5 Mart 2015 Perşembe

Yavaşlığa geçiş de sancılı olabilirmiş meğer..

Son günlerde burada yaşamaya başladığımızdan beri adım adım yavaşlığa alışma sürecimiz ve bu döngünün içinde kalmak yada döngüyü kırmak konuları  kafamda uçusup duruyor.
Geçtiğimiz hafta Çağlar Londra' ya gitti işi için.. Ve döndüğünde her yer çok kalabalıktı, herkes koşuyordu dedi. Oysa ki iki sene önce ailece gittiğimizde bize o kadar da koşuyormuş gibi gelmemişti o koca şehir..
İstanbul'un her daim gümbür gümbür atan bir kalbi, bol gürültüsü, sokaklarında hiç bitmeyen bir devinimi vardı. Sen o devinim içinde dengeni kaybetmeden ayakta durmaya çalışırken, kah kalabalıkla akıyor, kah kenara çekilip koşturan güruhun geçmesini bekliyordun ama geçmiyordu, bitmiyordu.. Londra da kendi ritminde akıyordu işte. Bize çok da hızlı gelmemişti o zamanlar..
Şimdi de gece gündüz yaşayan ama kendi iç ritmi çok da hızlı olmayan bir şehirde yaşıyoruz. İlk başlarda yavaşlığa geçişimiz sancılı olduysa da şimdi zamanı parçalara bölmeye, zaman zaman sadece durmaya, dururken bir sonraki adımımız için kalp çarpıntısı yaşamamaya alıştık sanki. Alışmış olmalıyız ki Londra Çağlar'a çok hızlı, koşturmaca dolu görünmüş..
Oturduğumuz bu mahalleye yeni taşındığımız ve evi yerleştirme hengamesinin bittiği günlerin birinde, Çağlar haydi dedi, havuza git, ben çocuklarla vakit geçiririm.
Akşam 20:00 civarıydı. Yatmalarına yarım saat -kırkbeş dakika filan vardı. Havuza gidip, dönmem için yeterli bir süre.. Hava kararmış ama yapış yapış bir sıcak var.. Evden havuza yürümem 3 dakika filan sürüyor herhalde, o denli yakın.. Çıktım, daha kaldırımı bitirmemiştim ki bir korku kapladı içimi. Sessizlik, sokakta kimseyi göremiyor olmak yüreğimi sıkıştırdı.
Etrafta bizimkinin aynısı evler ve camlarında ışıklar vardı , kiminin garaj ışığı yanıyordu, hatta bahçelerden tek tük konuşma sesleri de geliyordu.. Dönüp bağırsam Çağlar dahil pek çok kişi fırlardı sokağa..
İleride havuzun bulunduğu parkın ışıkları görünüyordu, hızlıca yürüdüm. Havuzun etrafı insan dolu. Önce korktuğumdan utandım. Sonra serin suyun içindeyken sıcaktan uyuşan beynim yerine gelmiş olmalı ki aslında hissettiğim şeyin korku değil, metabolizmama uymayan düzenin getirdiği rahatsızlık duygusu olduğunu farkettim.
Akşamın sekizinde hiç bir hazırlık yapmadan yürüyerek havuza girmeye gitmek, karanlıkta, açık havada aydınlatılmış suda yüzmek ve çocukları yatırmak için zamanında evde olabileceğine emin olmak..
Koşmaya, dakikaları planlamaya, her güne sadece ama sadece bir program yapabilmeye alışmış bünyeme çok fazla gelen bir rahatlıktı.
Kısacık yarım saatin aslında ne uzun olduğunu farketmek, uzay boşluğunda kaybolmakla eşdeğerdi o akşam benim için. Beni huzursuz etmiş, huzursuzluğumu da boş sokak ve karanlıkla birleştirip korktuğumu düşündürmeye yetmişti..
Şimdi hala zaman zaman elimde arta kalan zamanlar olunca huzursuzlanıyorum. Hatta bazen evde arıza çıkardığım bile oluyor :) Ama o korkunç rahatsızlık hissi yerini yavaş yavaş rahatlığa bırakıyor,ben de, Çağlar da, çocuklar da  hepimiz alışıyoruz. Daha yavaş olmaya, zamanı daha rahat planlayabilmeye ve bazen sadece durmanın da güzel olduğunu farketmeye..
Hatta belki çocuklar yavaşlamaya daha hazırlar bizden. Çekelenmedikleri, hadi hadi lere boğulmadıklarında daha sakin, daha uyumlular..
Diyeceğim o ki insan öyle birdenbire koşmaya alışmış bünyeyi yavaş programa alamıyormuş. Ona bile vakit gerekiyormuş. Hani hep özenip ah azıcık daha vaktim olsa diye hayıflandığımız o günler, dakikalar aklına geliyormuş.
Şimdi ise bütün aile değil ama ben önemli bir sınırdayım. Günlük rutini sağlamış, oldukça rahatlamış bir anne olarak, burada pek çok kişinin düştüğü tembellik kuyusuna düşebilirim ki bu illa kötü bir şey olmayabilir. Nitekim zamanının çok olmasına alışmış, hiç bir işini aceleye getirmeden yapmanın keyfini çıkaran ve bundan çok mutlu olan insanlar var. İçin için gıpta ediyorum onlara.
Ya da plan program yapmayı, önünü görmeyi seven yapıma uygun olarak titreyip kendime gelebilir, bir ucundan üretime geçebilirim. Ne üreteceğim henüz muamma olsa da :))
Amacı olunca motive olanlardanım ben, bu ister evin bir köşesini değiştirmek düzeltmek olsun, isterse bir organizasyonda rol almak olsun, ne olursa olsun kafamın içinde gideceğim yol belli olmayınca yönünü kaybedenlerdenim..
Şimdiye kadar yönümü kaybedip boğuldukça ilk başlarda çok çaresiz ve işe yaramaz hissetiysem de, zamanla kendime ufak tefek işler yaratmaya, minik varılacak noktalar belirlemeye ve bunlara ulaşırken de acele etmemeye alıştırdım kendimi.
Ancak artık durağan yaşamaya meylediyorum yavaştan. Farkediyorum ki o güne ait bir plan yoksa eskisi gibi huzursuzlukla kıvranmıyorum artık. Bu hem iyi hem kötü. İyiliği ruh sağlığıma , kötülüğü ise   işte o bahsettiğim tembellık kuyusunun kenarlarında gezinmeye başlamamda..
Bir kaç senedir burada yaşayan bir arkadaşım benim son günlerdeki gitgelli ruh halime başka bir açıdan yaklaştı geçen günlerde.
Dedi ki : 'Sen çocuğun varken çalışmanın nasıl bir şey olduğunu ve yapılabileceğini, aynı zamanda da çalışmayan anne olmanın da nasıl bir şey olduğunu biliyorsun. O yüzden evde iki çocuk varken bile aklın hala çalışmaya, üretmeye, birşeylere dahil olmaya kayabiliyor ve belki yapabilirsin de. O yüzden kıvranıyorsun. Oysa ben evdeyim ve çocuğuma bakıyorum diye kodlamış olsaydın beynini zaten aklına gelmeyecekti tüm bunlar..'
Hak verdim söylediklerine.. Bu da yavaş akan bir hayat düzenine alışmaya çalışan ama bir yandan da tümüyle o döngünün içinde durmak istemeyen bünyemin eski alışkanlıklarına dönme isteği belki de..
Ne yardan ne serden geçememe halleri beni nereye savuracak göreceğim.
Şimdilik kuyuya düşmeden etrafında oyalanıyorum. Keşke hep burada kalabilsem:)

Hiç yorum yok:

LinkWithin

Related Posts with Thumbnails