27'den 30'a son üç haftada, bizim evden hastalıklar, arkadaşlar, vefatlar ve gündemin çırpıntıları geçti.
Gezi Parkı direnişinin başlangıcı olan o sıcak cuma gününü evde ateşli bir çocukla geçirmeye çalışıp da akşamına erkenden baygın düştüğüm gece, sabaha karşı, sitenin içinden geçen konvoy ve kornalar ile sıçradık.
O sıçrayış, o sıçrayış işte.. Gerisi malum..
Bütün bir günü ne telefon ne bilgisayar ne de televizyon yüzü görmeden geçirmiş biri olarak benim için olayın patlak verdiği an sabah saat 5'tir.
Sonrasındaki günlerde bir noktada neden akşamları tencere tava çaldığımızı, neden televizyon izlerken öfkelendiğimizi ve neden her zamankinden daha çok elimizdeki telefonlara yapıştığımızı Arda' ya anlatmak gerekti.
Baharda belediye sokaktaki ağaçları budarken salya sümük budamasınlar diye ağlayan bir çocuğa, bir park var ve oradaki ağaçları kesmek isteyenler var, insanlar da buna kızıyorlar ve bu şekilde tepki gösteriyorlar demek zaten çok çok geçerli bir nedendi. Gel gör ki, ona göre bizim balkonumuzdan çaldığımız davulun , tencerenin sesini o parktaki insanlar duymazlardı ki.. Kendi basit mantığında haklıydı belki de..
Nitekim ikinci hafta devrilirken, gerçekten sesler duyulmuyor, duyulanlar kaale alınmıyor.. Ama hala umudumuz var..
Geçen hafta perşembe sabahı ise bizi bir anda gündemden koparıp alan iki ölüm haberi ile uyandık. Perşembeden bugüne kadar günler cenazeler, dualar, ailenin bir düğünde bir cenazede bir araya gelebilen fertlerinin bir araya toplanması ve dağılması ile geçti.
Aradaki tek iyi şey Canan ve Ozan'ın o sürede burada olması, Deniz kuzunun evdeki kahkahaları ve Arda'nın bu vesile ile hem iyileşmesi hem de bana yapışmaktan vazgeçmesi oldu..
Artık dükkana bile doğru düzgün gidemiyorken, önce dört gün boyunca ateşli haliyle kucağımda uyumak isteyen sıpa -ki benim zaten kulaklarımdan oturduğum yerde ateşler çıkıyor- ardından cenazeler, toplaşmalar, bir de üstüne uykusuzluk ve huzursuzluk.. 30 haftalık bir hamile için biraz fazla oldu..
Her ne kadar daha 10 haftam var gibi görünse de bana bu macera pek o kadar sürmeyecek gibi geliyor..
Ufak ufak hazırlanmaya başladım ama hiç planlı değilim bu sefer..
Aklıma ne gelirse onu yapıyorum ve eminim pek çok şeyi de unutacağım..
Arda artık sormaya başladı, bebek ne zaman doğacak, kaç gün kaldı, kaça kadar saysam doğar? :)
Dün Ela'nın da kardeşi doğmuş diye haber vermemle iyice heyecanlandı. Arada bir karnımdan içeriye sesleniyor, birşeyler anlatıyor..
İlk defa doktora gittik birlikte.. Kalp atışını duyunca çok sevindi, heyecanlandı ama sonrasında bu gri ekrandan pek bir şey anlamadım ben dedi. Bunun üzerine doktor yüzünü görmek için bayağı bir çaba sarfetti ama yine mümkün olamadı. Yine de merakının giderildiği bir doktor ziyareti oldu, tatmin oldu sanki..
Bundan sonrası daha hızlı geçecek..
Gelen günler sağlıkla ve güzel haberlerle gelsin..
Gezi Parkı direnişinin başlangıcı olan o sıcak cuma gününü evde ateşli bir çocukla geçirmeye çalışıp da akşamına erkenden baygın düştüğüm gece, sabaha karşı, sitenin içinden geçen konvoy ve kornalar ile sıçradık.
O sıçrayış, o sıçrayış işte.. Gerisi malum..
Bütün bir günü ne telefon ne bilgisayar ne de televizyon yüzü görmeden geçirmiş biri olarak benim için olayın patlak verdiği an sabah saat 5'tir.
Sonrasındaki günlerde bir noktada neden akşamları tencere tava çaldığımızı, neden televizyon izlerken öfkelendiğimizi ve neden her zamankinden daha çok elimizdeki telefonlara yapıştığımızı Arda' ya anlatmak gerekti.
Baharda belediye sokaktaki ağaçları budarken salya sümük budamasınlar diye ağlayan bir çocuğa, bir park var ve oradaki ağaçları kesmek isteyenler var, insanlar da buna kızıyorlar ve bu şekilde tepki gösteriyorlar demek zaten çok çok geçerli bir nedendi. Gel gör ki, ona göre bizim balkonumuzdan çaldığımız davulun , tencerenin sesini o parktaki insanlar duymazlardı ki.. Kendi basit mantığında haklıydı belki de..
Nitekim ikinci hafta devrilirken, gerçekten sesler duyulmuyor, duyulanlar kaale alınmıyor.. Ama hala umudumuz var..
Geçen hafta perşembe sabahı ise bizi bir anda gündemden koparıp alan iki ölüm haberi ile uyandık. Perşembeden bugüne kadar günler cenazeler, dualar, ailenin bir düğünde bir cenazede bir araya gelebilen fertlerinin bir araya toplanması ve dağılması ile geçti.
Aradaki tek iyi şey Canan ve Ozan'ın o sürede burada olması, Deniz kuzunun evdeki kahkahaları ve Arda'nın bu vesile ile hem iyileşmesi hem de bana yapışmaktan vazgeçmesi oldu..
Artık dükkana bile doğru düzgün gidemiyorken, önce dört gün boyunca ateşli haliyle kucağımda uyumak isteyen sıpa -ki benim zaten kulaklarımdan oturduğum yerde ateşler çıkıyor- ardından cenazeler, toplaşmalar, bir de üstüne uykusuzluk ve huzursuzluk.. 30 haftalık bir hamile için biraz fazla oldu..
Her ne kadar daha 10 haftam var gibi görünse de bana bu macera pek o kadar sürmeyecek gibi geliyor..
Ufak ufak hazırlanmaya başladım ama hiç planlı değilim bu sefer..
Aklıma ne gelirse onu yapıyorum ve eminim pek çok şeyi de unutacağım..
Arda artık sormaya başladı, bebek ne zaman doğacak, kaç gün kaldı, kaça kadar saysam doğar? :)
Dün Ela'nın da kardeşi doğmuş diye haber vermemle iyice heyecanlandı. Arada bir karnımdan içeriye sesleniyor, birşeyler anlatıyor..
İlk defa doktora gittik birlikte.. Kalp atışını duyunca çok sevindi, heyecanlandı ama sonrasında bu gri ekrandan pek bir şey anlamadım ben dedi. Bunun üzerine doktor yüzünü görmek için bayağı bir çaba sarfetti ama yine mümkün olamadı. Yine de merakının giderildiği bir doktor ziyareti oldu, tatmin oldu sanki..
Bundan sonrası daha hızlı geçecek..
Gelen günler sağlıkla ve güzel haberlerle gelsin..
3 yorum:
Güzel günlere doğsun kuzunuz Zeynep... Arda'nın heyecanı yüzümü gülümsetti. Çınar'ın da kardeş baskısı tavan yaptı. Ben de minik bir "Diren" istiyorum bizim eve, bakalım artık :) Sevgiler...
NOT: Başınız sağolsun...
Sagol Basak, hepimizin iyi dileklere, umutlu gunlere ihtiyaci var.. Ozellikle de miniklerimizin.. Minik Diren in haberi en kisa zamanda gelir umarim:). Sevgiler..
Yorum Gönder