladığını birimizin kahvaltı hazırladığını farketmesini istiyorum.
Tembel bir çocuk Arda. Bunu kabul edip, onun ağırlığını, sallanmasını göze alarak, sakin kalmam gerekiyor.
Yatak toplamaktan çok daha çetin bir savaşı salona yayılan oyuncaklar için veriyorum aslında..
Yatak toplamak ve sabah hazırlığı kısmında kavgasız dövüşsüz bir rutine girmiş olsak da salondaki oyuncakları toplama konusunda Arda benden 1-0 önde.
Şöyle ki, akşamları yatmadan önce başlayan oyuncak toplama serüveni, ertesi sabah servis gelene kadar sürebiliyor. Birazdan toplarım, birazını toplayayım gerisini sabah toplarım, çok yoruldum toplayamayacağım.. gibi gibi bir sürü cümle kuruyor.
Hiç birimizin salonda eşyalarımızı bırakmadığımızı, topladığımızı, isterse kendi odasında istediği kadar dağılabileceğini söylediğimden beri de eğer azmedip toplarsa odasının ortasına bırakıyor ve odamı böyle bırakmak istiyorum diyor.
Tamam çocuğum bırak diyorum o noktada mecbur:)
Bu iş böyle sürüp giderken farkettim ki, salondan küçük parça oyuncak toplamamak için onlarla oynamayı bıraktı!
Odasına yayılmak istemiyor, bizimle de oynamasın ama yanımızda oynasın istiyor. Gel gelelim o başında saatler geçirdiği legolar, playmobiller ortada yok. Hatta daha az parçayı toplamak için koca parçalı eski legolarını bile getirdiğini gördüm ki, pes dedim!
Bu tembellik mi yoksa inat mı?
Çocuğumu biraz tanıyorsam bu inat ve ben o inattan giderek daha çok tırsıyorum..
Yani dörtbuçukluk bir cüce sırf benimle inatlaştığı için ve bunu ağlamadan kavga etmeden sürdürebilmek için, keyif aldığı şeylerden vaz mı geçiyor???
Daha önce benzer bir konuda çatışmış olmasak ve bunları kaldıracağım, hafta boyunca oynayamayacağız ihtarımı hiçe sayıp, gerçekten de ortadan kaldırdığım oyuncakları hafta boyunca bir kere bile arayıp sormamış olmasa, inadın da bu kadarı yok artık diyeceğim ama diyemiyorum..
Yatağını toplaması, eşyalarına sahip çıkması, yerine kaldırması ve benim bunları yapmasını rica ediyor olmam bence gaddarlık değil, alışkanlık haline gelmesi için biraz da gerekli..
Ama işi inada bindirip, kendi keyfinden vazgeçiyor olması biraz canımı sıkıyor.. Beni onu keyif aldığı şeylerden mahrum bırakıyormuşum hissine sürüklüyor.
Nitekim bu akşam da yatmaya hazırlanırken gel de halıdaki oyuncakları toplayalım dedim. Şimdi bundan bahsetmeyelim , sabah konuşuruz dedi, iyi mi??
Olur çocuğum sabah konuşuruz..







LinkWithin

Related Posts with Thumbnails