20 Şubat 2014 Perşembe

Bir zamansız okuma hikayesi..

Arda, Can doğmadan hemen önce, yani yaklaşık 6 ay önce ilk okuma yazma sinyallerini verdi.
Bir akşam yuvarlak kestiği bir kağıdın üzerine 'ARDR' yazıp cd yaptım anne diyerek bana getirdiğinde ben de 'Arda cdsi mi yaptın?' demiştim. Bana hayır anne o ardrrrrr cdsi deyince benim de bir kaşım hafiften havaya kalkmıştı.
O akşam sen bana nil yazar mısın bir de top dedim. Nili yazdı topu yazamadı. Anladım ki sadece bildiği harfleri yanyana koyabiliyor ve oralı olmadım açıkçası.
Daha 5 yaşında bile değildi. Seneye öğrenmesi için çok vakti olacaktı ve öğrenmese en iyisi idi..
Sonraki haftalar çok hızlı ve çok yoğun geçti. İşte ben o arada, göbeğimi taşımaya çalışırken ve yaz sıcağını atlatmaya uğraşırken Arda'nın okuma yazma konusundaki hızlı adımlarını göremedim. Çocuğumu bu yolda gözden kaybettim aslında.
Taa ki Can pusette biz maaile parkta iken hepimizi durdurup bir bankın üzerindeki 'Kadıköy Belediyesi' yazısını okuyuncaya kadar.. Bundan sonrası çorap söküğü gibi geldi.
Önce okuldan aradılar. Okul yeni , o sıralar biz onları tanımaya çalışıyoruz onlar Arda'yı. Lafa siz Arda' ya okuma yazma mı öğrettiniz diye girince benim tepem attı. Kucağımdaki bebeği, hala üzerimde taşıdığım hamile giysilerini göremiyorlardı herhalde. İşim gücüm çok azdı ve bir de delirmiştim, oturup çocuğa okuma yazma öğretecektim.
Bu kötü girizgahtan sonra herkes birbirini anladı ve ortak noktada buluştuk. Arda' ya kimse birşey öğretmemişti. Hatta biz onun hızlıca okuma ve yazma aşamasına gelme sürecini kaçırmıştık. Bir hatamız varsa ancak bu olabilirdi. Bundan sonra ne yapmalıydık?
Öncelikle hiçbirşey dediler. Aferin demeyin, okumaya teşvik etmeyin, okumak isterse okusun ama siz ondan istemeyin. Okuma ve yazma eylemini aynı anda geliştirdiği için yazma konusunda da çok fazla yapacak birşey yoktu. Bunu konuştuğumuz sıralarda Arda'nın durumu gördüğü harfleri yavaş yavaş bir araya getirmek ve seslendirmekten ibaretti. Yani aslında okuduğunu anlama çabası içinde değildi.
Bu noktada çokça vakit geçirmesini umduk ve hep birlikte onu başka şeylere yönlendirmeye çalıştık.
Bunun nafile bir çaba olduğunu Çağlar da ben de biliyorduk aslında.
Arda gibi sevdiği şeyi sonuna kadar yapan, asla yarım ve peşini bırakmayan bir çocuk için yönlendirmeler pek de kolay olmuyordu. Biz bunu daha önce de denemiştik.
Nitekim olmadı..
Arda Ocak ayı itibari ile bize, bizim hızımızda olmasa da hikaye kitaplarını okuyan, ayrıca aklından geçirdiğini yazabilen bir noktaya geldi. Biz ona eskisi gibi hala kitap okurken, o da bize okumaya çalıştı.
Etrafında o kadar çok yazı ve çizi görüyordu ki okumasa olmazdı, böyle hissediyordu. Bir önceki postta da yazdığım gibi arkadaşı ile konuşurken bunu çok net ifade etti.
Peki erken okumayı ve yazmayı öğrenmek bize ne getirdi ve bizden ne götürdü? Ben işte işin daha çok bu kısmında takılı kaldım. Bence getirisinden çok götürüsü oldu çünkü.
Öncelikle yaşı icabı son zamanlarda her yerimiz kağıt her yerimiz boya.
Odasının yeri kağıtlarla kaplı. Masanın altı üstü her yer kalem ve boya. Çok dağınık ama o dağınıklığın arasında çizerken çok da mutlu. Bu tablo hala devam ediyor ama çizmeye olan merakının ilk safhalarında, Arda resim çizerek de birşeyleri ifade edebileceğini anlamaya başlamıştı. Aklına ne gelirse çizmeye çalışıyordu. Çizgisi de yaşıtlarına göre oldukça kötüydü ama buna takılmıyordu ve biz bu duruma seviniyorduk.
Ne zaman ki aklındakini yazabildiğini anladı o noktadan sonra her resmin kenarında köşesinde yazılar belirmeye başladı. Çizerek anlatamayacağını düşündüğü herşeyi yazdı resimlerin üzerine.
Bir süre birşey demedik, sonra yavaş yavaş resim denilen şeyin yazı olmadan birşeyleri anlatma yolu olduğunu söyledik kendisine. O da yazabileceğini kanıtlamış olsa gerek ki şu aralar tekrar sadece çiziyor ve boyuyor.
Daha önce yaşı gereği anlamakta zorlandığı şeyleri sorar, bizim anlattığımız kadarı ile yetinir kafasında toparlar koyardı bir köşeye. Ama okumak demek başka bir dünya demek. Evlerin camlarındaki kiralık- satılık yazılarından tutun da bir marketin adının neden 'şirin' olduğuna kadar dünya dolusu soru ile geliyor karşımıza. Bunlar kolay olanlar. Bir de zor olanlar var.
Yalnız dışarı çıktığımız bir gün girdiğimiz tuvaletteki ped çöpünün üzerindekileri okuyarak , ped ne demek, neden burada iki çöp var, oraya atmazsak ne olur gibi sorularla günün geri kalanını bana dar etti mesela.
Tabii ki öğrenecek, tabii ki soracak ama çocukların öyle bir soru üretme hızları var ki insan biraz nefes almak için durmak istiyor.
Alt yazılar, gazeteler, dergiler hatta bize ait kitapların arka kapakları.. Yakaladığı yerde başına oturuyor. Ona anlatamayacağınız, anlatsanız da anlayamayacağı milyonlarca soru beliriyor kafasında. Yaşına uygun şeyleri sunmaya çalışıyoruz devamlı ama şu anda ne sunsak yetmiyor sanki.
Öte yandan okuma hevesi ile asıl olayı ve konuyu kaçırması kısmı var ki, beni birkaç dakikadan sonra elimde olmadan en sinirlendiren şey bu. Giyiniyor mesela .. Hayır giyinmiyor, bacağına kolunu geçiriyor, kafasını başka yere sokmaya çalışıyor çünkü o anda gözü ya bir kitabın kapağında, ya da okuyabileceği herhangi başka birşeyde… Ve tabii işler uzuyor uzuyor..
Aynı şey zaman zaman siz ona birşey söylemeye çalıştığınızda da oluyor..
Ve tabii dananın kuyruğunun kopma yeri okulda işler giderek karışıyor.
Yarıyıl tatiline girmeden hemen önce öğretmenleri ve rehberlik servisi ile yaptığımız son görüşmede, hiç bir konuda problem yaşamadıklarını bir tek okuma ve yazma hevesinin bazı dersleri bölebildiğini anlattılar.
En basitinden hamurla oynuyorlar yada seramik yapıyorlar. Bunun eli işte gözü hamur kutusunun üzerini okumakta, seramik hamuru paketinin bıdık yazıları ile ilgilenmekte. Ve arkasından gelsin sorular o ne demek bu ne demek.. On beş çocuğun bir arada olduğu bir yerde öğretmen için zor olsa gerek..
İşte bu son görüşmede okuldaki ilkokul öğretmenleri ile görüşeceklerini, seneye sıkılmaması ve özellikle el yazısında bunalmaması için şimdiden bir tavsiyeleri olabilir mi soracaklarını söylediler. Bizim 'Arda sevdiği şeyi dibine kadar yapar, sevmezse yada yapamayacağına kanaat getirirse imkanı yok ilgilenmez' uyarımızı ve kendi gözlemlerini harmanlayıp ufak el yazısı çalışmaları yapmasının iyi olacağına karar verdiler.
Bugün 15 yarın 25-30 kişi olacak o sınıf. Yapması gerekeni red eden ve bunda ısrar eden bir çocuk istemezler herhalde. Şimdiden önlem alma çabası biraz..
Nitekim herşeyin bir zamanı var diye boşuna denmiyor. Erken yada geç olması bazen atlanması gereken engeller yaratıyor.
Biliyorum şimdilerde artık pek çok anaokulu okuma yazma öğretip öyle gönderiyor çocukları okula. Arda gibi nicesini ve daha fazlasını yapıp da gelenler var. Biz özel yada ilk değiliz.
Ama kendi özelimizde benim hoşuma gitmedi bu durum. Zorlanıyorum da üstelik. Sorularına doyurucu cevaplar vermeye, eline ne versem ilgisini çeker acaba diye aranmaya.
Ne şimdi oturup el yazısı için debelenmesini isterdim ne de okula başlamadan okuyup yazmasını. Herkesle birlikte kotarıp, başarmanın sevincini ve gururunu sınıfında yaşamasını dilerdim. Oyuna yoracağı kafasını okuduğu koca koca kelimelerin ne olduğunu anlamaya yormasını hele hiç istemezdim.
Onun için de doğru zaman buymuş demek ki.. Kendisi çok mutlu, notaların altında yazan şarkı sözlerini okuyabildiği için, yada filmlerdeki alt yazıların bir kısmını yakalayabildiği için.
Ben ise seneye karşılacağım türlü çeşitlilikteki zorluk için şimdiden siper kazıyorum..




18 Şubat 2014 Salı

Şaşkın Diyaloglar

Akşam okuldan eve kulağım acıyor, biraz da duymuyorum diye şikayet ederek gelen sıpaya sabah uyandığında sorduk:
- Arda acıyor mu kulağın?
- Yok acımıyor artık amaaa..
- Aması ne?
- Bugün de gözlerim görmüyor biraz benim!
- Sen bizimle dalga mı geçiyorsun?
- Ee evet yarın da ağzım konuşamayacak!

Saçlarını kuruturken aklı taa nerelerde konuştu:
- Anne, ben düşünüyorum da hangi meslek olacağımı bilemiyorum. Birsürü olsam?
- Olur ne olmak istiyorsun?
- Bilimadamı, ressam, müzisyen, heykeltıraş!!
 Çağlar'a dönüp "Duydun mu nedense hiç doktor avukat polis filan yok, ne iş?" dedim gülerek.
Bunun üzerine
- Anne! Onlar normal meslekler ben değişik bir şey olmak istiyorum!

Barış ve Arda odadalar ben de mutfaktan kulak misafiri:
B: Arda! Her sayfayı okuyorsun ben hızlı hızlı resimlerine bakmak istiyorum!
A: Ama ne yapayım?! Okunacak çok şey var, kitaplar, tabelalar, işaretler heryer heryer yazı dolu! Okumayayım mı ha? Okumayayım mı? O zaman neden yazmışlar??!!
B:...

Arabada babasının sakızından çıkan manide başgöz olmak yazıyordu, biz de takıldık:
- Arda seni de başgöz edelim mi artık büyüdün?
- O nee?
- Evlendirelim yani
- Anne ben daha çocuğum çocuklar evlenmez.
- İyi de hani her şeyi sen biliyorsun, her şeyi sen en iyi yapıyorsun, hani büyüksün sen, koca adam gibi konuşuyorsun.. Demek büyüdün, evlenebilirsin.. Var mı evlenmek istediğin biri?
- Yok. O kadar büyümedim daha. Büyüyünce biri ile tanışacağım, evleneceğiz, bebek doğduracağız, sonra aile olacağız.
- Hımm bebek olmadan aile olmuyor.
- Evet
Birkaç dakika sonra:
- Anne biliyor musun?
- Neyi?
- Çin'de sadece iki bebek doğdurabiliyorlar, üçüncü bebek doğdurmak yasak!
- ???!!!


LinkWithin

Related Posts with Thumbnails