8 Mart 2015 Pazar

Twinkle Eyes

Bu resimdeki  Arda'nın boğazlarmışcasına tuttuğu zat-ı muhterem Arda'nın sınıfının maskotu.
Adı Twinkle Eyes.

Arda son iki senesinde isterse IB diploması alabileceği ama o zamana kadar ingiliz müfredatının hüküm sürdüğü bir ingiliz okuluna gidiyor. Okul seçimimiz yada seçim şansımızın olamayışı hikayesi bambaşka. Ama okuduğu okulun Dubai'nin en iyileri arasında olduğunu söylemem lazım. En iyi okul denen şeyin her çocuk için en iyi olup olmayacağını test ediyoruz biz şu anda.

Neyse konumuza dönersek, okulda bu bücürü her çocuk sırayla evine götüremiyor..

Seninle bir haftasonu geçirebilmesi için bunu 'hak etmen' gerekiyor. Nitekim sınıfta ikinci üçüncü tura dönen çocuklar varken daha birinci turu bile tamamlayamayan öğrenciler de oluyor.
Sonuç olarak Arda'nın Twinkle Eyes'ı eve getirebilmesi ikinci dönemin neredeyse sonlarını buldu. Ama    bu olayTwinkle Eyes' tan daha önemli gelişmeler silsilesinin bir sonucu olduğu için de bir blog yazısı hak etti.

Arda'nın sene başında ilk bir iki haftası Twinkle Eyes'ı ne yapınca alabileceğini anlamakla geçti. Zaten o zamanlarda Twinkle Eyes'tan daha önemli sorunları vardı. Yeni bir ülkede, hiç türkçe duymadığı bir ortamda koca bir günü geçirmek, kendini idare etmek, derdini anlatmak, olanı biteni anlamaya çalışmak, sınıf maskotunun neye göre verildiğini anlamaktan daha önemli ve zorlayıcıydı.

Başlarda bunun bir ödül, hem de sınıf içi kuralları düzenleyen tabloda en tepedeki ödül olduğunu anlayınca heyecanlandı. Fakat okulun ikinci ayının sonlarında artık dil problemini aşıp etrafındaki dünyayı daha net anlayan bir hale geldiğinde ve tabii aynı oranda kendini ifade edebilir duruma geldiğinde, sınıf maskotunu eve getirebilmek için bir hafta boyunca, Arda'nın özelinde kendine hiç uymayan/ doğru gelmeyen/ istemediği bir şeyleri yapması gerektiğinin farkına vardı. Ve Arda için konu orada kapandı!

O yeşil bücürün bizim eve gelmesine hiç gerek yoktu. Bir peluş oyuncak için aklına yatmayan şeyleri yapmaya da bizim bücürün niyeti yoktu. Ve bizim için meşakkatli günler başladı.

Biz de anne -baba olarak bir uyum sürecinin içindeydik. Okulu anlamaya, velilerin beklentileri ve bizimkilerin arasında bir uçurum var mı görmeye, doğru yerde olup olmadığımızdan emin olmaya çalışıyorduk. Tabii aynı zamanda Arda' nın adaptasyonu için ekstra bir destek vermek gerekiyordu.

Okuldan ilk sesler sınıf öğretmeninden geldi. 'Bazı aktiviteleri yapmak istemiyor, bunu açıkça söylüyor ve ikna edemiyorum' diyordu.. Zaman zaman öğretmeninin ikna çabaları sonrasında sinirlendiği, bağırdığı, arkasını döndüğü, küsüp kitap köşesine bile gittiği oluyordu. Yapmak istemiyorsa yapmıyordu..

Bu durumun öğretmeni açısından iki zorluğu vardı. Birincisi sınıfın ortasında kendine itiraz eden ve çoğunlukla da ikna edemediği bir öğrenci sınıf içindeki otoritesini sarsabilirdi. ( Sarsabilir miydi gerçekten? Bu noktada şüphelerim var )
İkincisi itirazların nedenini anlayamadığından çözüm üretemiyordu ve bir kısır döngünün içinde dolanıp duruyorlardı.

Genelde bize geri dönüş yapıyor, Arda ile konuşur musunuz diyordu. Biz zaten hep konuşuyorduk.. Konuşmak her zaman çözüm olmuyordu. Çünkü zaten mizacı zor olan bir çocuk, üstelik altı yaşında bir çocuğun mantıklı yada mantıksız her zaman verecek bir cevabı vardı.Biz önce kendi içimizde sorunun nedenini anlamalı ve öğretmene yol göstermeliydik.

Ev değiştirmenin bile çocukları zorladığını düşününce ülke değiştirmek ve yeni bir okula başlamak epeyce yorucu olmalıydı. Bunun okul da biz de farkındaydık. Ama bunun ötesinde de birşeyler vardı.

Arda hiç bir adımını sorgulamadan atmıyordu, hala da atmıyor. Bu hep böyleydi. Neyi neden yaptığını anlamadığı sürece onu bir şeyi yapmaya ikna etmek mümkün değildi. Öğretmenine attığı her adımın nedenini kısaca Arda' ya anlatmasını söylemek zor olmadı. Asıl zorluk eğer açıklanan neden Arda' ya göre doğru yada mantıklı değilse onu buna ikna etmekti.

Bir tarafta da istedikleri ve istemedikleri vardı. İstemediğini söylemeyi, bundan çekinmemeyi biz öğretmiştik kendisine. Peki ya istemesek de yapmak zorunda olduklarımız? Zorunlukluklarımız ve sorumluluklarımız?

İşte orada sınıfta kalmıştık anne -baba olarak..

Evde sorumluluk vermekte, hoşuna gitmeyen ama yapmak zorunda olduğu şeyleri yapması için direnmekte pek başarılı olamamıştık. Bir de bunun üstüne bir başkasından görüp de istemek yada arkadaşı yaptığı için yapmak gibi şeyler Arda'nın lügatında olmayınca, ortaya sadece istediklerimi yaparım, aklıma yatmayan ve istemediğim hiç bir şeyi de yapmam diyen bir birinci sınıf veledi çıkmıştı ortaya.

Ve işin bu kısmının ülke filan değiştirmekle bir ilgisi yoktu. Türkiye'de de okula başlasaydı bunlar yaşanacaktı.

Bizim açımızdan tek fark şu olacaktı. Velinin kendi ana dili haricinde bir dilde çocuğu hakkında dert anlatması kolay iş değil. İşte bu noktada daha rahat olacaktık. Ayrıntıları kaçırıyormuş yada her istediğimizi anlatamıyormuş gibi hissetmeyecektik.

Önce Arda' ya neden derste öğretmeninin sözünü dinlemesi gerektiğini, okulda neden her istediğini istediği an yapamayacağını anlattık. Anlattık derken öyle bir seferde değil tabii. Kısa kısa, her bir yaşanan olay sonrasında, bazen sakin, bazen sakin kalmaya çok çaba sarfederek, bazense seslerin yükseldiği ortamlarda.

Evde de yapmak istemeyip de yapmak zorunda oldukları konusunda direndik. Eşyalarının yerini bilmesi gibi, kendi işini kendi yapabileceği durumlarda işi ona bırakmak gibi. Çantasını hazırlamanın kendi sorumluluğu olduğunda ısrarcı olmak gibi..

Ama öte yandan o çanta eksikse bir şekilde hatırlatıp tamamlatmak da gerekiyordu. Türkiye de olsa eksik eşya ile git ve sonuçlarına katlan derdim ama burada eksik eyşa bana okuldan not olarak geri dönüyordu. Hala buradaki çelişkiyi anlayabilmiş değilim. Çocuğun yapabileceği pek çok şeyi anne babanın sorumluluğuna vermek ve onlardan beklemek ile o çocuğun okuldaki sorumluluklarına sahip çıkmasını örneğin çıkış saatinde dolabını toplamasını beklemek çelişki değil de nedir?

Neyse geri dönüyorum konuya.
Biz bir takım adımlar atmıştık ama Arda' nın hala derdi vardı. Neden kesip yapıştırmak, boyamak zorundaydı? Neden beden dersinde koşması gerekiyordu. O zaten öğretmeninin her anlattığını çok iyi anlıyor ve öğreniyordu. Sorduğunda cevap veriyordu. Bir de neden ekstradan hoşuna gitmeyen aktiviteleri yapmalıydı?

Bir noktada haklıydı. Dersleri ile ilgili hiç bir sorunu yoktu. Her zaman öğrenmeye açtı ve verilen neyse alıyordu. Kendisine birşey öğretilmesi ile değil, amacını anlayamadığı gereksiz bulduğu ve buna bağlı olarak yapmak istemediği şeyleri zorla yapmakla derdi vardı.

İşte tüm bunlar defalarca öğretmeni ile okul müdürü ile konuşuldu.

Aslında okul da biz de yapmak istemediği durumları anlayabiliyorduk. Ama hangimiz hayatta yapmak istemediğimiz hiç bir şeyi yapmadan mutlu mesut yaşıyorduk ki? Öyle bir dünya var mı? Sorumlukluklarımızı her zaman isteyerek mi yerine getiriyoruz? Zaman zaman hele ki okul gibi bir ortamda, ortama ve duruma uymak, herkesle birlik olup hareket etmek de önem kazanıyor.

Bu çatışmalar bazen yön değiştiriyor, 'neden hep sizin dediğiniz oluyor da benimki hiç olmuyor' a varıyordu. Aslında yapmak istediği pek çok şeyi yapıyor , peeek çok konuda seçim hakkını kullanıyordu ama bu ona yetmiyordu yada bu özgürlüğünün farkında değildi.

Zorunluluk/ sorumluluk adlı ana-baba çalışmamıza bir de bunu ekledik. Her seçim yaptığında bunun farkına varmasını sağlamaya çalıştık hala da çalışıyoruz. Bizim de istemediğimiz pek çok şeyi yaptığımızı, öğretmeninin de kendi hayatında istemediği bir dolu şey yapmak zorunda olabileceğini arada hatırlatıyoruz.

Okulun kuralları olduğunu, bu kurallara uymamız gerektiğini, kurallara herkesin uymadığı durumlarda nasıl bir kaos yaşanabileceğini.. Aklınıza ne gelirse ortaya döküyoruz.

Tüm bunların sonucunda halfterm (burada dönem ortalarında da bir hafta tatil oluyor okullar ) den önceki son iki hafta nispeten uyumlu ve sakin geçti. Haftanın ilk üç günü dayanıyor, son iki gününde artık sabrı yetmiyordu.

Ben onun bu çabasını, aslında herkesle aynı şeyleri aynı zamanda yapabilmek, kendisine her söyleneni itirazsız kabul edebilmek için ne kadar uğraştığını gördükçe ve bu uğraşının sonlarına doğru sabır küpünün dolduğunu ve o noktalarda patladığını farkettikçe bir takım şeyleri daha çok sorgular oldum.

Gerçekten herkes gibi olması gerekli miydi? Herkesle herşeyi aynı şekilde yapması, istemediği her aktiviteyi bitirmesi vs.. Bir yanım bunları sorarken diğer yanım uyumsuz olmayı kendine hak görürse ileride çok mutsuz olabilir diye dürtüyordu beni. Zaten şu anda kendini de sorguluyordu hem de acımasızca.

Anne ben bilmemkim gibi koşmak istemiyorum. Hoşuma gitmiyor. Yada diğer çocuklar öğretmenin her dediğini çok sevinerek yapıyorlar, neden o kadar sevindiklerini anlamıyorum. Koca bir sayfayı boyamak hiç de sevindirici değil vs vs.

İşte bu gelgitler içinde tatil bitti okula geri dönüldü ve ilk hafta çok ama çok kötüydü.

Okuldan çağrıldığımda bu sefer bir silkindim. Hayır dedim bu sefer ben uyarmayacağım Arda'yı.  Sorun bakalım neden istemiyormuş. Bir sefer de siz öneri getirin ne yapabiliriz diye. Ben her okul çıkışı çocuğuma vaaz vermek yada azarlamak istemiyorum. Madem öğretmenleri var biraz da onlar anlatsınlar sorumluluklar ve zorunluluklar neden var..

Ne oldu bilmiyorum. Aslında az çok biliyorum. Benim o konuşmamdan sonra öğretmeni günlük bir sticker chart hazırladı. Gün içinde sticker larının hepsini alırsa akşam çıkmadan on dakika ne isterse yapabilecekti. Bu öğretmenine şarkı öğretmek de olabilirdi, okulun tiyatro sahnesinde kendi oyununu kurmak da.. Bunlar Arda için çok çekici ödüllerdi.

Buna rağmen bu plan bile yüzdeyüz çalışmadı. Diğer çocukların stickerleri yok dedi evet dedim çünkü senin bazı şeyleri itiraz etmeden yapmak için alışkanlık kazanman gerekiyor. Onlar zaten itiraz etmiyorlar. Bu alışkanlığı kazanana kadar senin stickerların olacak. Gerek yok dedi. Almasam da olur. Yok dedim kaçarı yok, bu sana anlatmaya çalıştığımız zorunluluklardan biri..

Bir hafta uğraştı. Her denileni yapmak, sorgusuz sualsız kabul etmek ve itiraz etmemek için..

Sonucunda bu haftasonu Twinkle Eyes bizdeydi. O maskotu eve stickerler getirmedi adım gibi biliyorum. Umrunda bile değildi.

Zaten Twinkle Eyes i aldığına değil de öğretmeninin gönderdiği günlük emailde  Star of The Week'i açıklarken kendisi için kullanılan cümlelere sevindi.

Sevindi sevinmesine de ne öğrendi?
Bence Arda bu hafta kendini kontrol edebilmeyi öğrendi. Bunun ödülü de sınıf maskotunu eve getirmek oldu.

Yoksa öğretmenimin dediklerini yapınca günüm daha güzel geçti, kimse ile çatışmak zorunda kalmadım, eğlendim de üstelik ve maskotu aldım çıkarımını yapabilecek mi? Peki ya gerçekten öyle mi oldu? Eğlendi mi? İsteyerek mi yaptı? Peki yapması gerekiyor mu? Gerçekten hiç itiraz etmemesi mi gerekiyor? 6 yaşındaki bir çocuğa itiraz edebileceği ve edemeyeceği şeylerin ayrımını nasıl anlatırsınız?
Bu sorular benim kafamın içinde dönüp duruyor.
O ise koydu yeşil bücürü çantasına hoplaya zıplaya gitti okuluna.. Haydi rastgele..

1 yorum:

Duygu dedi ki...

tesadüfen karşıma çıkan ne de güzel bir yazı olmuş bu, nasıl da yaşadıklarıma tercüman. hem kurallara uyum sağlasın, hem kendi kuralları olsun, bulunduğu ortamda sıkıntı yaşamasın ama her söylenene de kafa sallamasın, özgür düşünsün, istemediğini açıkça söyleyebilsin, ama çok da ileri gitmesin!? hayaller ve gerçekler isimli zor bir çalışma olsa gerek bu yaşananlar:)

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails