30 Nisan 2011 Cumartesi

Mola

Son bir kaç haftasonudur çok yorulduk. Oraya koş buraya koş, mutlaka yapılacak bir iş, uğranacak bir yer,,
Üç kişilik ufacık ailemizin her ferdi bu koşturmadan yorgun, gergin, kendini dinlemeye ihtiyacı tavan yapmış bir haldeydi,,
Hızlı ve büyük adımlar atıyoruz bu aralar, kafamız da dolu ve yorgun haliyle,,
Geçen hafta sonu evin cücesinin bize , bizim de ona yaşattığımız gergin anların anısı geçmemişti tüm hafta,, Pazar günü Iraz konuştu biz dinledik karı-koca, bildiğimiz şeyleri hatırladık, bir kaç not ekledik yanlarına,, İyi geldi ama dinlenemedik işte, ne kendimiz ne ruhumuz..
Vee bu sabah uyumuşuz!
Evet itiraf ediyorum MT' yi kaçırdık!
Ailecek uykuya yenik düştük ve 2.5 senedir belki de ilk defa ailece 10' a yakın saatlerde uyandık!
Uykusunu sonuna kadar alan sıpa, evden çıkma koşturmacası da olmayınca gerçek haline döndü. Mutlu, keyifli, çok geveze, itirazları makul, iknası daha kolay, iletişime geçilebilen bir hal alıverdi.
Tahmin ediyorduk zaten onun bu huysuz ve iflah olmaz inatçı halinin nedeninin bitmek bilmeyen koşumuz olduğunu da, bire bir yaşayarak öğrendik.
Öğleden sonraki 2,5 yaş kontrolü, pek renk vermeyen doktorumuzu bile dile getirdi. Şimdiye kadar bol azar ve ders notu ile çıktığımız kontrollerden, böyle devam, çok mutlu oldum bu halinizden notu ile ayrıldık.


Mayıs ayı öyle dolu, öyle gür ayak sesleri ile geliyor ki..Allahtan hepsi keyifli, hepsi yüz güldüren planlar şimdilik.
Yine de hafiflemeye, sakinlemeye, yavaş hareket etmeye kararlıyız karı-koca.
Önce kendimiz, sonra Arda için, daha molalı gitmeliyiz günlük hayatta,,
Biz dolarsak, O' nun o küçücük sabır kabının boş kalması mümkün mü?
Önce biz boşalacağız, önce biz gevşeyeceğiz ve ne yapıp ne edip önce biz kendimize ait aralıkları yaratacağız.

Paylaş

21 Nisan 2011 Perşembe

Ne güzel bir şey lego denen şey..

Kim bulmuş legoyu?
Açıkçası iki satır da olsa google a yazıp , okuyasım yok.
Legoyu kim bulmuşa gelene kadar on yüz milyon şey var aklımda yapılacak. Dün akşam kocaya ağlıyordum, günleri uzatsınlar diye..
Ama kim bulmuşsa, acaip bir buluşa imza atmış derim.
İnsanın birbirine ekledikçe ekleyesi geliyor.
Bir de şurasına şunu eklesem diye diye bir bakmışsın oyuna dalmışsın.
Sonra etraftaki sessizliği farkedip kafayı kaldırınca, bir bakmışsın cüce de kendi oyuncaklarını yapıvermiş..
Vallahi de billahi de benim yaptıklarım ucube onunkilerin yanında.
Aklıma bir şey gelmiyor, üst üste ekleyip, soyut heykeller çıkarıyorum ortaya. Çocuğum ise gayet somut! Son günlerinin favorisi çöp kamyonu ve çöpçülerini hayata geçirmiş.
Bir başka akşam da okuldaki kahvaltı masası ve arkadaşlarını yapmış. Öyle diyor...
Kamyonu babadan kopyaladı onu biliyorum da masa tamaaamen kendi buluşu,, Adamları oturturken diğerlerinin yıkılması onu baya baya uğraştırdı, oyaladı..

Oğlumun Cancan' ı sen nefret ettin biliyorum ama iyi ki bir ara o legocuyu kendine kariyer basamağı yapmışsın, duacıyız :))
Bir de şu kodlarına yazılmış olanlar mevzuu var.
Arabaların yüzüne bakmayan çocuk, bulduğu her yüzeyde araba sürmekte şu aralar. Yol bulamayınca eski yöntem tuvalet kağıdından yol yapmış kendine, ama acıdım bu sefer, yııtılıo ama anne buu diye çok yakındı, gaddar anne eli değip bir yol, bir ray alamadı çocuğa

Çöpçü de oluyor sıkça, meslek seçimi şahane.
İlk arabam oyuncağı yürümesine yaramadı ama çok güzel bir çöp kamyonu oluverdi. Arkasına tırmandı mı, oldu sana çöpçü amca..Tek sorun evin her yerine bir şeyler atacakmışız, o da toplayacakmış çöpçü amcalar gibi.. Evin için buruşturulmuş peçeteden geçilmiyor..
Sen ne dersen, ne sunarsan sun, o sırası geleni, içinden geleni yapıyor işte,,
Biz de peşine takılıp çocuklaşıyoruz , çocuk olmaya çalışıyoruz çokça..

Paylaş

15 Nisan 2011 Cuma

Tıyayam Tıyayam Tıyayaam Tam Tam

Arabamı sattım, otobüse geri dönüş yaptım, iyi yanı kitap okuyorum yolda!! Yaşasın!
Kargocularla kavgalıyım,arkadaşımın Tchibo'dan benim adresime gönderdiği kargosu bir haftayı geçti elime ulaşmadı..
Hava bir türlü ısınamadı, her sabah azcık güneş görüp incecik çıkıyorum, akşama donmuş olarak giriyorum eve, nitekim gel hastalık geel geel diye çığırmaktayım ama ne yapayım çok sıkıldım koca montların içinde gezmekten..
Hafta geçmek bilmedi,bugün Cuma ama akşamı edecek sabrım bile yok, gözüm hep saatte, hiç iş yapamadım sabahtan beri ..
Aslında pek güzel şeyler de oldu da bardağa boş tarafından bakarsan hep boştur ya , bu hafta öyle yan yan bakıyorum bardağa ben..
Pazartesi arabamı son hız satıp işe koştum ki masamda bir paket, "Alya arkadaş" oğluma bir kitap ile pek güzel bir resim göndermiş :) Nasıl boğucu bir gündü, nasıl içim açıldı paketi açınca. İçinden bir de bir türlü bulamıyorum dediğim kitap çıkınca , çocuklar gibi sevindim. Birisinin senin yakınmanı ve seni hatırlaması kadar güzel bir şey var mı?
Açtığım gibi de geri paketledim. Akşama doğru da Alya' nın bir fotoğrafını basıp götürdüm paketi Arda' ya. Sana göndermiş dedim, bak gel başka fotoğraflarını da göstereyim sana.
Resmi panomuza astık, her sabah bakıp "pon pon da yapıştıymış anneee" diye seviniyor :) Arada gidelim mi Alya arkadaşa diye soruyor, ardından ekliyor "hani hediye döndeymişti ya banaa" , ben bilmiyorum ya hatırlatma ihtiyacı duyuyor çocuk :)
On yüz milyon kere teşekkür Esra' ya ve Alya' ya.. Her sabah kulaklarınızı çınlatıyoruz biz, çınlıyor mu ? :)
Sonra tıyayam tıyayam tıyayaam tam tam diye şarkı söylediği ve çekmeyi başarabildiğim bir video var, günlerdir yükleyeceğim de Yapıncak' a göndereceğim de oooff off.. Elime yapıştı kaldı.
Üstüne dün akşam bir de piri piri pam pam ekledik yanına.. Artık kesin göndermeliyim, kesin..
Paulo Coelho-Elif ve Çocuklarla El Ele Ebeveynliği aynı anda okuyorum.
İkisi de içimde tellere basıyorlar tın tın..
Acaba ondan mı geçmiyor hafta hı?

Paylaş

11 Nisan 2011 Pazartesi

Bu çocuk da kim böyle?

Önü arkası var tabii bu yaşadığımızın, tıkalı bir burun, hafif kırık bir vücut, bir gece önceki uykusuzluk ve bir önceki gün gördüğü çarpışan arabalar..
Açık hava planı ile evden dışarı çıkıp tepemize dolu yağınca sığındığımız yerde yine çocuklara oyuncaklar vardı. Heryerde varlar.. Arabalar uçaklar tepesine binince iki ileri bir geri sallayıp duruyorlar sıpaları.. Annem Arda' yı bindirirken ben de azıcık etrafa bakındım derken, dolu kesildi güneş açtı haydi dedik gidiyoruz.
Hayır dedi Arda, çarpışan arabalara binicem. Onlar senin için büyük , bak abiler ablalar biniyor istersen gel şuradakilere bir kere daha binelim demeye kalmadı ağlamaya başladı.
Ve o ağlama ile ben anladım ki ben terrible two filan görmemişim.
İkna, dikkat dağıtma, başka oyuncaklar hiç biri kar etmedi ve bir kaç dakika sonra aslında ağlama nedeninin sadece bana direnç göstermek olduğunun farkına vardım.
Kucağımda kıvrılan kendini yerlere atan, beni bırak diye bağıran, çığlık atan bir çocuk vardı. Annem şaşkın, ben hiç böyle bir şey yaşamadım diyor, sizin sokakta ağladığınızı görmedim ben filan diyor ..
Bu arada Arda beni bıraaak, gideliiim , bineliiim diye deli divane ağlıyor. Bir an kucağımda tutarak güç mü kullanıyorum diye aklımdan geçiyor. Yere bırakmamla geri koşması bir oluyor. Ama ben bir kere hayır demişim. Gideceğiz demişim. Geri de dönemiyorum. Bir şekilde ağlayarak ve o binayı inleterek arabaya ulaşıyoruz.
Sakinleştirmeye çalışıyorum, hayır dönelim, binelim..Arabaya sokmak koltuğuna oturtmak filan mümkün degil.
Anneme sen bekle biraz diyorum. Arka koltuğa oturup onu kucağıma alıyorum. Seviyorum, öpüyorum, anlatıyorum, bisiklete binmeye gideceğiz bak güneş açtı, kumlar var park var vs.. Susuyor dinliyor.Konuşmam bittiği anda ama uçak kaldı diyor uçağa binmedim ve ağlamaya geri dönüyor. Uçak mı ? Ben çarpışan arabalarda kalmıştım? Kafam iyice karışıyor.
Bir şekilde koltuğuna oturtup eve doğru dönüyorum. Arda hala ağlıyor, hatta böğürüyor diyebilirim..Uçak kaldı uçaaaakkk...Annem arkada konuşma çabasında, yazık.
Eve girdikten sonra da bir süre ağlıyor. Sonra ağlamaktan yoruluyor. Gözler şiş, ses kısılmış, arada susup susup uçak kaldı ama diye büzülüyor dudaklar, tekrar başlıyor ağlamaya.. Aklımıza gelen her türlü değişik şeyi öneriyoruz ama yok.
Sustuğu bir anı yakalayıp Arda' cım ağlarken ne dediğini anlayamıyorum. Bana söyler misin sen ne için ağlıyorsun diyorum. Uçak kaldı ama diyor.
- Uçağa binmek için mi ağlıyorsun Arda?
- Evet
- Ama bana çarpışan arabalara binmek istiyorum dedin annecim.
- Ama onna büyüüü, abiley ablalay için..
- Sen binebilir misin peki onlara? ( emin olmaya çalışıyorum )
- Ben uçağa binceem, dideeliim, uçağa dideliim :( ve tekrar ağlamaya başlıyor.
Tamam diyorum dinle beni.
-Burada yakında bir yerde uçak var. Şimdi seninle gideceğiz. Oradaki uçağa
bineceğiz, sonra da oradan çıkıp pazara gideceğiz. Tamam mı?
-Tamam , helitoptey de vaaay!
-Peki tamam helikopter de var. Ama bir daha böyle ağlamak yok, SADECE uçak ve helikopter , sonra pazar anlaştık mı?
-Anlaştık.
Anlaştık mı acaba gerçekten? Bunu yapmam gerekiyor mu? Yoksa akşama kadar durup durup uçak diye ağlasın ben de bekleyeyim mi? Nedir yani? Oraya gidince bunları unutur mu tekrar krizi başa sarar mıyız acaba?
Bütün enerjim tükenmiş elim kolum düşmüş bir şekilde tekrar çıkıyoruz yola.
Gerçekten de sadece uçak ve helikoptere binip pazara gidiyoruz.
Ama o geçirdiğim bir iki saat beni çok ama çok yoruyor.
Beynim patlayacak gibi çalışıyor.
Çok mu komplike şeyler söylüyorum acaba ikna için?
Aklıma her geleni panikle sıraladım ama acaba henüz 2,5 bile olmayan bir çocuk jetonumuz kalmadıdan anlar mı? Ya da gitmemiz gerekiyordan?
Anlamıyorsa eğer bana nasıl para verelim abiye bize jeton versin diyebiliyor? Her söylediğime bir çözüm ile geri geldiği için ben onun herşeyi anlayabileceği yanılgısına düşüyorum sanırım, evet evet böyle..
Yok hayır..
Peki doğru mu yaptım ben şimdi? Bir saat ağlasın sonra tut başka bir uçağa götür.. Ne bu şimdi?
Üzerinden 24 saat geçti ama benim kötü hissiyatım geçmedi..
Bir kaç ay hatta bir iki hafta öncesine kadar bir şekilde dikkatini dağıtabildiğim sıpanın yerinde, her söylediğime bir cevap veren, kendince çözümler bulan bir cüce duruyor. İnat ediyor üstelik, unutmuyor..
İstemediği bir şeyi yapması için ısrarcı olursam karşıma geçip yapmıcam işte diyor. İşte?
Ben böyle karar verdim diyor . Karar vermek?
Çok fazla sorguluyorum bazen kendimi.
O anda bile milyon şey geçti aklımdan hengisi doğru ne yapmalıyım, sinirime yenilmemeliyim diye.
Bu da fazla belki..
En doğrusu belki benim için doğru olan, içimi rahat ettiren çözüm,,İlla en doğru olanı yapmaya çalışmak da bir manyaklık değil mi yeri geldiğinde? Üstelik doğruluktan kasıt ne? Neye göre doğru kime göre doğru?
Sokakta ağlaması vs umrumda değil, takılmıyorum pek etrafıma, ne derler , kim bakar diye. Ama o kadar totosunu yırtınca, kendime döndüm elimde olmadan,ne yapmalıyım, nasıl yapmalıyım diye..İçim acıdı, boşuna döktüğü gözyaşlarına, boğazını acıtacak kadar bağırmasına..:(
Sonra akşam hastalık arifesine adım adım yaklaşırken, koca kadınsın şu çocuğun kırgın olduğunu, halsiz olduğunu, normalden fazla tepki verdiğini düşünemedin dedim kendime.
Dedim ya hiç böylesini yaşamamıştık. Tutturduğu ağladığı anlar oluyor, olmaz mı? Ama bu kadar uzun bir inatla, bu kadar isteğinde ısrarcı ve net olmamıştı.
Peki sonra ne oldu?
Ne olacak pazar dönüşü anneanne ile girdi mutfağa yemek yaptı, eğlendi oynadı, ne uçak kaldı ne helikopter, geride bir tek baş ağrısını dindirmeyi başaramayan bir anne kaldı :)

Paylaş

8 Nisan 2011 Cuma

Alfabenin yarısı yok ama söyleyecek öyle çok sözü var ki..

Yaklaşık böyle bir manzaraya bakan cüce:
" anne bataymısın, demiyi ne düzel yapmışyaay, ısıtlayı vaay, tıytıl dibi! :))"

Paylaş

7 Nisan 2011 Perşembe

Tarçınlı Kurabiye

Şu aralar bir toz şeker krizi yaşanıyor bizim evde.
U-nu-tu- yo- ruz.
Kimsenin aklına toz şeker almak gelmiyor.
En az haftada bir kere okula kek börek çörek gönderen biri olarak, çok az da kullansam toz şeker kullanıyorum. Herşeyin içine pekmez vb şeyler koyulamıyor tatlandırmak için.
Mutfağa girip iki adet yumurtayı kırdım ki aa şeker yok!
Saat komşudan almayı, bakkaldan istemeyi de çoktan geçmiş, pudra şekerine bir dönüş yaptım mecburen. İstemiyorum aslında çünkü pudra şekerinin içinde nişasta var.
-yarım bardak pudra şekeri
-2 kaşık hatta biraz daha fazla tereyağı
ve yumurtaları karıştırıp sarı bir krema elde edince de üzerine
-kabartma tozu ve un
koydum.
Şekeri az bunun bari tadı olsun biraz diyerek bir tatlı kaşığı tarçın ekledim. Zaten kullandığım un da mısır unu ve glutensiz un karışımı olunca garip renkli bir hamur çıktı ortaya.
Bari şekli şirin olsun dedim penguen kafalarından kalıp bastım üzerlerine. Pişince penguene benzer halleri de kalmadı, halbuki ben çok eğlenmiştim kalıpları basarken..
Eee şimdi penguenler de gözükmüyor deyip yine bir tatlı kaşığı pudra şekeri ve kakaouyu karıştırıp üzerlerine serptim, ertesi sabah olduğu gibi hepsi okulaaa..
Akşamüstü okuldan bir telefon:
- Zeynep Hanım kaç zamandır anlatacağım unutuyorum, sizin gönderdiklerinizi çocuklara dağıtırken Arda' yı görmeniz lazım. Çok mutlu oluyor!
Benim eteklerim zil çalıyor tabi sevinçten bu arada, Arda' nın evden getirdiği şeyleri paylaşmaktan hoşlanması, herkese vermesi ve bundan mutlu olmasından daha güzeli yok o anda. Bir kaç detay daha alıyorum duruma ait ve hemen arkasından can alıcı soru geliyor:
- Bu son gönderdiğiniz kurabiye ile bir önceki sefer gönderdiğinizin tarifini bize de verir misiniz?
- Ee tabi diyorum hatırladığım kadarı ile yazar gönderirim.
Telefonu kapatınca hatırlıyor muyum acaba diye bir düşünüyorum , hatırlıyormuşum :)
Akşam çantadan da aynı not çıkıyor, lütfen tarifleri gönderir misiniz diye.
O zaman bana da bu uyduruk tarifleri yazmak farz oluyor.
Hem yazıyor hem soruyorum kendime: "Bir gün çocuğumun okulundaki öğretmenlerle kek börek tarifi paylaşacağıma kim inanırdı? "
:)

Paylaş

5 Nisan 2011 Salı

5 Nisan

5 Nisan , iki doğumgünü demek benim için, bir de eski senelere ait bir kabristan ziyareti anısı.
Dün elim gitmedi ne yazmaya,,
12 sene olmuş uçup gideli.. Şimdi yaşasaydı 32 yaşında genç bir adam olacaktı diyorum hep. 12 senedir aklıma gelmediği tek bir gün yok, tek bir gün bile..
Annemin evi, benim evim ufak tefek anılarla dolu ondan ve ailesinden kalan. Yıldız Teyze' nin anneme hediye ettiği minik sosluklar evin en değerlileri arasında. Kaan' dan bana kalan oyuncaklar, tshirtler, minik biblolar, kitaplar, neler neler.. Bir de hala bile açıp bakmaya bazen içimin dayanmadığı fotoğraflar..
Diğer doğumgünü ise hayatımda tanıdığım, en ince, en nazik, en düşünceli insanlardan, en yakın dostlarımdan birine ait. Onunla tanıştıktan, günler geceler geçirdikten çok çok sonra, en sonunda bir gün sinirlendiğine, bir başkasına çok kızdığına ve arkasından söylendiğine şahit olmuştum. Çok şaşırmıştım. O sanki hiç kızmazdı, kimse hakkında kötü konuşmazdı da bu bir ilkti işte..
Kim kalkar da kendi doğumgününde sizinle kabristan ziyareti yapar? Hem de gencecikken, kim sadece arkadaşı yalnız gitmesin, çok üzülmesin ve bir de orası dağbaşı diye düşünerek ona iyi ki doğdun dedikleri bir günde , bir başkasının ölümünü anar?
Sonra çok seneler geçirdik birlikte, iyi günler, kötü günler yaşadık. Anladım ki herkes yapmaz, yapamaz. Şimdi çiçeği burnunda bir evli olarak uzaklarda, deli divane çalışmakta. Dün gece, kendi doğumgününde bile bir otelde yalnızmış iş nedeni ile, hiç kıyamadım..
Birine upuzun, çok mutlu bir hayat, diğerine huzurlu uykular diliyorum.
Şimdi düşündüm de onlar birbirlerini hiç tanımamış bile olabilirler,
ama ben ikisini de iyi ki , iyi ki tanımışım..

Paylaş

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails