29 Ağustos 2013 Perşembe

Ve CanCan doğar - 2

İlk yazı burada

Evet aklım Arda'da kalmıştı.
Pazartesi sabahı doğuma gireceğim belli olmadan bir iki gün önce Arda' ya laf arasında "Bebeğin doğmasına çok az kaldı. Doğacağı gün uyandığında biz evde olmayacağız. Sen babaannen ile kahvaltı edip okula gideceksin. Sonra akşam olmadan baban seni alacak ve hastaneye bizim yanımıza getirecek. Bebek de doğmuş olacak göreceksin. " demiştim. İki gece de hastanede kalacağımı eklemiştim.
Laf arasında söylemiştim çünkü bir girizgah yapsaydım, olayın önemli olduğu havasında konuşsaydım bu Arda için kafasında kurulacak, hayal edilecek, büyütülecek ve belki de endişelenilecek bir konu haline gelecekti. O' nu hazırlamanın en iyi yolu olağan gelişim içinde son ana varmadan ve abartmadan kısaca anlatıvermek oluyor hep.
Nitekim Pazar günü de bir aralıkta "Annecim yarın kardeşin doğacak, sabah evde olmayacağız.." Diye başlamıştım ki lafı ağzıma tıktı." Tamam anne biliyorum babaannem beni servise bindirecek, sonra da hastaneye geleceğim." Daha fazla üstelemedim, çocuğa aynı şeyi bin kere söylemenin de manası yoktu. Anlamıştı..
Yine de işte aklım Arda' da kalmıştı..
Tüm hamilelik sürecinde de düşündüğüm bebekten çok Arda idi aslında. Hani o gözünün önünde ya, daha gerçek ve daha hayatına ortak.. Onun için endişelenip onun için plan yapıyor insan. İlk çocuktaki gibi tek odağın karnındaki bebek olmuyor. En azından benim için öyle oldu.
Can doğup da ben hastane odasına geldiğimde işte, aklımda Can' dan çok Arda vardı.
Sabah babaannesine hiç sorun çıkarmamış, kahvaltısını edip servise binmişti. Servise daha binerken de benim kardeşim oluyor bugün diye bütün servisi haberdar etmişti.
Şimdi hala uyuşuk ve kafam iyiyken bunlar iyi gelen haberlerdi :)
Öte yandan odaya gelmemle Can beyi memeye dayamamız bir oldu. O da pek bir açmış sağolsun uğraştırmadı bizi. Sonra düşününce farkettim ki sütüm gelecek mi, bu bey emecek mi diye de hiç düşünmemiştim. Herhalde Arda bana meme emme konusunda zorluklar yaşatsaydı bunlar daha ilgi alanımda olurdu. Çok şükür ki Can da düşündürmedi  ilk anda.
Şimdilerde tam bir ayını doldururken ise meme emerken onu zorlayan gaz ağrıları haliyle beni de zorluyor. İnatla emse de, meme saatleri son bir haftadır ufak savaşlar halinde sürüyor.  Gazlı bebek ve onun meme ile imtihanı  hiç yaşamadığım bir deneyim olsa da bugünlerin geçeceğini bilmek içimi rahatlatıyor, onunla beraber gaz ve meme savaşına ben de katılıyorum.
Gün içinde gelen giden, kapımızdan ve telefonumuzdan hiç eksik olmayan dostlarımız arasında zaman geçti ve akşamüstü benim yorgunluğum su üstüne çıkarken Arda geldi. Tam da Can memede idi ve odada sevdiği bütün insanlar vardı.
Odaya girince gözlerindeki heyecan ve mutluluğu bir daha görebilmeyi çok ama çok isterim.
Neyse ki Çağlar bizi kareye sığdırmak yerine O'nun mutlu ifadesini anlık da olsa yakalamış ve bize o ilk karşılaşma anına dair çok güzel bir anı kalmış.

Mutluluğun sebebi bir kardeş ve onun getirdiklerinden çok, anne babanın ona söylediklerinin birebir doğru çıkmasıydı belki de.. Tam da dendiği gibi okula gitmiş, babası onu almış, hastaneye getirmiş ve annesi ile kardeşi olan minik bebek burada onu bekliyorlardı.
Kimse abi yakıştırması yapmamış, herkes onu sadece bir kardeş sahibi olduğu için tebrik etmişti. Gururluydu yani..
Önce geldi Can'a baktı, küçüklüğüne hayret etti, sonra elimdeki damar yolunu farketti. Acımıyor dedim merak etme.
Ve odaya geldiğinde Can ' ın memede olması da olağan birşeydi aslında. Bebekler meme emerdi. Yani şansına onun aklında kurduğu tüm manzara beklediği gibi onu karşılamıştı. Bu onun için de bizim için de şanstı, mizansen yaratmamştık. Ve sonrası Arda' nın Can ' a bağıra  çağıra iyi ki doğdun şarkısı söylemesi, arada yüksek sesi yüzünden birbirimizi duyamaz oluşumuz ve oda dışına gönderişimiz, bu işkenceyi hemşirelerin çekmesi olarak devam etti. Barış'ın gelmesi ve ikisinin savaşçılık oynamak üzere hastane bahçesine yollanmaları ile ortalık duruldu.
Eve sorun çıkarmadan döndü.
Hiç de korktuğum gibi olmamıştı.
Ertesi gün kuzeni Ege abi gelecekti ve ben Arda' nın Ege 'yi görünce hastaneye gelmek istemeyeceğini düşünmüştüm. Hatta Çağlar' a okula Arda' yı almaya Ege ile git. Böylece buraya gelmek istemez sen de bir kez daha gel git yapmazsın demiştim ama olmadı. Babası okul çıkışında hastaneye annen ile Can' ın yanına mı gitmek istersin yoksa eve Ege ile oynayama mı dediğinde önce hastane sonra ev diyerek beni ters köşeye yatırdı. İtiraf ediyorum o akşam odaya geldiklerinde çok şaşırdım. Neyse ki ayaktaydım ve biraz oynadık birlikte. Yine sorunsuz döndü eve.
Ertesi gün eve dönecektik ve evde neler olacaktı merak ediyordum.
O günden bugüne herhangi bir kriz, taşkınlık, kıskançlık belirtisi vs birşey yaşamadık. Evde bir bebek var ve anne çoğunlukla onunla olmak zorunda, bunu sanki kabullenmiş gibi..  İçim ezilmiyor değil.. Akşamları yatarken iki elim kanda olsa da onu yatırmaya çalışıyorum. Küçük sıpa biraz bekleyebilir..
Elleme, yapma, etme demiyoruz.. O da çok yumuşak ve zaten bütün ilgisi Can'da değil. Hele sus sessiz ol hiç demiyoruz, çünkü Arda sesli bir çocuk. Yüksek sesle konuşan her an şarkı söyleyen, gürültülü yaşayan bir çocuk. Yeni gelen minik seste uyumaya, abinin hareketinden etkilenmemeye alışmak zorunda. Yada başka bir çare bulmalıyız. Diğeri uyusun diye bunun şarkısını bölmek, sonuçta o da henüz çocuk olduğundan, mantıklı gelmiyor bana.
Ama hem Çağlar hem de kendi adıma itiraf ediyorum ki, Arda'nın evdeki enerjisi, yüksek sesli oyunları Can'a koymuyor ama bizi yoruyor..
Özellikle herkesin yorgunluğunu hisetmeye başladığı ve yemek- banyo-uyku düzenine geçmeye çalıştığımız akşam saatlerinde anneee satranç oynayalım mı, baba legolarla oynayalım, annee ben kuvete girmek istiyorum diye devam eden taleplere bir de salonun ortasında kurulan sahneler tiyatrolar eklenince zorlanıyoruz..
Böyle zor anlar gündüze denk gelirse en iyi çözüm hemen yanına bir arkadaş bulmak oluyor. Park bahçe de bazen işe yarıyor.
Zaman zaman boyundan büyük laflarla, yaşından beklenmeyecek olgunlukta cevaplar aldığımda ise acaba içten içe kırgınlık, kızgınlık, kıskançlık hissediyor da adını mı koyamıyor, içinde mi patlıyor diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
İki kere çok yoğun yaşadım bu duyguyu.
Birinde Arda'nın çok uykusu gelmiş ama yatmak için beni bekliyordu. Can'ın ise doymak bilmediği bir meme seansı idi ve Arda ayakta uyur bir halde beni koltuğun kenarına oturup bekledi. Gidip yanyana yatınca annecim dedim, Can çok küçük ve herşey için bizim yardımımıza ihtiyacı var. Karnını doyurmak için bile o yüzden beklettim seni. Bana dönüp "Anne , böyle bir sorunumuz yok ki" dedi!
Ve ben bir yetişkin tarafından terslenmiş gibi afallayıp tabi yok ama işte vs diye geveledim lafı..
Diğerinde ise sabah okula gitmek üzere iken " Anne Can'ın evde yalnız kalamadığını biliyorum. Bir sabah ona babam baksın da beni okula sen götür" deyince, bir de orada fena oldum işte. Düşünmüş, çare bulmuş öyle gelmişti..
İşte o düşündükleri umarım içeride bir yerde birikmiyordur..Ve gelecek günlerde başka şekillerde karşılaşmayız onlarla..
Bunlar benim anne endişelerim. Bunları bir kenara bırakırsak, şimdilik bizim evde iki çocuklu hayat bizi çok da dağıtmadan gidiyor.
Bir hafta sonra Arda yeni okuluna başlayacak, yepyeni bir düzene geçecek.Belki o zaman dengelerimiz biraz değişecek ama şimdilik iyiyiz :)

21 Ağustos 2013 Çarşamba

Ve CanCan doğar..

CanCan hayatımıza gireli 25 gün oldu.
Çok direndim bu sefer erken doğmasın diye, hem minimumda hareket ederek hem de doktorumu iknaya çalışarak bu sefer çok direndim ama olmadı. Benim oğlanlar 36. haftada arıza veriyorlardı. Anlamıştık.
O haftaya kadar çoktan doğum pozisyonu almış, kasıklarıma ve eski sezeryan dikişime baskı yaparak beni zorlayan bebek bir günün içinde ters döndü. En son 35+4 .günde kontrole gidip nst ye girdiğimde -ki günlerden Pazartesi idi- evet çok aşağıda, suyu da biraz az ama bekleyebiliriz diyen doktorum, perşembe günü beni tekrar görmek istediğinde Can kafasını yukarı döndürmüş, aynı abisi gibi kordonunu koynuna, boyun altına almıştı.
Suyunun azalması filan önemli değil dedi doktorum. Ama haftalardır kasıklarını zorlayan, dikişlerini bereleyen bu sıpa olur da makat geliş doğmaya kalkarsa ki, açılmam da vardı, bu kordon yada el ayak sarkması gibi büyük risklere sebep olur. Çok fazla bekleyemeyiz dedi. Baş aşağı dursaydı ve doğum başlasaydı tamamdı, ama böyle olmaz dedi. Küvez çok tatsız bir deneyim, kabul ediyorum ama bu sefer ihtimal çok düşük diyerek biraz olsun hem ikna etmeye hem de empati yapmaya çalıştı.
Bir yerden sonra cevapsız kalıyor insan. Anti-tez üretemiyorsunuz. Arda' nın küvez günleri aklıma geldikçe şişiyordum. Herkesin doktorum dahil tek tesellisi bu bebeğin daha iri olması, ve Arda gibi çok erken haftalardan başlayan sorunlar yaşamamış olmasıydı.
O günkü kontrolden sonra Cuma ve Cumartesi de hastaneye gidip geldik. Nst ye girdik. Belki tekrar döner diye bir umut bekledik. Bu arada akciğer sorunu yaşamayalım diye surfaktan iğnelerini oldum. Ama özellikle Cuma gecesi, hareketleri yavaşlayıp, Cumartesi sabahı da hiç ses vermeyince, erken saatte soluğu hastanede aldık. Artık diyecek sözüm kalmamıştı, Nst de yanımıza gelen doktorum,çok kesin bir ifade ile  siz burdan anesteziye gidiyorsunuz ve Pazartesi sabahı doğum için buluşuyoruz dedi ve konuyu kapadı.
Cumartesi hastaneden çıkışta sabah yatağından kaldırıp uyur uyanık sokağa çıkardığımız sıpamızla kahvaltı ettik. Çocuk işte neşesi bozulmuyor ya kolay kolay, ne güzel :)

Sonraki günü anlamsız bir rahatlık içinde geçirdim. Bence herşey yolunda gidecekti ama gitmezse de bu dünyanın sonu değildi , yaşamış ve görmüştük. Cumartesi günü ve geceyi arkadaşlarımızla geçirdik, Pazar sabahı kuaföre gittim sonra sahile indik. Arda, Demir ve Barış'a doydu, uzun uzun oynadılar. Pazar gecesi ben hariç herkes için çok gergin bir akşamdı. Neyse ki uyku pek güzel bir şey:)
Pazartesi sabahı hastaneye girişimiz ve ameliyathaneye gitmem çok kısa süre içinde oldu. Epidural istemiştim, yanıma her gelen genel mi epidural mi diye soruyordu ve bir an vazgeçmeyi bile düşündüm, yat uyu olsun bitsin diye geçti içimden. Ama yüzünü görme isteği ağır basıyor, yediremedim kendime
Geveze ötesi bir anestezi asistanı beni lafa tutarken, epidural takıldı, bebek hemşiresi ve çocuk doktoru ekibe katıldı, tanıştık ve doğum başladı.
Arda zaten güç nefes alıyordu doğduğunda, ağlayamamıştı bile. Bunun koca sesini duyduğum anda küveze filan gerek olmayacağına emin oldum bir anda. Doktoruma seslenip "bu ağladı!  "dedim ,güldü haliyle..
Birazdan yanıma akça pakça pembe suratlı şeyi getirdiklerinde bu sefer başka bir şokla "aa bu beyaz
"deyince bu sefer herkes gülmeye başladı. Ne de olsa diğeri anne karnından bile esmer çıkmıştı, en
son beklediğim şey beyaz bir oğlandı.
Onlar bebeği kontrole götürdükten sonraki süre zor geçti. Dikişlerin atılması çok uzun sürdü. Sol tarafım ile çok uğraştılar, bana da bebek çıktıktan sonra bir sakinleştirici verdiler, kafam bi dünya, soramıyorum da ne oluyor diye. Ama yattığım yerden tahmin ediyorum ki zedelenen eski dikiş yerim, çook ağrıyan sol kasığım bunlara sebep.
Odaya geldiğimde Çağlar ve annem Can ' ın sağlıkla yanımızda oluşundan rahatlamışlar, anlamsızca gülerek bana bakıyorlardı:)
Benimse aklım Arda'da, okula gitmiş mi, arıza çıkarmış mı, babaanneyi zorlamış mı? Hepsine hayır, gayet mutlu okula gitmişti, daha servise binerken kardeş haberini duyurmuştu.  Ohh bir rahatlama daha..
Şimdi farkediyorum ki, Can'ın kilosu boyu filan hiç umrumda değilmiş o anda. Çok sonra sorup öğrendim, yada söylediler. Sağlıklı, yanımda gerisi boş diye hissettim demek ki.
Ama Can oğlan ben merak edip sormasam da 36 hafta 4 günlükken, koca sesi, koca gözleri, 3126 gr ağırlığı, 50 cm boyu ile ailemizi dört kişi yaptı.

Şimdi sıra ayaklarımın açılmasında, bu beyaz oğlanın emmesinde ve akşamüstü Arda'yı aklım başımda karşılayabilmekteydi..


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails